Hakikatin izinde, özgür topluma doğru (2) 2025-08-19 09:01:57     'Kadının özne olarak katılımı, tüm toplumu dönüştürür'   Şehriban Aslan   AMED - “Kadının toplumsal süreçlere özne olarak katılımı, sadece kadınları değil, tüm toplumu dönüştürür” diyen  TJA aktivisti Ayşegül Ayaz, eşit temsiliyetin ve kadın öncülüğündeki yerel örgütlenmelerin demokrasi için vazgeçilmez olduğunu ifade etti.   Komünal yaşamın yeniden inşası tartışmalarında kadının bakış açısı, yalnızca toplumsal eşitlik arayışının değil, aynı zamanda yeni bir toplumsal tahayyülün de merkezinde yer alıyor. Abdullah Öcalan’ın PKK’nin 12. Kongresi’ne gönderdiği perspektifte vurgulandığı gibi, etik-politik toplumun kurucu zemini kadın kimliği etrafında örüldü. Bu nedenle, günümüzde kadınların toplumsal süreçlere katılımı yalnızca kendi özgürleşmelerini değil, tüm toplumun demokratik dönüşümünü zorunlu kılan bir anlam taşıyor.   Dosyamızın bu bölümünde Tevgera Jinen Azad (TJA) aktivisti Ayşegül Ayaz da, bu çerçevede, kadının tarih boyunca yaşadığı dışlanmışlıktan çıkışını; komünal değerlerin yeniden inşasında üstlendiği kurucu ve dönüştürücü rolüyle ilişkilendiriyor.   "Kadın bakış açısı derken, biraz daha demokratik toplumsal olanı gözeten, biraz yaşama dair olan bir şeyden bahsediyorsak; bunun ilk şekillendiği zamanlar olarak yine doğal toplum süreçlerine dönme ihtiyacı oluyor."   *Kadın bakış açısı, etik-politik bir toplumun inşasında nasıl bir dönüştürücü rol üstleniyor? Komünal yaşamın yeniden örgütlenmesinde bu bakış açısının ayırt edici yönleri nelerdir?   Kadın bakış açısıyla demokratik toplumun örülmesi meselesinde, önce “kadın bakış açısı” derken hangi hususlara dikkat çekmek gerektiğini açmaya ihtiyaç var. Bu mesele sadece bugün itibariyle bir cinsiyet ya da cins olarak kadının kimliğinde, kadın cinsinde dile gelen bir yaklaşımdan ziyade; biraz daha çok tarihsel arka planları olan, kültürel ve politik temelleri bulunan bir gerçeklikten bahsediyoruz.   Buradan baktığımızda, her konuda olduğu gibi, yine bu meselede de tarihin başına, toplumsallığın ilk oluştuğu döneme referansta bulunmaya ihtiyaç var. Sonuçta “kadın bakış açısı” derken, biraz daha demokratik, toplumsal olanı gözeten, biraz yaşama dair olan bir şeyden bahsediyorsak; bunun ilk şekillendiği zamanlar olarak yine doğal toplum süreçlerine dönme ihtiyacı oluyor.   Niye oraya dönüyoruz? Çünkü biz toplumsallığın kadın kimliği etrafında şekillendiğini, kültürünü, ahlakını, politik değerlerini bugün etik ve politik olarak temellendirdiğimiz değerlerin biraz o süreçte, bu kimlik etrafında, ana kadın etrafında şekillendiğini biliyoruz.   Kadın bakış açısı ve toplumsal zemin   Neden? Çünkü besleme, büyütme, yaşam verme ve sürdürme; sürdürme adına politikalar geliştirme, bunun ilkelerini oluşturma, toplumsallığı bir arada tutacak zeminleri yaratma noktasında öncülük eden kimlik, biraz kadın kimliği olduğundan kaynaklı belki kadın bakış açısı olarak ifade edebiliriz.   Ama bu toplumsallığın içinde toplumun tüm renklerinin olduğunu görüyoruz. İşte bir çocuğun da dahil olduğu, erkeğin de dahil olduğu; klanda bulunan ya da o toplumsallıkta bulunan, komünün kendisinde bulunan her bireyin bu bakış açısıyla, bu yaşam paradigmasıyla yaşama katıldığı bir zeminden söz ediyoruz. Haliyle bugün bu zeminde demokratik toplumu inşa etmenin kendisi ya da komünal değerleri yeniden yaşatmanın kendisinin esas bir yerde olduğunu belirtmek mümkündür.   Bugün işte toplumun elinden tüm bilmeler alınmış aslında. Kendi yarattığı tüm değerler, diyelim, bir grup tarafından ya da hırsızlanmış bir şekilde alındı. Bunu yeniden kazandırabilmek, özüne döndürebilmek için de tekrardan nereden kaybettiğine dönüp bakabilmek lazım. Oralarda arayabilmek lazım. Bu nedenle biraz “kadın bakış açısı” diyoruz.   Bugün toplumda güzele dair, iyiye dair, yaşamın devam etmesine dair tüm değerlerin ya da tüm dinamiklerin biraz orada kaybolan zeminde aranması gerektiği hususundan kaynaklı, kadın bakış açısıyla bir demokratik toplumu inşa etmenin ya da komünal değerleri yaratmanın çok temel bir yerde bulunduğunu ifade etmek gerekir.   “Yaşamın nerelerden örüleceğini, korunacağını, besleneceğini bilen kadın kimliği şahsında bu ilkelerin ve politikaların bu temelde belirlenmesi; her türlü politik ve siyasal yapılanmalarda kurucu olarak rol almasını olmazsa olmaz meselelerden biri haline getiriyor.”   *Kadın meclisleri, yerel örgütlenmeler ve taban demokrasisi deneyimleri bağlamında, kadınların kurucu aktör olarak üstlendiği rol nasıl bir toplumsal değişime yol açıyor?   Kadının aslında yaşamla kurduğu bağ, zaten demokratik temelde, komünal temelde olduğundan kaynaklı; yaşamın her alanında kadının sözünün, iradesinin, bakış açısının ve oluşturduğu ilkelerin yaşam bulması çok çok önemli. Bu, siyasal yapılanmalardan tutalım, aslında yaşamın tüm dinamiklerine kadar bir irade kılma zorunluluğu kılıyor kadın kimliği açısından. Bunu ifade edelim. Bir meclis yapılanmasını ya da herhangi bir oluşumun kendisine de baktığımızda; hangi konuya dair karar verirse versin, yaşamın tüm dinamiklerinin ortak görüşünün olabilmesi gerekiyor.   Bu noktada en çok ötelenen, en çok yok sayılan, en çok inkâr edilen kimliğin kadın kimliği olmasından kaynaklı da; belki de kimde daha fazla kaybediliyorsa, toplumsallık onu dinlemenin en demokratik olan olduğu, en eşitlikçi kılabilecek mekanizma olduğunu görebilmek gerekiyor. O anlamıyla, meclislerden tutalım tüm yapılanmalara kadar; kadının eşit düzeyde, katılımcı bir temelde, aktif bir şekilde iradesini var etmesi, orada yaşamsallaştırması aslında yaşamda görülmeyen yanların belki de yaşamsallaşmasını beraberinde getirecek.   Eşit temsiliyet bunlardan biridir   En başta söyledik, kadının yaşamla teması çok fazladır. İktidar gerçekliğine çok bulaşmamıştır. Devletin bakış açısının o katı, dogmatik, azınlıkları görmezden gelen ya da ayrıntıları görmeyen zemininden ziyade; kadının bu zeminlerde biraz daha avantajlı olmasından kaynaklı, bu kimliğin her türlü politik yapıda kendini var etmesi, toplumun bu yapıların demokratikleşmesini beraberinde getirecek. Yani bir “cins gerçekleşmesi”nden ziyade, bu bakış açısına, bu paradigmaya, bu demokratik zihniyete sahip olan bireyler temelinde ifade etmenin daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Bunun tedbirleri ya da mekanizmaları, bugün demokratik toplumun inşa sürecinde de alınmış durumda. İşte eşbaşkanlık bunlardan biridir. Eşit temsiliyet bunlardan biridir.   Kurucu rol olması, olmazsa olmaz meselelerden biridir   Bunlar sadece sayısal tedbirler olmaktan ya da çekinsel, mekanik tedbirler olmaktan ziyade; aslında orada yaşama dair görüşün biraz daha hâkim olması, gözden kaçan ayrıntıların biraz daha esas olabilmesi açısından önemlidir. Yaşamın nerelerden örüleceğini, korunacağını, besleneceğini bilen kadın kimliği şahsında, bu ilkelerin ve politikaların bu temelde belirlenmesi; her türlü politik ve siyasal yapılanmalarda kurucu olarak rol almasını olmazsa olmaz meselelerden biri haline getiriyor.    “Demokratik toplumun inşası demek, tam da kadını bu pozisyondan çıkarıp özne haline getirmek demektir.”   *Komünal yaşam perspektifiyle yeniden inşa edilen topluluklarda, kadınlar sadece mağdur konumundan çıkıp nasıl kurucu ve dönüştürücü bir duruma dönüşüyorlar?   Toplumların inşa süreçlerinde mekanizma aslında her şeydir. Biz bunun böyle çok kendiliğinden gelişeceğini düşünürsek, yine kaderimizi bir avuç egemenin eline teslim etmiş oluruz. O anlamda mesela kadınların bu mekanizmalarda bulunma süreçlerine dair alınan kimi tedbirler ya da ifade edilen ilkeler, orada kadının bu toplumdaki yerini de ifade eder.   Bugünkü sisteme baktığımızda, mesela kadın sürekli sorunsallıkla ele alınan bir kimliktir. Sürekli televizyonları açıp baktığımızda da kadına dair haberler sadece ya cinayet ya şiddet. Hep böyle sorun kaynağı kendisiymiş gibi ya da bir sorunsallıkmış gibi ifade edilmeye çalışılıyor. Bu da kadın kimliğini tanımlamada bir noktada ciddi bir eksikliği beraberinde getirir.   Yaşamı örme biçimleri çok fazla   Yani kadını sadece bugün toplum içerisinde nesne konumunda olan, sadece mağdur konumunda olan bir kimlikle tanımlamak, bir noktadan sonra yaşamı da eksik bir şekilde tamamlamayı beraberinde getirir. Yaşamın dinamiklerinin çok çeşitli olduğunu ifade ettik. Burada kadının temaslarının, dokunuşlarının, yaşamı örme biçimlerinin çok fazla olduğunu söyledik. Kadın hangi koşul altında yaşarsa yaşasın, yaşamı doğuran ve besleyen bir yerde olduğunu biliyoruz.   Fakat sadece bu tek başına yetmez. Sonuçta kadının tarihsel birikimleri, geçmişten gelen mücadele deneyimleri, o anlamda yaşamın diğer kimlikleriyle ya da yaşamın diğer özneleriyle kurduğu ilişkilenmeden çıkardığı sonuçlar ve buradan yeni yeni politikalar üretme meselesi çok belirleyici bir yerde duruyor. Bu nedenle bugün yaşanan gerçeklikte kadın kimliği çok ciddi bir mağduriyet yaşıyor.   Karanlıkta bırakılmaya çalışılan bir kadın gerçekliği var   Can güvenliğinden tutalım, ekonomik yaşama katılımına kadar, siyasal hayata katılımından tutalım, yaşamı etkileyen zeminlerde söz sahibi olmamasına kadar sürekli mağdur edilen, kapatılan, öldürülen, şiddete uğrayan, sürekli karanlıkta bırakılmaya çalışılan bir kadın gerçekliği var. Ama demokratik toplumun inşası demek, tam da kadını bu pozisyondan çıkarıp özne haline getirmek demektir. Yani burada iki yönüyle bir itiraz var. Birincisi, kadın kimliğini sadece nesne olarak tanımlayıp sadece bir mağduriyet üzerinden ele almaktan çıkarma. İkincisi, bunu da özneleştirerek aslında bu mağduriyetin kimler tarafından gerçekleştiğini deşifre etme yönlü bir mesele var.   Burada erkek egemen kimliğin deşifrasyonu sadece kadına yönelik değil; yaşamın bir bütününe dönük, katleden, yaşanmaz hale getiren, zindan hale getiren uygulamaların belki de açığa çıkması ve dönüştürülmesi, biraz bu zeminlerde gerçekleşen bir şeydir. Bir kadın bu kimlikleri ya da bu kendine yaşamı kapatan alanları tanımladıkça, doğalında mağdur olmaktan çıkıyor.   Yaşamın kurucusu olarak görmek gerekir   Evet, her birimizin belki yaşam gerçekliği bu zeminle örülüdür. Doğduğumuzda, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ya da yapılanmalarının içinde doğan kadınlar olarak; kendini bilmeyen, tarihini bilmeyen, sürekli her taraftan dışlanan, yok sayılan, hor görülen, şiddete uğrayan kimlikler iken, bu zeminlere katılmakla birlikte artık kendimizi erkeğin ezileni olarak değil, yaşamın kurucusu olarak tanımlamaya başladık. Haliyle bu da bireysel olarak her birimiz olduğu kadar, kadının kimliğini de toplumsal özne, kurucu bir noktaya evriltir.   “İlk kaybeden kimlik kimdi, kadındı. O zaman kadını bu zeminlerde özne haline getirmek gibi bir sorumluluğumuz var.”   *Kadınların toplumsal inşa süreçlerine katılımı, sadece kadınları mı özgürleştiriyor, yoksa bu katılım tüm toplumsal ilişkileri yeniden mi şekillendiriyor?   Şimdi demokrasi nerede kaybedildi? Buna biraz cevap aramak lazım. Toplum ilk şekillendiği zamanda çelişkileri yok muydu? Elbette ki çelişkileri vardı ama bu çelişkileri bir araya gelerek, tartışarak, herkesin görüşünü alarak ortak bir politika belirleyerek ve belirlediği politikalara herkesin katıldığı zeminleri örerek bir demokrasi kültürü inşa etti.   Buradan dışlanan kimlikler, demokrasiye ilk darbeleri de ifade eder. İlk dışlanan kimlik kim oldu, kadın kimliği oldu. Sonra gençlerin kendisi, erkek kimliğinin kendisi gibi inançlar, etnik yapılar… Bugünkü toplumsal zemine baktığımızda ya da hangi rejime bakarsak bakalım, aslında demokrasinin bu tartışma kültüründen dışladığı kesimlerle darbe aldığını biliyoruz.   Biz bugün yeniden bir yapılanmayı tartışacaksak ya da toplumun demokratik temelde inşasını tartışacaksak, en başta bu dışlanan kimlikleri yeniden bu toplumun kendi inşa sürecine dahil etmek gibi bir zorunluluk vardı. İlk kaybeden kimlik kimdi, kadındı. O zaman kadını bu zeminlerde özne haline getirmek gibi bir sorumluluğumuz var.   Bunun için ne gerekir? Kadınların elbette kendi zeminlerinde özgün, özerk örgütlenmelerini, belki özgün komünlerini, özgün meclislerini, özgün ekonomi alanlarını, politika alanlarında örgütleyebilmesi gerekir ki, bu toplumun bir süreden sonra demokrasi düzeyini açığa çıkarsın.   “Bugün kadın cinayetlerini kim dert ediyor? Kimse etmiyor, değil mi? Çok ciddi bir kadın katliamı ve soykırımıyla karşı karşıyayız. Bunun tartışmasını kim yürütecek? Biz sadece erkekler yürütsün dersek, kadınlar olarak katillerimize bu alanı teslim etmiş olacağız.”   *Kadın öncülüğünde şekillenen yerel örgütlenmeler, toplumun demokratikleşmesi ve özgürleşmesi açısından nasıl bir model sunuyor? Bu modellerin sınırları ve imkânları nelerdir?   Demokrasi olarak tanımlanan sistemler; birkaç yılda bir seçime gidildiği, işte bir grup erkeğin kendi arasında sürekli tartıştığı, savaşlar çıkardığı, barış anlaşmaları imzaladığı, ama yaşamın dinamiklerine dönüp baktığımızda da aslında oralarda hiçbir politika üretilmediği, hiçbir toplumsal ihtiyacın karşılanmadığı zeminleri görüyoruz. Bu, bize demokrasi olarak kabul ettirilmeye çalışılıyor. Şimdi kendi zeminimizde buna karşı çok radikal bir çıkış var. Bu radikalizmin kendisi de kadını bu zeminlerde özne haline getirmektir. Kendi hayatı ile ilgili kendi kararını almak çok ciddi bir şeydir. Ciddi bir yoğunlaşma, sorumluluk, politik alana katılımı ister. Bu, kendiyle birlikte çok ciddi bir tartışma kültürü ister.   Dahil edeceğimiz ilk kimlik kadın olmalı   Bu tartışmanın içerisine kadını, çocuğu, genci, yaşlısı, farklı inanç kesimleri gibi toplumun tüm renklerini dahil ettiğimizde ulaşmaya çalıştığımız demokrasi tanımını da ifade etmiş oluyoruz. O yüzden şu çok kıymetli bir söz: “Hazineler kaybedildiği yerde aranır.” Nerede kaybettiysek orada yeniden bulma ve kaybettiğimiz şeyi toplumda yeniden inşa etme meselesi... Bugün demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği arıyorsak bu sayede gelecek. İlk kaybedilen, dışlanan kimlik kadınsa, o zaman bizim bu mekanizmalara dâhil edeceğimiz ilk kimliğin de kadın kimliği olabilmesi gerekiyor ki toplumun gerçekten tartışma düzeyini açığa çıkarabilelim.   Kadının var olması kilit bir noktadadır   Özne-nesne ayrımının olduğu, ötekinin hor görüldüğü bir zeminden çıkılmalı. Herkesi özne ve eşit kılan, topluma dair söyleyeceği ve yapacağı bir şey olduğu bilinciyle mekanizmalara dâhil eden bir yapı olmalı. Bir zeminde farklı haklara, inançlara alan açılmış olabilir ama orada kadın kimliği esas değilse, demek ki radikal bir demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Bir yapılanmada kadın kimliğinin bulunması, kadın iradesinin özgürlük temelinde kendini var etmesi haliyle toplumun yavaş yavaş demokratikleşmesini de beraberinde getirecektir. Çünkü kadın kimliği görülürse diğer yok sayılan bütün kimlikler görülecektir. Bu anlamıyla kadının var olması kilit bir noktadadır.   Bizim derdimiz sadece bu toplumsal yapılanmada bir cinsin, sınıfın ya da bir kimliğin özgürleşmesi gibi bir dert değil. Bundan kaynaklı, en çok kaybedilen yerde en çok kaybedileni yeniden özne haline getirmenin kendisinin tüm toplumun kurtuluşu olduğunu ifade ediyoruz. Bu anlamıyla kadın vurgusu yapma meselesinin biraz altını çizmek gerekir. Kimi durumlarda bir kadını fetişleştiren, kadın kimliğini egemen hale getiren yaklaşımlarmış gibi görülebilir. Tam tersine mesele, en kaybedilmiş olanı ya da ‘en geride olanı’ belli bir düzeye getirebilmek ki toplumun demokrasi düzeyi artabilsin.   Değişim, dönüşümü zorunlu hale getirir   Kadın kimliğinin bu zeminlerde var olmasını, biz sadece kadının kendi özgürleşmesi olarak ifade edersek bu, kendisiyle birlikte yine eksik bir yaklaşımı getirecek. Çünkü kadın özgürleşmesi demek, birçok kimliğin değişim dönüşümünü zorunlu kılıyor. En başta erkek egemen kimlik sorgulamasını yapabilmek gerekiyor bu noktada. Erkeğin kendi sorgulaması, kendini dönüştürebilmesi, erkek egemen zihniyetin oluşturduğu bütün yapılanmaların ciddi bir sorgulanmadan ve dönüşümden geçmesini zorunlu kılıyor.   Mevcut siyasete baktığımızda Türkiye zemininde ifade edelim  erkeklerin, erkek jargonuyla, erkek diliyle konuştuğu yerden tutalım, alınan kararların alınma biçimine kadar kadının ne iradesinin ne sesinin var olmadığı, hatta fiziksel olarak bile var olmadığı zeminleri görüyoruz. Bu siyaset zemininin yarattığı toplumsal sorunları da görüyoruz. Sonuçları da vardır, değil mi? Orada egemen olan erkek, aynı egemenliğini getirip evde, iş yerinde, okulda uygulamaya başlıyor.   Tek başına karar alınmasının önüne geçiliyor   Yaşamın her alanında, özgür eş yaşamda kurulan kadın-erkek ilişkisinin ve dengesinin bozulmaya başladığını görüyoruz. Bu zeminlerde kadınları eşit düzeyde, özne olarak dâhil ettiğimizde kendisiyle birlikte dönüşüm de gerçekleşmek zorunda kalıyor. Bir erkek bir söz söylediğinde, bir süre sonra beş kere düşünmek zorunda kalıyor. Bu bir davranış değişikliğini beraberinde getirir. Mekanizmaları da dönüştürür.   Bugün siyasette biz neden eşbaşkanlık sistemini çok tartışır ve bir mekanizma olarak ifade ederiz? Çünkü bu, kendiyle birlikte siyasetin yapısını da değiştirecek bir şeyi ortaya koyar. Kaba anlamda bir kadın bir erkek olması tek başına sonuç vermez, dönüştürmez. Bunun içinde kadınla erkek birlikte nasıl dönüşecek? Kadınla erkek birlikte nasıl tartışacak? Bunun mekanizmasını nasıl oluşturacak? Bunlar, karar alırken sadece bir cinsin ya da bir bireyin tek başına karar almasının önüne geçen mekanizmalardır. Bununla birlikte tartışma kültürünü açan mekanizmalardır. Demokrasi dediğimiz şey nedir? Tartışma kültürünün kendisidir. Bir yerde bir sorun üzerinden tartışılmıyorsa, bir sorun üzerinden kafa yorulmuyorsa, tartışma sonucunda belli kararlaşmalara gidilmiyorsa, orada birilerinin dayatması ya da birilerinin sadece tek taraflı karar aldığı zeminler vardır.   Kadının irade haline gelmesiyle sonuca varılabilir   Sadece kadın kimliği açısından değil, bütün renkleri içine alan, bütün farklılıkları barındıran mekanizmaların oluşabilmesi gerekiyor. Bu, kendiyle birlikte kültürel alandan tutalım ekonomiye kadar, siyasetten tutalım demografyaya kadar mevcut mekanizmaları dönüştürecektir. Bu dönüşüm, bir kadının nasıl doğuracağı, çocuğu nasıl yetiştireceği, aile kurumunun nasıl gelişeceği, bir çocuğun toplumsal işleyişe dâhil olduğunda o mekanizmaların ne kadar özgürlükçü olacağı konularını da kapsıyor. Haliyle kadın kimliğinin özgürleşmesi ve irade haline gelmesiyle bir sonuca varabiliriz.   O anlamıyla kadın kimliğinin var olması, bu süreçlere, mekanizmalara katılması olmazsa olmazdır. Bu yereli, bir mahallenin kendisini dönüştürdüğü kadar, bu yapılanmaların bir araya gelişi genel siyaseti, politikayı ya da genel toplumsal işleyişi de kendiyle birlikte dönüştürecektir. Bugün kadın cinayetlerini kim dert ediyor? Kimse etmiyor, değil mi? Çok ciddi bir kadın katliamı ve soykırımıyla karşı karşıyayız. Bunun tartışmasını kim yürütecek? Biz sadece erkekler yürütsün dersek, kadınlar olarak katillerimize bu alanı teslim etmiş olacağız. Ama burada politika üretebilmek, alternatif yaratabilmek, kadını yaşama çekebilmek ya da kadını yaşamda tutabilmek adına kadın varlığının bu zeminlerde bulunması olmazsa olmaz bir yerde duruyor.   “İhtiyaç olan, bize bu hafızayı unutturan mekanizmaları dönüştürebilmek. Kimilerini belki yok edebilmek, kimilerini kaldırabilmek ama temelde o toplumdaki özü biraz açığa çıkarabilmek.”   *Kadının toplumsal inşa sürecindeki rolü, sadece mevcut yapıları dönüştürmekle mi sınırlıdır, yoksa yeni bir toplum tahayyülünün temellerini mi atmaktadır?   Devrim süreçlerine dair tanımlamalar vardır. Devrim süreçlerinin kendisi ele alınırken, var olanı yıkıp yerine yenisini koymak temelinde tanımlanan süreçler vardı. Oysa biz toplumsal gerçekliklerin böyle olmadığını tarihsel deneyimlerden de gördük. Bugün buradan dersler çıkaran bir noktadayız. Sadece mevcut olanı dönüştürmek ya da mevcut olanı yıkmak yetmez. Her dönüşüm, yeni bir inşayı da beraberinde getirir.   O yüzden bugünkü mekanizmaların değişim dönüşümlerini ifade ederken aynı zamanda yeni bir toplum tahayyül ediyoruz. Kafamızda var olan bir sistemi, mekanizmayı tamamen yıkıp yerine sıfırdan bir şey koymaktan ziyade, içerisinde onu dönüştürmek gerekiyor. Kadın kimliği krizli bir haldeyse, bununla ilişkili olarak erkek egemen zihniyeti, ele alınan olgularla gençliği, dinsel-inançsal kimliklere yüklenilen eril, iktidarcı ve devletçi algıları dönüştürebilmek gerekir.   Kendi içerisinde tartışarak dönüştürmenin kendisi zaten demokratik toplumun inşası demek oluyor. İnşanın kendisine yaklaşımımızı da kavramlar düzeyinde iyi tartışabilmek gerekiyor. İnşa etmeyi, değişim-dönüşümün kendisi ve yeniyi yaratmanın yol ve yöntemi olarak ele almak daha doğru olacaktır.   Sıfırdan bir toplum yaratmaya çalışmayacağız. Bu toplumun aslında özünde var olan demokratik, komünal, anacıl değerlere dayalı çok güçlü bir ahlak ve hafıza var. İhtiyaç olan, bize bu hafızayı unutturan mekanizmaları dönüştürebilmek. Kimilerini belki yok edebilmek, kimilerini kaldırabilmek ama temelde o toplumdaki özü biraz açığa çıkarabilmek. Yeni bir toplumsallık ya da demokratik toplum derken, bu yöntemle inşa etmenin çok temel bir yerde olduğunu ifade etmek gerekir.