Nietzsche’nin duygusu Kafka’nın imgesinden öte felsefenin erkeklik hali

  • 09:07 13 Ocak 2023
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Sevgi, arkadaşlığın bayağı alt sıralarındadır; arkadaşlık, sevgiye ve daha da kötüsü cinselliğe dönüşerek yok olma riskinden korunmalıydı, bunun için 'Bedensel tutkudan ruhsal sempatiye giden yol yoktur, ama ikinciden birinciye gidilebilir' diyordu.”
 
Fatma Koçak
 
Abdullah Öcalan entelektüel camiada kadına bakışı üç biçimiyle tarif eder. Duygusal, imgesel ve düşünsel-felsefik olarak tarif ettiği bu üç kategori içinde, tarihsel kimliği olan erkeklerin yaklaşımlarını bunun üzerinden sorgular. Dosyanın konusu ‘erkeklik’ olduğu için, Jineoloji’nin özne olarak ele aldığı kadının tarihsel bağlamda nasıl nesneleştirildiğini bizde bu yönlü örnekler üzerinden anlatmaya çalışalım. Özellikle burada düşünsel-felsefik dünya ‘erkek’lerinin bakış açılarının ‘öteki’leştirdiği ve ‘görünmez kıldığı’ kadınların durumunu ele almakta fayda var. Ataerkil-devlet-iktidar eksenli sorgusuz fikir üretenlerinkini ayırt etmek çok kolaydır ki, zaten yeryüzünü dolduran kitapların çoğunda bunu görmek mümkündür. Ancak alternatif üreten ve düşün dünyasında insanı, felsefeyi ve iktidarı sorgulayan erkeklerden bazılarına bakmakta fayda var. Fatmagül Berktay “Tarihin Cinsiyeti” kitabında neden tarihe cinsiyet gözünden bakmamız gerektiğini şu sözlerle anlatır: “Henüz özneleşme mücadelesi vermekte olan ‘kıyıda kalmışlar’ın kendi öznellik konumları dahil, her şeyin bir dil oyunundan ibaret olmadığını unutmaları mümkün değil. ‘Dünyayı ellerinde tutanlar, bunu onlara sürekli hatırlatıyor. Bu çetrefilli durum, bizim daha uzun süre kimlik, benlik, kendilik sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalacağımızı gösteriyor. Hiç belli olmaz, bakarsınız günün birinde, farklılığın kutuplaşmış ikiliklerin arasına hapsolmadığı düşünsel ve siyasal bir iklimde, bugün ancak bir özlem olarak varolabilen ‘cinsiyet tanımayan akıl ve insan’ kavramı, gerçeğe dönüşür. Ama o zamana dek, cinsiyetlendirilmiş bir tarihin, teorinin ve felsefenin peşine düştüğümüz için bizi kim kınayabilir?”
 
Tek tanrılı dinlerin dogmasından tek yönlü bilimin dogmasına evrilirken
 
Evet tek yönlü körlüğün yaşandığı bir tarih yazımında çeşitli biçimlerde nesneye dönüştürülen ‘kadın’ı özne olarak aldığımız, bu özneyi bulup çıkarmak için oluşturulan değerler bütünü içinde yaptığımız yorumlar için bizi kim kınayabilir? Nietzsche ve Kafka kuşkusuz insanlık tarihine düşünceleri ile önemli katkılar sunmuş iki insan. Bu yönleri düşünsel dünyaları içinde ele alınması ve değerlendirilmesi gereken durum. Bu iki düşünürün eserleri, düşün dünyasına kattıkları ve felsefi görüşlerine dair söz söylemek bu yazının konusu değil. Herkesin gördüğünün arkasında bir de yaşananlar vardır. Yani kişinin yazdıkları kadar gündelik eylemleri, insanlarla kurduğu ilişkilerdeki eylem ve söylemi; Çokça eleştirenler çıkacaktır mutlaka özellikle erkek cenahından ‘canım o kadar da abartıya lüzum yok, zaman öyle bir zaman...’ güzellemeleriyle birlikte… Dünyanın yarısının tarihini bildiğimi ve diğer yarısının da sadece bir tarafın gözünden yazıldığını-anlatıldığını bilmemize rağmen ‘ya bu adamlar iyi güzel şeyler yazdı da bunu ‘an’da nasıl pratikleştirdi?’ diye sormak nedense itiraza kapalı bir konu olmayı hala sürdürüyor. Ki dogmanın başka çeşidi olarak bunun pozitivist tarih anlayışı ile bire bir bağlantısı var. Tek tanrılı dinlerin dogmasından tek yönlü bilimin dogmasına evrilirken, tabi ki o bir tek kendini biricik kılacaktır ki, bunu zihnin en temel işlemi olan kuşkuyu, varlığının ötesinde gerçeği, ters yüz etmek için kullanacaktır. ‘Aman haksızlık olmasın’ kaygısına düşmeden ve felsefi üretimlerine ‘haksızlık’ etmeden, Hannah Arendt’in deyimi ile “Hakikate sadık kalan bir insan eylemi”ni sorgulamaya ihtiyaç vardır. Sormamız gereken soru, 19. ve 20. yüzyılda iktidar-devlet sorgulamasını bu kadar güçlü yapan iki filozof-edebiyatçı, ya bunun inşa edilmiş kökenine, erkeklik konusuna hiç değinmediler ya da değinseler bile yaşamlarında ve en azından bildiğimiz yansıyan ilişkilerinde, teorik-pratik uyumunu gösteremediler. Kuşkusuz burada Nietzsche ve Kafka ataerkil tarihin yargılamasında sanık sandalyesinde oturmuyorlar. Düşündükleriyle yaşadıkları arasındaki mesafede erkekliklerinin yarattığı açmazlara birkaç laf eylemek niyetimiz.
 
Salome: Geleneksel olanı reddeden kadın
 
Simone de Beauvoir, “İnsanlık erildir ve erkek kadını kendisi içinde değil, erkeğe göre tanımlar; kadın özerk bir varlık olarak görülmez... Erkek kadına referansla değil, kadın erkeğe referansla tanımlanır ve farklılaştırılır. Kadın rastlantısal olandır, özsel olana karşıt olarak özsel olmayandır. Erkek öznedir (ben), mutlak olandır, kadın ise Öteki” der. Söylemlerinde ‘öteki’ ya da eksik görünen kadınlığa vurgu yapan Fatmagül Berktay bunu filozoflar, özelinde Nietzsche, üzerinden şöyle anlatır: “Bu düşünürlerin kadınlara ilişkin metaforlarını, yorumlarını salt retorik ya da üslup benzemesi olarak kabul etmek mümkün değildir.” Nietzsche’nin örneğin Zerdüşt’te erkeği derinlik, kadını ise yüzeysellik olarak sunmasını ve kadın-erkek ilişkisini mutlak biçimde farklılaştırmasını rastlantı olarak görebilir miyiz? Ona göre kadın açısından erkek, çocuk edinmenin aracıdır -zaten kadınlarla ilgili her sorunun tek bir çözümü vardır: Gebelik! Erkek içinse kadın hem tehlike hem oyundur. Her ne kadar Derrida Nietzsche’nin kadının ‘yüzeyselliğinden’ söz ederken bunu bir ‘gizem ve belirsizlik’ anlamında kullandığını söylese de kadın gene ‘eksiklik’le maluldür ve eksikliğini tamamlamak, kendisine ‘derinlik’ verebilmek için erkeğe muhtaçtır.” Derinliği ve ‘üstün insanı’ arayan Nietzsche için onu bulmanın koşulu düşünmek ve yapıbozumudur. Ancak kendisini yapıbozumu ve düşünceye sevk eden Salome’ye karşı ‘geleneksel olanı reddettiği’ için duyduğu öfke Fatmagül’ün değerlendirmesini doğrular. “Bu huysuz kötü kokan maymun, bir felaket” demesi ‘kadınlık’ üzerinden yansıttığı öfkesine örnektir aslında. Nietzsche’nin düşünsel olarak iktidarı sorgulayan, ancak ‘cinsiyetçi’ şekilde sorgulayan, felsefesinin “Nietzsche’nin evlenme teklifini reddeden, kırbaçlı kadın”, “Nietzsche’nin kadın düşmanı olma sebebi” gibi sıfatlarla anılan kendi ürettikleriyle tanınmaya dahi ihtiyaç duyulmayan Salome. Birçok kişi Salome’yi, “Nietzsche Ağladığında” adlı kitaptaki entelektüel, erkekleri önce baştan çıkaran sonra onlarla oyun oynayan akıl sağlıklarını yitirmesine neden olan ‘cüretkar, fettan sarışın’ kadın olarak, erkeklerin gözünden anlatıldığı şekliyle tanıdı.
 
“Anılara bağlı kalırım ancak bir erkeğe asla bağlı kalmam”
 
Aşk, din, felsefe ve psikoloji alanında yüzlerce makale yazan 15’i roman 19 kitabı yayınlanan Salome, “Anılara bağlı kalırım ancak bir erkeğe asla bağlı kalmam” sözleriyle meydan okuduğu ataerkinin intikam alırcasına nesneleştirmeye çalıştığı bir kadın filozoftu. Ülkesinde kadınların yüksek öğrenim görmesi yasak olduğu için 19 yaşında ailesi istememesine rağmen Zürih’e gitti. Rusya’da entelektüel alanda çalışma yürüten birçok kadın bu dönem Zürih Üniversitesi’nde eğitim görmüştü. Salome burada teoloji, felsefe ve sanat tarihi eğitimi aldı. 24 yaşına geldiğinde ‘Tanrı ile Savaşım’ adlı ilk romanını yazdı. Friederich Nietzsche ile tanıştı ve felsefe teoloji konularında yürüttükleri tartışmalar derin izler bıraktı. Salome bedensel çekim evlilik ya da sadakat ilişkisini özgürlükleri kısıtlayıcı görüyordu, bu yüzden bu tür ilişkilerden hayatı boyunca kaçındı. O’nun istediği entelektüel dostluk ve yaşamın gizemini ve özgürlüğün tınısını çözmekten ibaretti. Oysa döneminde tanıştığı Nietzsche dahil tüm entellektüeller -bugünde pek farklı değil- söz konusu kadın olduğunda geleneksel kalıpları aşmamıştı. Özgürlük konusunda sadece onlar söz söyleyebilirdi ve onları aşan bir kadının özgürlüğe bakışı tabi ki birçoğunda ürküntüye neden oldu. Nietzsche’nin ‘evlenme teklifini’ reddetmesi ise erkek lincinin yani ‘felaketin’ başlangıcıydı. Nietzsche’nin derin nefretini kazandı ve “Bu kuru, kirli, kötü kokan maymuncuk, yalancı memeleriyle bir felaket” şeklinde hakaret dolu sıfatlarıyla karşılaştı.
 
“Bedensel tutkudan ruhsal sempatiye giden yol yoktur ama…”
 
Salome’ye göre, evlilik, sevginin katiliydi ve evli eşler “birbirleri için önemsiz” hale geliyordu. Sevgi, arkadaşlığın bayağı alt sıralarındadır; arkadaşlık, sevgiye ve daha da kötüsü cinselliğe dönüşerek yok olma riskinden korunmalıydı, bunun için “Bedensel tutkudan ruhsal sempatiye giden yol yoktur, ama ikinciden birinciye gidilebilir” diyordu. O tarihten sonra Salome üretimleri ve yaratımlarıyla değil Nietzsche’nin evlenme teklifini reddeden ve delirmesine neden olan kadın olarak erkek tarihine intikam satırlarıyla yazıldı. Kadını sadece ‘sevilecek bir nesne’ yani duygusal ele alan zihin yapısına göre; nasıl olurda bir filozofun aşık olduğu ve evlenmek istediği kadın buna red cevabı verebilirdi? Kelly Oliver, “Nietzsche’nin felsefi söylemi, dışladığı ötekilere açma çabasının felsefe tarihindeki en güçlü çaba olduğunu ve onun metinlerinin felsefeyi başka türlü yapmayı tasavvur edebilmemizi mümkün kıldığından” bahseder. Bu yönüyle haklıya hakkının teslim edilmesi gerekir ancak Fatmagül Berktay cinsiyetçi bulduğu Nietzsche ve genel olarak felsefeciler için “Felsefecilerin, felsefenin cinsiyetler-üstü ya da cinsiyet açısından nötr olduğuna ilişkin iddiaları, egemen cinsiyetçi değerlerin kurumlaşmasına ve disiplinin dokusuna işlemesine izin vermek, üstelik perspektifsizimin ve konumsallığın da tümüyle unutulması anlamına geliyor.” Franz Kafka ise 20. yüzyılın ilk çeyreğinde eserleri ile batı toplumunu ve kapitalizmi-iktidarı en iyi sorgulayan kült edebiyatçı olarak kabul görür. Kafka’nın kadına yaklaşımı ise ‘imgesel’ olmaktan öteye gitmez. 
 
Not: Yazının devamı, “Erkeğin Gölgesinde Susuz Kalan Çınar: Milena” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.