Sosyalist Doğulmaz, Olunur (5)

  • 09:05 14 Kasım 2025
  • Jineolojî
“Güçlü bir örgütlülüğe sahip olan, kendi kurumlaşmalarını yaratan ataerkil sistem karşısında, birey olarak özgürlükçü ve sosyalist duruş içerisinde olabilmek, bu ideolojik esasları ve özgürlük ilkelerini bilince çıkarmak ve kendi yaşamında bunun gerçekleşebileceğini kanıtlamakla mümkündür. Sosyalizm pratiklerinde çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkan her kolektif kazanımın öznel/kişisel kazanıma dönüşmemesidir.”
 
Fatma Koçak 
 
Sosyalist mücadeleler tarihinde kadın-erkek ilişkilerini ele almak, özel yaşamdan kamusal alana uzanan bir konudur. Özgürlük ve eşitlik mücadelesinin adı olan sosyalizmin tarihinin her aşaması, kurtuluş yanında özgürlük ekseninde de ele alınmayı; cinsiyetçilikten arınmış bir bakış açısıyla sorgulanmayı fazlasıyla hak ediyor. Paris Komünü’nde tabur kurmalarına izin vermeyen erkek yoldaşlarıyla mücadele eden kadınlar, İspanya iç savaşında cephede ‘hastalık yayıyorlar’ diye geri cepheye sürülmeye çalışan kadınlar, Vietnam’da devrim sonrasında bir kenara itilip adı anılmayan ve yoksulluğa mahkum edilen kadınlar, Nikaragua’da kazandıkları devrimi süreklileştiremedikleri için erkek yoldaşları tarafından geleneksel rollerine dönmeleri yönünde baskı gören kadınlar... Dünya devrimler tarihini ataerkil kodlardan arınmış biçimde yorumladığımızda, sosyalist deneyimin yaşandığı hemen hemen bütün coğrafyalarda, devrim sonrası belli hakları güvenceye alınan kadınların, erkeğin yedeğine hizalanacak bir ideolojik-politik hat tarafından kuşatıldığını görürüz. En trajik olanı ise, kadınların sosyalist hareketler içinde devrimi sürükleyen temel toplumsal kesimlerden biri olmasına rağmen, devrim sonrası kurulan sosyalist iktidar-devlet sistemlerinde haklarını sanki kendi mücadeleleri ile kazanmamışlar da devlet onlara “bahşetmiş” gibi sunulmasıdır. Bu, tarihsel ve güncel olarak bütün modern ulus-devlet yapılarını incelediğimizde karşımıza çıkan temel paradokstur. 
 
İnsanlığın en ilerici sistemi olan sosyalizmin ayağında pranga olarak duran, erkek egemen cinsiyetçi pratiklerin önüne geçmek için reel sosyalist pratiklerde ortaya çıkan bu gerçeği, nasıl tanımlamak ve tarihin sosyalist hareketler için tekerrür etmesinin önüne geçmek için ne yapmak gerekiyor? Yukarıda bir izdüşümü model olarak örneğini verdiğimiz sosyalist önderlerin, kadın emeğinin kapitalizmdeki sömürüsüne dair tespitleri oldukça değerli bir katkıdır. Ancak ataerkinin çözümlenmemesi ve cinsiyetçi geleneksel bakış açılarından değişiklikler yapmamaları onları dışarıda “sosyalist bir önder” içeride ise “babacan, çapkın, maskülen erkek rolleriyle” kadınlarla kurdukları ilişkilerde “sınıf”ta bırakmıştır. Burada Adorno’nun “yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözüne bir gönderme yapmak yerinde olacaktır. Oportünist politik düzlemde düşünsel temeli eksik teorik belirlemeler, hele bizzat onu dile getirenler tarafından ete kemiğe büründürülmediğinde, başka bir şeye evrilmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kapitalizmin saldırılarının etkisi altında, o topraklarda yaşanan kadınların fuhuş sektörünün birer aracına dönüştürülmesi; Vietnam’ın Uzak Doğu’nun ucuz işgücü ve fuhuş pazarına dönüştürülmesi gibi birkaç örneği dahi verdiğimizde durumun vahameti anlaşılacaktır. 
 
Reel sosyalist pratiklerin ve bu pratiğin yansımalarındaki erkek gerçeğinin istisnasız bir eleştirel analize tabi tutulması, sosyalizmin demokratikleştirilmesine en önemli katkıyı sunacaktır. Sosyalist bir sistemin kurulmasının ön koşulu, ataerkil zihniyet yapısının ve kadının en eski sömürge olma konumunun doğru tespit edilmesiyle birlikte, erkeğin ve kadının kimlik inşasının özgürlük ahlakına göre yeniden inşa edilmelidir. Ataerkil-devletçi zihniyetin etkisiyle şekillenen kişiliğin özgürlük problemi çözümlenmedikçe, bu kişilik özgürlük mücadelesinin gelişiminin önünde ayak bağı olacaktır.  Binlerce yıllık kadının ezilmişliği ve köleleştirilmesinin nedenini çözümlemek, kadın özgürlük bilincinin gelişmesinin ilk koşuludur. Yine, sosyalist bir birey olarak özellikle erkeğin içindeki egemen ideolojik putları öldürmeden sosyalist kültürü geliştirmesi beklenemez. Tarih öğretici derslerle doludur. Bireyin sosyalistleşmesi için bu derslerden doğru sonuçlar çıkarma gerekliliği elzemdir.
 
Sosyalist olmak, sosyalizm için mücadele eden devrimciliğe karar vermek, olağanüstü bir insan eylemidir. Meselenin sadece karar vermekle bitmediği; onun gerekliliğini yerine getirmek için ataerkil iktidar sistemlerinin bireyde yarattığı tahribat ve alışkanlıklardan kurtulmak için her an ‘kusmak’ gerekliliği vardır. Bunun temel koşulu, her gün kendinde devrimi yaratmak ve sosyalist ölçüye göre kendini yeniden yaratmaktır. Burjuva özellikleri aşmak, feodal kalıpları yıkmak, dogmatizmi aşmak ama liberal de olmamak. Bütün bunların gerçekleşebilmesi için öncelikle kadın ile erkek arasındaki ilişkinin felsefi temellere dayanması şarttır. Devrimsel süreçlerin diyalektik aşkınlığının felsefesiyle, toplumsal sorunların çözümünde bu ilişkinin gerçekleştireceği özgürlük alanları, toplumsal sorunların çözümünde de en önemli güç olacaktır. Bunun dışında ne tüketim kültünün hegemonyası ne de “moda” denilen canavarlığın bu sorunlara güçlü bir cevap oluşturması beklenebilir. Onları aşan ve gerçek anlamda özgürlüğün bütün renklerini bağrında taşıyan bir düzeyi yaratmak, koşul olarak toplumun önünde durmaktadır ki bu renkler özgür birey ve demokratik sosyalizm demektir. 
 
Reel sosyalist deneyimlerin trajik sonuçlarını tahlil eden Abdullah Öcalan, 1990’ların başından itibaren reel sosyalist öğretiden, onun devletçi, erkek egemen zihniyetinden etkilenmiş militanlık gerçeğine müdahalede bulunmuştur. Hatta bunun kurumsal yapılanmasına, ilişki tarzına ilişkin çözümlemeler yapmış ve bunun stratejik hattını oluşturmuştur. Bu nedenle bir ideolojik mücadele biçim olarak Özgürlük Hareketi içinde, sistemle benzeştiren iktidarcılık-devletçilik ve egemen erkeklik, sürekli sorgulanarak aşılmaya çalışılmıştır. 90’lardan sonra Özgürlük Hareketi’nin reel sosyalizmden ayrışan yönlerini güçlü izahlarla ideolojik formülasyona kavuşturmuştur. Sosyalist erkek nasıl olmalı? Sosyalist kadın nasıl olmalı? Sistemin tortularını taşıyan bireyin, bu tortulardan nasıl kurtulması gerektiğine dair önemli bir deneyim oluşturarak, çözümleme yöntemini geliştirmiştir. “Erkeği öldürmek” ve “Kopuş teorisi”ni demokratik sosyalizmin temel ilkeleri olarak tanımlamıştır. Reel Sosyalizm başta olmak üzere, kendinden önceki özgürlük arayışlarından farkı en belirgin olarak bu konuda ortaya çıkarmıştır. 
 
İnsanlar, iktidar ve şiddet eksenli sistemlerin oluşturulduğu günden bu yana, toplumsal sorunların daha kolay çözüleceği bir toplumun nasıl olması, nasıl örgütlenmesi gerektiği üzerine düşünceler üretmişlerdir. Düşüncelerin yoğunlaştığı en karmaşık ve muammalı sorun, yaşamın ve toplumun nasılına ilişkin sorundur. “Nasıl bir toplum?” Sorusuna vereceğiniz yanıt, kadınla erkek arasında nasıl bir ilişki öngördüğünüzle bağlantılıdır. Doğrunun yaşamsallaştırılması mücadelesi, insanlığın başlangıcından günümüze kadar yürütülmüş olan ve hala yürütülen bir mücadeledir. Çünkü insanın insan olma mücadelesi, onun doğru ile bütünleşmesi sonucunda gelişir. Yaşamın ve insanın diyalektiğinin özü bunu gerektirir. Düşünce, sürekli olarak mevcut paradigmaların yeni bir paradigmayla aşılması sürecinde gelişir. Kendinden önceki paradigmanın çözemediği sorunlara yanıtlar bulduğu sürece, yeni paradigma kabul görür ve toplumsal işlev kazanır. Eski paradigmanın ortaya çıkan sorunları çözmede işlevini yitirdiği zamanlarda, yeni öğretilere ihtiyaç duyulur. Sosyalist hareketlerin, kendi örgütlülüklerini ve mücadelelerini tarihle ve güncellikle bağlantılı geliştiremeyişleri, mücadele stratejilerini ve taktiklerini bunun üzerinden belirleyememeleri, özgün tanımlamalara kendilerini kavuşturamamaları onları sistem içileştirir. Toplumsal gelişim ve hareketlilik doğru bir analize tabi tutulursa, belirsizlikler, sezgiler ve özgür tercihlerle, akıl yolu ile doğru tahlillerle özgürlükçü sonuçlara ulaşılabilir. 
 
Burada yapılması gereken, tarihsel olanla günceli buluşturmak ve birbirinden kopuk ele almamaktır. Sosyalizm pratikleri, insanın özgürlük probleminin kendiliğinden çözülemeyeceğinin verileriyle, bu problemin çözümlenemeyişinin yol açacağı öğretici sonuçlarıyla, özgürlük probleminin nasıl çözümleneceğinin de ipuçlarını verir. Önemli olan, bu pratiği doğru bir analize tabi tutup irdelemek ve yeniden tekrarlara, aynı hatalarla çıkmaza düşmemektir.  Özgürlüğün ve sosyalizmin doğru bir formülasyona kavuşturulması arayışı, Abdullah Öcalan’ın felsefi yaklaşımında ideolojik-teorik, sosyalist açılımlar kadar bu açılımların örgütsel yapılanmaya, ilişki ve yaşam tarzına, militan özelliklere kadar içselleştirilmesi çabası, yaşanan birçok gelişme toplumsal cinsiyetin özgürleştirilmesiyle bağlantılı gelişir. Güçlü bir örgütlülüğe sahip olan, kendi kurumlaşmalarını yaratan ataerkil sistem karşısında, birey olarak özgürlükçü ve sosyalist duruş içerisinde olabilmek, bu ideolojik esasları ve özgürlük ilkelerini bilince çıkarmak ve kendi yaşamında bunun gerçekleşebileceğini kanıtlamakla mümkündür. Sosyalizm pratiklerinde çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkan her kolektif kazanımın öznel/kişisel kazanıma dönüşmemesidir. Kendiliğinden gelişen bir yansıma olmuyorsa, özgürlük bilincinin daha derinleştirilmesi gerekiyor. Bir diğer deyişle, kolektif kazanımların kişi olarak yaşamlarımıza ne kadar yansıdığı ne kadar dönüştürücü olduğu, bunun bilincine sahip olmayı koşullar. Sosyalizm ve özgürlük arayışının derinliği, ortaya çıkan çok yönlü çelişkilerin aşılmasının gerekliliği sosyalizmi daha kapsamlı, derinlikli yaşamsal bir olgu olarak ele alışla özgürlüksel yeni açılımlar yaratmaya götürür. Burada cinsler arası ilişkiyle ilintili söylemlerin analizi yapılarak yeni bir düşünüş ve yaşam tarzının güçlendirilmesi hedeflenir. Marksizmin ve reel sosyalizmin eleştirisi üzerinden kadın eksenli yaşam yeniden canlandırılmaya çalışılır. Yaşanan sorunların temeline devletçi-iktidarcı hiyerarşiye dayalı bakış açısının toplumda ve kişilikte yarattığı kadına ve erkeğe içerilen zihniyet ve bu zihniyetle savaşım konulur. 
 
Bu ele alışın bir yansıması olarak, yıllar önce zaten aynı çarpıcılıkla sosyalizmin temel ilkesinin egemen erkekliğin öldürülmesi olduğunu söyleyen Abdullah Öcalan, 2025 yılında bunu bir adım daha ileri götürüyor: “Sosyalizmin temel ilkesi kadın özgürlüğüdür dedim. Bir erkeğin sosyalist olma ölçüsü de kadınla doğru yaşamasını bilmesidir… Benim sosyalizm ile ilk sınavım, bir kadınla nasıl konuşulacağını bilmekti. Sosyalistlik buradan başlar. Bir kadınla nasıl konuşacağını bilmeyen sosyalist olamaz.” (Abdullah Öcalan’ın 31 Mayıs 2025’te Jineolojî’ye gönderdiği mektup)
 
Bir kadınla nasıl konuşulduğunun sosyalistliğin ölçüsü olacağı bir devrim, yaşamın her zerresine sirayet etmiş bir devrimdir.
  
*Bu yazı, Jineolojî Dergisinin “Demokratik Toplum Sosyalizmi” dosya konulu 35. sayısından kısaltılarak alınmıştır.