Gazetecilik gerçeklerden taviz vermemektir

  • 09:02 29 Kasım 2022
  • Kadının Kaleminden
 
“Gazeteciliğin en önemli görevi, toplumu doğru bilgilendirmektir. Gerçeklerden taviz vermemektir. İktidarın belirlediği kurallara göre veya çerçevede yazamaz. Eğer bunu yaparsa iktidarın kalemşörlüğünü yapmış olur. Ve topluma karşı olan sorumluluğunu yerine getirmemiş olur.”
 
Safiye Alağaş*
 
İnsan düşünebilen bir canlıdır. İnsanın en belirgin özelliği düşünebiliyor olmasıdır. Düşünür, düşüncelerini pratiğe geçirir veya dile getirir. Dünyadaki bütün topluluklar düşünerek, düşüncesini pratiğe geçirerek ilerlemiştir. İnsan düşüncesi akışkan bir enerjiye sahiptir. Bu enerjiyi durdurmaya çalıştığında, bir patlama yaşar veya karşıdakini ezip geçer. Bazen zaman ile birlikte paralel akar ve yerini bulur. Bazen de zamanın akışına uygun ilerleyemediği için bir anda patlak verir ve ortaya çıkar. Kimi zaman tek bir kişi toplumun düşüncesini dile getirir, kimi zaman ise bir toplum aynı anda tek bir düşünceyi haykırır. Ve böylelikle egemenlerin tarihinin akışını değiştirir.
 
Düşünce akışkandır
 
Tarihte egemenler, iktidarlar birçok kez düşünceye ket vurmaya çalışmıştır. İktidarlar kendi bekaları için insanın düşünebilmesine, sorgulayabilmesine engel olmak için kitapları yok ettiler, sanatı yasakladılar, kendi düşüncelerini dile getirmeyi, konuşmayı yasakladılar. Lakin bütün yasaklara, engellere rağmen düşünceye ket vurulamadı. Toplumlar bütün engelleri yerle bir edip düşünmeye devam etti. Düşüncenin akışı, bütün yasakları yerle bir edip yoluna devam etti. Çünkü düşünce enerjisi yerinde duramayan bir enerji.
 
21’inci yüzyılda dahi düşünceyi engelleme çabaları devam ediyorsa, iktidarlar çeşitli kılıflarla ve gerekçelerle düşüncenin özüne geçmeye çalışıyor. Bizler de Türkiye’de bu yasaklı zihniyetten yeterince nasibimizi alıyoruz. Açıkçası birkaç yıldır kendimi George Orwell’ın 1984 romanının içindeymişim gibi hissediyorum. Ben mi? 1984 romanının içindeyim? Yoksa romandaki karakterler mi oradan çıkıp hayatımızı işgal etti? Bilemiyorum… Türkiye’de bir düşünce avcılığı başlamış, durdurabilene aşk olsun!
 
Önce gazeteciler, sonra toplum…
 
Tabi önce gazeteciler avlandı. Tutuklamalar, gözaltılar, sansür her gün yaşanıyor. Biz özgür basın geleneğinden gelen Kürt gazeteciler olarak sansür, tutuklamaları hep yaşadık. Türkiye’de iktidarlara gelenlerin Kürt gazetecilere dönük sindirme politikası hep vardı. Ne yazık ki Türkiye’deki medya “Kürt” gazetecilere dönük sindirme ve sansür politikasını kimi zaman görmezden geldi, kimi zaman ise yeterince göremedi. Her şeye rağmen gazeteciler ve toplum düşüncelerini özgürce (kısmen) ifade edebiliyordu. İfade özgürlüğünün biraz da olsa yasalarda bir anlamı ve kıymeti vardı. Biz Kürt gazeteciler, neredeyse yüz yıldır sansüre karşı mücadele ediyoruz. Özgür basın olarak da çok bedel ödedik. Ancak şu anki iktidarın basın özgürlüğüne dönük daha özel bir politikası var. İktidar neredeyse 20 yıldır basın kuruluşları ile bir savaş halinde. Sürekli gazetecilerin alanını daraltan ve kendine bağımlı hale getiren bir politika izliyor. 2016 yılında bu konudaki politikalarını daha da sıklaştırdı. Kendisine bağımlı hale getirebildiklerini yola getirdi, dışında kalanları, başa çıkamadıklarını ise KHK yolu ile kapattı, engellemeye, sansürlemeye başladı. İktidarın politikası, gazeteciler arasında dahi kutuplaşmaya neden oldu. İktidarın uyguladığı politika ne yazık ki sahaya kadar yansıdı. İki kutuplu bir medya anlayışı ortaya çıktı. İktidar yanlısı medya ve dışında kalanlar. Muhabirler sahada dayanışamaz hale geldi. Yıllarca sahada muhabirlik yaptım, birkaç yıldır haber takibinde arkadaşlarımla, dayanışamadığımızın farkındayız. Bu, iktidarın politikalarının sahaya yansımasıdır. Bu durum, gazetecilik açısından çok vahim…
 
Yasal kılıf da hazır
 
İktidar yıllardır çeşitli yöntemlerle gazetecileri susturmaya çalışıyor. Tüm susturma politikalarına rağmen gazeteciler susmadı, susmuyor, gazeteciler ile birlikte toplum da sesini yükseltiyor. İktidar bu kez de topluma karşı saldırıya geçti. Sosyal medya paylaşımları bahanesiyle gözaltılar, tutuklamalar ve cezalandırmalar başladı. Bütün bunlara bir kılıf bulunsa da hukuki olmadığını çok iyi biliyoruz. Bir süredir iktidar sansüre yasal bir kılıf bulma arayışındaydı.
 
İktidar bütün bu saldırıları yasal bir çerçeveye büründürmek için sansür yasasını hayata geçirdi. Ben iktidarın “toplumu terbiye etme yasası” diyorum. Toplumun haber alma hakkını, fikirlerini dile getirme, ifade etme hakkını sansürleme yasasıdır.
 
Görevimiz gerçeklerden taviz vermemek
 
Gazeteciliğin en önemli görevi, toplumu doğru bilgilendirmektir. Gerçeklerden taviz vermemektir. İktidarın belirlediği kurallara göre veya çerçevede yazamaz. Eğer bunu yaparsa iktidarın kalemşörlüğünü yapmış olur. Ve topluma karşı olan sorumluluğunu yerine getirmemiş olur. Bu da gazetecilik ahlakına aykırıdır. En önemlisi de insan doğasına aykırıdır, insan haklarına aykırıdır. Bu bağlamda sansür yasası, ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran, tamamıyla zihinlere saldırı yasasıdır. Düşünceden yoksun bırakma girişimidir. İktidar sansür yasası ile insanın en doğal refleksini öldürmeyi hedefliyor. Kendi zihniyetini empoze edebilmek için insanların düşüncelerini sansürlemesi gerekiyor. Açıkçası bunun için de ciddi bir mesai ve çaba harcıyor.
 
Ancak bütün çabalarına rağmen bu yasa ile istediğini elde edebileceğine inanmıyorum. Zira tek tip düşünceye zorlamak, beraberinde daha fazla kaosu getirecektir. Başta biz gazeteciler, bu yasayı hiçbir koşulda kabul etmiyoruz ve etmeyeceğiz. Yasal çerçeveye büründürülmüş olması, doğru olduğu anlamına gelmez. Doğru olan, vicdanın sesidir. Toplumsal ahlaktır. Bizler de elbette ki vicdanımızın sesini esas alacağız. Gerçeklerin topluma ulaşması için gazeteciler olarak çok bedel ödedik ve hala ödüyoruz. Bir yasa ile vicdanımızın sesini susturamayız.
 
Düşünce sansürü deler
 
Sansür yasası öncelikle toplumu ciddi anlamda etkiliyor. Toplum düşüncelerinin donuk kalmasını kabul etmez. Düşünceyi durdurmaya veya dondurmaya çalışırlarsa, düşünce dile gelmek ve açığa çıkmak için kendisine başka bir yol bulur veya engeli ezip geçer. Düşüncenin doğal akışı sansür yasasını delip geçecektir.
 
Hiçbir yasanın, insanın en doğal hakkı olan ifade özgürlüğünden daha değerli olduğuna inanmıyorum. Düşüncenin gücüne, etkisine inanıyorum. Engel tanımadan dile gelmeye devam edecektir. Vicdan yasaları delip geçecektir. Tıpkı Şebnem hocanın (Korur Fincancı) vicdanının sansür yasasını delip geçtiği gibi. Bu nedenle bu yasa önümüzdeki süreçte iktidarın ayağına dolanacaktır. Bekleyip hep birlikte göreceğiz.
 
*JINNEWS Haber Müdürü (Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi)