Sur’un hafızası olmak…
- 09:03 2 Aralık 2025
- Kadının Kaleminden
"Yıkılan her bir taş, Sur’u özünden koparmak, halkı hafızasızlaştırmak amaçlıdır. Ama Kürt halkı hiçbir değerini, direniş tarihini bugüne dek unutmadı, unutmayacak da."
Beritan Canözer
Soluksuz bir mevsimdi bu... Yapraklar dallarından ayrılıyordu, hafif kırgın bir hava vardı, gökyüzü sanki bir şey söylemek ister gibi susuyordu. Rüzgar usul usul esiyor, her esintide ağaçların gölgesine biraz daha hüzün düşüyordu.
Uzaklarda bir yerde, mevsimin derin nefesi duyuluyordu yorgun, ağır ama yine de umutlu. Çünkü her düşen yaprak, toprağın belleğine düşen yeni bir hikayeyi taşıyordu. Yine de bir şey vardı havada… Sessiz bir kabulleniş, hafifçe büyüyen bir sabır ve direnmenin doyulmaz hissini taşıyordu. Doğa, kendi döngüsünün kaçınılmazlığını biliyor gibi sakin ilerlerken, ağaçlar, gövdelerinde yüzyılların sabrını taşır gibi dimdik duruyor; yapraklar ise düşerken bile zarafetinden bir şey kaybetmiyordu.
Ve tüm bu sessizliğin içinde, insanın içini titreten bir gerçek vardı: Her şey bitiyor gibi görünüyordu ama aslında her şey yeniden başlamaya hazırlanıyordu. Gökyüzü yavaş ve sessizce kararırken, mevsimin derinlerinde filizlenecek yeni bir umut çoktan yerini almıştı.
Doğanın bu döngüsünü halk da kendi içinde yaşıyordu. Düşen yapraklar, kararan gökyüzüne rağmen doğmaktan vazgeçmeyen güneş gibi umudu taşıyordu.
İşte böyle bir mevsimin gölgesinde: Uzun bir direnişin tanığı olacağız. Yerle yeksan edilmek istenen bir varlığın, kendini nasıl destansı bir var oluşa bıraktığının tanıkları olacağız. Belki evimizde oturarak, belki de direnişin gölgesinde, ucunda, içinde… Bir halk gerçekliğinin tüm çıplaklığını tenimizde hissedeceğiz. Yer yer diken diken olan tüylerimizle, yer yer yanan tenimizle, içimizi kemiren endişelerimizle…
Sur’un tarihinden mi, sokaklarını saran bazalt taşlarından mı, etrafını saran Sur’larından mı yoksa içinde özünü hiç kaybetmeyen komünal-toplumsal yaşam izlerinden mi bilemem… Her adım yaşamın akışını hissettirirdi. Sonbahar’ı da, kışı da, ilkbaharı, yazı da… Kuşkusuz hedef alınan ve yok edilmek istenen de buydu. Bir halkı tarihiyle, belleğiyle, toplumsallığıyla vurmak.
Sur’a dönük özel savaş politikaları hiç bitmiyordu. Uyuşturucu, fuhuş, Hizbullah’ın Kürt gençlerini asimile etme ve hedef gösterme politikaları derinlemesine yürüyordu. Elbette Sur’un politik gençleri/halkı bunun farkındaydı. Tam da barış sürecine denk gelen bir dönemde, bu politikalar Sur’a daha fazla musallat olmuştu. Bir anda başlayan GBT’ler, polislerin Sur sokaklarında keyfi turları, gençleri “sohbet” adı altında düşürme girişimleri…
Sur direnişi, Sur’da öz yönetim tam olarak böyle başlamıştı. Gençler, bu politikalara geçit vermeyecekti. Kendilerini, sokaklarını bu zehirli politikalardan koruyacaklardı. Önce uyuşturucu ve fuhuşa karşı gece nöbetleri başlatıldı. Aileler ve gençler dönüşümlü nöbet tutuyor, Sur’u koruyordu. Bu nöbetler birilerini rahatsız etmeye başlamıştı. Çeteler, Sur’a giremiyor, gençlere ulaşamıyordu. Ve işte; Sur’a ilk silahlı saldırı 23 Ağustos 2015’te oldu. Polisler nöbetlere müdahale etti. Saldırılara karşı Sur gençleri de öz savunmada bulundu. Karşılıklı çatışmalar 2 gün devam etti. Amed’in diğer ilçelerinden yurttaşlar, gençler Sur’a gelmeye ve Sur’u korumak için direnmeye başladı. 24 Ağustos’ta Murat Gündüz, polis saldırısında yaşamını yitirdi. Sur halkı Murat’ın (Berxwedan Karker) intikamını almaya söz verdi. Ve Sur’da artık direniş her gün daha da büyümeye başlıyordu. Sadece Amed’ten değil, çevre illerden de direnişe destek olmak için akın ediliyordu.
3 günde bir ilan edilen sokağa çıkma yasakları, Sur’a yapılan saldırılar, halkın yaşamını her gün daha çok tehdit etmeye başladı. Ve Sur halkı öz yönetimini ilan ederek, bu saldırılara karşı örgütlü bir direnişin ve öz savunmanın ilk adımını attı. Bu sürede onlarca kişi tutuklandı, onlarca genç yaşamını yitirdi. Sur’un ardından Kürdistan’ın birçok kentinde halk öz yönetimini ilan ederek, işgale-soykırıma karşı direnmeye başladı.
Aylarca süren direnişin sonunda 2 Aralık 2015’te Diyarbakır Valisi daha uzun bir yasağın butonuna bastı. Artık saldırılar çok daha ağırlaşacaktı. Ama Sur asla terk edilmeyecekti.
Rozaların, Şindaların, Serhildanların, Çiyagerlerin, Reberlerin öncülüğünde, tarihin en büyük, en uzun destansı şehir direnişi yaşanıyordu. Sur’da direnen ve bu direnişte yaşamını yitiren gençlerden Felat Amed ile uzun yasağın başladığı gün aramızda bir diyalog geçmişti. Ve şunu söylüyordu: “Bugün Sur’dan vazgeçersek, yarın Kürtlüğümüzden de vazgeçmemizi isterler. Sur’u onlara bırakamayız.”
Sur, varlık-yokluk çizgisinin belirleneceği yerdi. Ya sonuna kadar direniş ya da teslimiyet. Ellerinde olmayan imkanlarıyla, devletin her türlü silahına karşı direnmeyi kafasına koymuş bu gençler, teslim olur muydu?
Olmadılar. Canlarıyla direndiler. Çiyager’in gözleri hala Sur’un üstünde. Fiziki ayrılıklar olur ama duygu-ruh ayrılıkları yoktur. Bedenin nerede olursa olsun, ruhun- bağını kurduğun yerdedir. Çiyager’in gözleri Sur’un üstünde. Rêber’in, Azad’ın, Awesta’nın gözleri Sur’un üstünde.
Ve onların baktığı yer, yalnızca taşlar ve sokaklardan ibaret değil; sesler, anılar, yarım kalan cümlelerdeler. Orada bir zamanlar koşan çocukların ayak izleri, duvarlara sinmiş nefesler, gecenin içinde yaktıkları ateşin kıvılcımları, sokağa yansıyan gölgeleri, yoldaşlarının gülüşlerindeler…
Bu yüzden onların gözleri hala Sur’un üstünde. Ve Sur, onları hala kendi içinde saklar. Sur’a giderken, öylesine gidilmez. Gidilemez. Her adımda onların ödediği bedeller hatırlanmalı, değerleri koruma bilinciyle gidilmeli.
Octavio Paz, “Uluslar hafızalarıyla yaşar; hafızasını kaybeden ulus, yönünü de kaybeder” der. Bir halk, kolektif yaşamın ve mücadelenin bütünüdür. Değerlerini, ödenen bedelleri unutmak, aynı zamanda kimliğine, varlığına, özüne yabancılaşmaktır. Sur yalnızca bir mekan değildi. Geçmişte olduğu gibi, bugün de bir halkın tarih belleğidir. Sur, kolektif hafızamızdır. Bugün üzerinde tepinenler, o gün Sur’un yıkılan, yok edilen her bir taşına da ortaktır.
Yıkılan her bir taş, Sur’u özünden koparmak, halkı hafızasızlaştırmak amaçlıdır. Ama Kürt halkı hiçbir değerini, direniş tarihini bugüne dek unutmadı, unutmayacak da. Nasıl ki biz Kürtlere dönük 50-60 yıl önce yaşanan soykırımları hala konuşuyor, hesabını soruyor ve direnişlerini miras ediniyorsak…
10 yıl değil, 100 yıl da geçse; Sur ve tüm öz yönetim direnişleri hatırlanmaya, konuşulmaya, anılmaya devam edilecek. Halk hafızasına sahip çıktığı sürece, hiçbir güç tarihten silemeyecek. Bu tarihin içinde unutulacak olan, anılmayacak olan o gün Sur’u yok etmeye çalışanlar ve bugün hafızasızlaşanlar olacak…







