Şengal ve medya

  • 09:09 7 Ağustos 2022
  • Medya Kritik
 
Gülcan Dereli
 
HABER MERKEZİ - Şengal fermanının üzerinden 8 yıl geçti, ancak yaşananlar yüzlerce yıllık. Êzidîler hem Kürt hem de farklı bir inancı olduğu için dünya da yaşananlara ortak oldu. Egemen medya için ise ilk zamanlar fazla izlenmenin, aksiyonun bir unsuru olarak dikkat çekti. O da zamanla yerini sessizliğe, suç ortaklığına bıraktı.
 
Dünya tarihinde dili ve inancından dolayı Êzidî Kürtler kadar soykırımdan geçirilmiş başka bir toplum var mı bilmiyorum. 73-74 fermanı yaşamış kaç toplum ayakta kalmayı başarabilmiş? Êzidîler maruz kaldıkları bunca fermana rağmen her seferinde yeniden doğmayı başarmış ender bir güce sahip. DAİŞ’in 3 Ağustos 2014 tarihinde Şengal’e yönelik gerçekleştirdiği soykırım saldırısında on binlerce Êzidî katledildi, erkekler annelerinin, eşlerinin, çocuklarının, yakınlarının gözü önünde katledildi. Kadın ve çocuklar ise ölümden beter bir vahşet ile karşı karşıya kaldı; kaçırıldı, köle pazarlarında satıldı, demir kafeslerle yakıldı. 
 
Okuyamadıklarımızı onlar yaşadı…
 
Bu hafta Şengal Soykırımı’nın 8’inci yılını geride bıraktık. Hala kayıp binlerce Êzidî var ve sayıları net değil. Yaklaşık 3 bin deniliyor ancak kimi kaynaklar bu sayının daha fazla olduğunu belirtiyor. Her kurtarılan Êzidî’nin hikayesi ile bir kez daha yaşanan vahşete tanıklık ediyoruz. Bazılarının okumaya bile dayanamadığı bu vahşeti onlar yaşadı, anlatıyor, hala kayıp binlerce kadın ve çocuğun bulunması için çabalıyor.
 
‘Çocukluğumu çaldılar’
 
DAİŞ’ten kurtarılan bir kadın artık kendisine Dilbirîn diyordu verdiği röportajda, yani “yaralı”. Bu yara o kadar derin ki tarif bile etmekte zorlanıyordu: "Kaç kişiye satıldım bilmiyorum, sürekli beni birilerine satıyor, birbirlerine hediye ediyorlardı. Defalarca tecavüze uğradım, hamile bırakmak için yarışa girdiler, tecavüz sonucu 4 çocuk doğurdum bir tanesi kucağımda açlıktan öldü."
 
DAİŞ tarafından 10 yaşındayken kaçırılan Êzidî çocuk ise şöyle diyordu: "Hizmetçi olarak kullanıldım, yıllarca işkence gördüm, çocukluğumuzu çaldılar artık çocuk değilim…"
 
Konu artık medya için ‘popüler’ değil
 
Aradan 8 yıl geçti, ancak yaşananlar yüzlerce yıllık. Tarihin ağır yükü. Êzidîler hem Kürt hem de farklı bir inancı olduğu için dünya da yaşananlara ortak oldu. Başlarda kamuoyu oluştuğu için tepkiler olsa da zamanla bu 'otantik' bir inancı koruma temennisine dönüştü, o da zamanla solup gitti. Egemen medya için ilk zamanlar fazla izlenmenin, aksiyonun bir unsuru olarak dikkat çekti. O da zamanla yerini sessizliğe, suç otaklığına bıraktı. Aradan sadece 8 yıl geçmiş ve hala binlerce kayıp varken artık bu konu medya için popüler değil. Üstelik Şengal halihazırda her gün saldırılara uğruyor, 3 Ağustos devam ediyorken... Tabi bu dünya medyası için geçerli. Türkiye'deki medyanın hali ise bambaşka. Buradaki medyanın görme biçimi -doğrusu medya değil- sessizlikten ziyade bir suç ortaklığının göstergesi. Havuzu ve muhalif medyasıyla Türkiye'de soykırımı gören sadece bir basılı yayın vardı. Başka hiçbir gazete, 8 yıl önce yaşanan bu soykırımı görmedi. Özgür basının temsilcisi Yeni Yaşam gazetesi dışında hiçbiri.
 
Özgür basın egemen medyayı da teşhir ediyor
 
Yaygın medya, eşyanın tabiatı gereği egemenlik ilişkilerinin bir aracı olarak faaliyet yürütmekte. Kimi zaman “objektif” gibi görünen haberlerin verilmesi, bir yanıyla iktidarların onayına tabi, bir yanıyla da kamuoyu üzerindeki inandırıcılıklarını fazla yitirmemeleri için.
 
Hep söylenir özgür basın, iktidarların suçlarını ifşa ettiği için bu kadar hedef oluyor diye. Buna bir şey daha eklemek gerek; o da hakikati anlatan özgür basın, aynı zaman da egemen medyanın “algı” oluşturma faaliyetlerini ifşa ettiği için de hedefte. 
 
Gazetecinin silahı kalemi!
 
Özgür bir basının ne derece etkili olduğunu gösteren örneklerden biri Şengal idi. Şengal'de yaşananları dünya, ilk bir Kürt gazeteciden duydu, fotoğraflarını gördü. KDP'nin kaçışını bir Kürt kadın gazetecinin kamerasından gördü. Bu öyle etki yarattı ki soykırımın hem sonuca ulaşmasını engellemede hem de soykırıma ortak olanları ifşa etmede rol oynadı. Yani “gazetecinin silahı kalemi ve fotoğraf makinası” tabiri bir mecaz değil, gerçek anlamıyla kullanıldığında toplumun kendini savunma ve gerçeği öğrenme aracı. Bir de gazetecinin en önemli silahlarından biri de sorularıdır.
 
Oysa kameralar, deklanşörler Şengal hakikatine tam yöneltilse orada dev bir suç ortaklığı görülecek. Şimdi doğrudan bu katliamları gerçekleştiren DAİŞ'liler nerede? Acaba hangi kılıfın altında hayatlarına devam ediyor? Neden Ankara'da sık sık Êzidî kadın ve çocukların DAİŞ'lilerin elinde olduğu ortaya çıkıyor? Neden Bağdadi ve DAİŞ liderleri Türkiye'nin korumasındaki bölgede bulunuyor? Neden Irak merkezi hükümeti-KDP ve Türkiye Şengal'e saldırıda anlaşıyor da DAİŞ'e karşı kılı kıpırdamıyor? Neden DAİŞ'i yenenlere savaş ilan ediliyor? Neden DAİŞ'i yenen kadınlar suikasta uğruyor? Neden Meleke Tavus SİHA ile katlediliyor?
 
Sorular çoğaltılabilir. Siz de kendi sorunuzu ekleyebilirsiniz. Bu soruların cevapları kim olduğumuzun yanıtıdır!