Ferman, göç, direniş, örgütlülük… (3)
- 09:08 2 Ağustos 2019
- Dosya
Gazeteci Berfîn Hêzil: Êzidî toplumu DAİŞ’e altın tepside sunuldu
Sara Cekdar
HOLLANDA - 2014’te yürütülen ortak siyaset ile Êzidî toplumunun DAİŞ’e altın tepsi ile sunulduğunu söyleyen gazeteci Berfîn Hêzil, “Êzidî kadın şahsında bir toplum tüm dünyanın gözü önünde kırımdan geçirildi” dedi.
3 Ağustos 2014’te DAİŞ çetelerinin Şengal’e dönük soykırım saldırıları, halen hafızalardaki tazeliğini ilk günkü gibi koruyor. O günlerde Êzidî halkına yapılanların en yakın şahidi gazeteci Berfîn Hêzil oldu. Kamerasını alıp yönünü Şengal’e veren Berfîn, saldırılar sırasında bölgeye ekibi ile ulaşan ilk gazeteciydi. Bir kadın gazeteci olarak korkmadan ekip arkadaşları ile DAİŞ çetelerinin saldırılarını, KDP’ye bağlı peşmergelerin bölgeden çıkışını, Êzidî halkının Şengal Dağı’na günlerce süren yürüyüşünü adım adım belgeledi. Programları ile Êzidî halkının sesini tüm dünyaya duyuran Berfîn ile o günlerde yaşananları, tanıklıklarını ve duygu dünyasında yarattıklarını konuştuk.
*Şengal’e yolculuğunuz nasıl başladı? Saldırılar öncesinde bölgede nasıl bir hava vardı?
2012 Rojava Devrimi sürecinde Cizre Kantonu’ndaydım. Qamişlo’da basın çalışmalarında yer alıyor, yeni gazetecilerin yetişmesi için de eğitimlerine katılıyordum. Yine DAİŞ çetelerinin saldırılarını da o dönemde yakından takip ediyordum. Ama bir kadın olarak da sürekli gözüm Şengal’de idi. Çünkü o süreçte Şengal’e dönük saldırı tehditleri de gündemdeydi. Abdullah Öcalan da “Şengal korunsun, savunması yapılsın, Türkmenler de kendilerini korusun” diye bir çağrısı vardı. Bu yüzden de gözümüz kulağımız Şengal’de idi aslında. Saldırılardan önce Haziran ayında birkaç defa Rojava tarafından Şengal’e gitme şansı buldum. Yani tek bildiğimiz Êzidî bir toplumumuz var, Şengal’de yaşıyorlar ve şuan saldırı tehdidi ile yüz yüzeler.
‘O süreçte Rabia’daydım’
Rabia’nın düşmesi ve Irak ordusunun geri çekilmesi ile aslında tehlike daha da büyüdü. Ama YPG’liler Rabia’ya girdi ve orayı özgürleştirdi. Daha sonra KDP bir takım sorunlar çıkardı. Rabia’nın Irak toprağı olduğunu ve YPG’nin orada bulunmaması gerektiğini savunuyordu. YPG daha sonra Rabia’yı KDP’ye teslim etti. Bende o süreçte Rabia’daydım. Programlar çektim oradan da. Yani sürekli gözüm kulağım bu sınır hattındaydı.
‘KDP sınırı bıraktı’
Daha sonra KDP sınırı bıraktı ve Rabia’nın sadece şehir merkezine yerleşti. Rojava sınırını aslında korumuyordu. Sadece Sünune tarafını koruyordu. Orada birkaç karakol onların elindeydi. Yani savunmayı da YPG geçiş yapmasın diye tek yapıyordu. DAİŞ’in geçmemesi için bir savunma yapmadı. Şengal’i savunma gibi bir derdi de yoktu.
‘Şengal kutsal bir yer’
Şengal’den bahsederken Êzidîlerin tarihinden de biraz söz etmek gerekiyor. Neden Şengal? Neden Êzidî toplumu? Şengal, Êzidîler için oldukça önemli bir yer. Annelerimiz orası için “Şengalarengîn” tabirini kullanıyorlar. Şengal Dağı’ndan bahsedersek aslında çok yüksekliği, yeşilliği veya ormanlık alanı olan bir yer değil. Kuru toprak var sadece. Ama Êzidîler tarih boyunca sığınacak yer olarak hep Şengal’i görmüşler. Şengal, Êzidî halkının özsavunma alanı aslında. Êzidîler nerede olursa olsunlar katliamlar ile karşılaştıklarında Şengal Dağı’na göç etmiş ve savunmalarını burada almışlardır. Bu yüzden Şengal kutsal bir yer.
‘Êzidîler savunmasız bırakıldı’
Ama Saddam Hüseyin döneminde ki o kendini Êzidî toplumuna yakın olarak gösterdi. Êzidî toplumu da ona güvendi. Êzidî toplumunun güvenini alan Saddam yavaş yavaş Şengal Dağı’nı boşalttı. Sünune gibi büyük köyler oluşturuldu. 10 bin 15 bin nüfuslu köyler yapıldı. Daha önce Êzidî halkının sahip olmadığı imkanlar sunuldu. Bununla Êzidî halkı denetim altına alınmak istendi. Daha sonra Şengal Dağı’nda bulunan çeşmeler kurutuldu, insanların orada herhangi bir şey ekmesine izin verilmedi, ağaç dikilmesi yasaklandı, dikenlere idam cezaları verildi. Bununla da Êzidîlerin Şengal Dağı’na gidiş gelişleri kesildi. Ve şunu çok açık diyebiliriz ki Êzidîler savunmasız bırakıldı. Bu yüzden de saldırılara da çok açıktı.
‘KDP DAİŞ konusunda uyarıldı’
Daha sonra KDP, Saddam’ın siyasetini farklı versiyonlarda devam ettirdi. Kozmopolit olan Şengal’de dinler arası çatışmayı çıkardı. Beşika’da 2007’de recm edilen çocuğun Êzidîler eli ile yapıldığını iddia ettiler. Müslüman Arapların Êzidîlere saldırması amaçlanıyordu. Ve 2007’den sonra Arap Müslümanların Êzidîlere dönük çok sert saldırıları oldu. Ama bunların üstü örtüldü. Basında bunlara hiç yer verilmedi. 20’den fazla Êzidî genci katledildi. KDP bununla aslında Êzidîleri ikinci defa esir aldı. Êzidî toplumu daha fazla KDP’ye direnemedi ve Şengal’e girmesine izin verdi. KDP Êzidî toplumunu koruyacağına söz vermişti. Rojava tarafından da DAİŞ konusunda KDP uyarıldı. Saldırı olacağı uyarıları yapıldı ve imkanlar dahilinde YPG’nin gelip Êzidîleri koruyabileceği teklifi sunuldu.
Saldırılar öncesinde Êzidî toplumuna PKK’nin de desteği ile özsavunma eğitimleri verildi. Ama kimse DAİŞ’in bu denli bir saldırı yapacağını tahmin edemiyordu. Bu Êzidî toplumun en büyük gafleti oldu. Aslında DAİŞ’in saldırılarının hazırlığı ta 2007 yılında yapılmıştı. Bu çok açık ortadaydı. Ama Êzidî toplumu dağıtıldığı ve örgütlülükleri bozulduğu için bunun farkına varamadı ve savunmasını da alamadı.
‘Anladık ki çok büyük bir felaket geliyor’
Saldırı tehditlerinin olduğu o günlerde sabahın ilk ışıklarında bir telefon geldi ve “Şengal düştü” denildi. Zaten bizde nöbet tutuyorduk her an saldırı olacağı üzerinden bekliyorduk. O telefon ile birlikte bir refleks oldu ve hiç düşünmeden kimseye demeden arkadaşlarım ile birlikte yanımıza bir kamera, fotoğraf makinesi, bir mikrofon aldık ve bulduğumuz bir taksiye binip Til Koçer’e geçtik. Buradan da Rabia’ya geçtik. Şengal’den gelip Zaxo’ya giden yolda durduk. Baktık ki halk kaçıyor, peşmerge kaçıyor. Halk “Ne yapalım elimizde silah yok” diyordu. Bu sırada biz anladık ki çok büyük bir felaket geliyor. Peşmerge çok rahat “Şengal düştü” karşılığını veriyordu. Tek bir kurşun sıkmadan, çok gamsız bir şekilde oradan çıkıyorlardı.
*Çatışmaların olduğu alana vardığınızda karşılaştığınız manzara neydi?
Akşama doğruydu Rabia’dan çıktık. Doğrusu Şengal coğrafyasını da çok bilmiyorduk. Şengal’den doğru araç konvoylarının yollarda olduğunu gördük. Halk hangi aracı görmüşse binip yollara düşmüştü. Çok büyük bir kaos ve panik vardı. İnsanlar canlarını kurtarma derdindeydi. O halkı durdurmak mümkün değildi. Araçtan binek hayvanına halk bulduğu ne varsa imkan dahilinde kurtulmak için yola çıkmıştı. YPG’nin açtığı koridorlar vardı. Ama sadece gündüz açılıyordu. Çünkü akşamları çok tehlikeliydi. Halk gündüzleri gelip Rojava tarafına geçebiliyordu.
‘Halk kendini örgütleyebildi’
Bu koridordan önce Şengal Dağı çok mühimdi. Eğer o 12 gerilla Şengal Dağı’na yetişmemiş ve peşmergenin ardında bıraktığı doçkaya ulaşılmasaydı en büyük katliam burada yaşanacaktı. Çünkü DAİŞ Şengal Dağı’nın eteklerine kadar geldi. Ama buradaki savaşçılar direnişleri ile DAİŞ’in Şengal Dağı’na yaklaşmasına izin vermedi. Buda aslında Şengal Dağı’na sığınan Êzidîlerin kendilerine gelmelerini ve mücadeleye katılmalarını sağladı. Halk kendini örgütleyebildi bu sayede.
‘Nereye gideceklerini bilemez haldelerdi’
Yine 2014 yazı normal bir yaz değildi. Sanki yer gök pişiyordu. Gökyüzünden adeta ateş fışkırıyordu. Şengal ovası da çok çok geniş. Buraya geldiğimizde yeni fark ettik. Başı sonu yoktu. Çok fazla toprak var ve büyük bir sıcaklığı var fakat suyu yok. Buraya gelenler de umutsuzlardı. Nereye gideceklerini bilemez haldelerdi. Kafalarında sorular olduğu çok açıktı. Kendilerini karşılayan savaşçıların kimler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Yüzlerden korkuları okunuyordu. Bizlerde onları karşılamaya başladık. O sırada gazeteciliği bırakıp bu insanlara yardım etmeye başladım. Hepsi susamış ve bir bardak suya ihtiyaçları vardı. Rojava’da da seferberlik ilan edildi. Halk koridorun açıldığı yere akın ediyordu. Bizlerde karşılamaya gittiğimizde sayıları rakamla açıklanamayacak insan gördük. Şengal’de bu kadar halkımızın yaşadığını tahmin edemiyordum. Bu koridordan sürekli bir insan akışı vardı. Ve bir türlü bitmiyordu. Sürekli kafileler geliyordu. Ne yol, ne insanlar, ne de savaş bitiyordu. Bu görüntüler karşısında bir şok hali oluşmuştu. İnsanlığımızdan utanıyorduk. Bir insan bir insana bu nasıl yapabiliyordu.
*DAİŞ saldırıları sonrası Êzidî halkı Şengal Dağı’na doğru yol aldı günlerce. Sizde bunun en yakın şahidi oldunuz. Orada neler yaşandı?
Şengal Dağı zaten bir ferman için hazırlanmıştı adeta. Bütün çeşmelerden sular kesilmiş, ağaçlar kesilmişti. Suyun olduğu yerlere DAİŞ pusu kurmuştu. Halk su almaya da gidemiyordu. Şengal Dağı’na varmak için saatlerce yürümeleri gerekiyor, Rojava’ya geçmeleri için ise günlerce yürümeleri gerekiyordu. Kimisi bir hafta yolda kalıyordu. Anne kucağındaki bebekler aslında yaşama şansı en fazla olanlardı. Nedendi bilmiyorum ama onlar yaşıyordu. Belki biyolojik bir nedeni vardır. Ama 2-3 yaşındaki çocuklar açlık ve susuzluktan yaşayamadılar. O esnada yaşanan kaos, korku, bilinmezlik hali insanların psikolojilerinde de bozulmalara neden oldu. İnsanlar kendilerinde direnme mücadele etme takati bulmuyordu yürümek için. Su çok azdı. Sadece bir araç vardı su taşıyan. O aracın gidip gelmesi de çok tehlikeliydi. O bir tank su binlerce insana yetmiyordu. Suyun olduğu köylere insanlar gidemiyordu, çünkü DAİŞ oraları ele geçirmiş ve pusu kurmuştu. Rojava’da koridor açılana kadar oradan Şengal Dağı’na birçok temel ihtiyaç getirildi. Ama yetmiyordu. Düşünün bir köyün nüfusu 10 bindi. Nasıl yetsin bu insanlara. En fazla ölüm 2-3 yaşındaki çocuk ve yaşlılarda oldu. Diğerleri biraz daha dayanabiliyorlardı. Açlığa karşı dayanabiliyor insan ama susuzlukla mücadele etme çok zor imkansız yani. Burada insanlar açlık susuzluk, umutsuzluk, ölüm, yaşama sevincinin olamaması ile yüz yüze kaldı ve bu da onların direnmesinin de önüne geçti.
*Şengal’e saldırı sırasında peşmergelerin araçları ile şehri terk ettiği anda bir gazeteci olarak oradaydınız ve peşmergelere tepkiniz ile hafızalara kazındınız. Bize o anları anlatır mısınız? Nasıl gelişti?
Tek bir kurşun atmadan ve gamsız bir şekilde orayı terk etmeleri bir öfke yaratıyor insanda. İzleyenler belki sadece birkaç görüntüde şahit oldu peşmergelerin kaçışına. Ama görünenin ötesinde görüntüler vardı. Çok farklı durumlar vardı. Ben Êzidî toplumuzu ve Şengal’i çok iyi bilmiyor ve tanımıyordum. Şengal’in bu kadar büyük ve bu kadar çok bir nüfusun Şengal’de yaşadığını bilmiyordum. Ama beni o sırada en fazla öfkelendiren aslında peşmergenin gamsızlığı ve kaçışıydı. Yani nasıl o kadar rahat bir şekilde “Şengal düştü” deyip yönünü Zaxo’ya verebildiler. Ellerindeki silahın, üstlerindeki kıyafetin ve bu topluma verdikleri söze ne oldu? Bir gazeteci ve Kürt olmayı bıraktım bir insan olarak zoruma gitti. Nasıl bir halkı düşmanın elinde bırakarak kaçabilirsin. Yani aslında hiçbir söz oradaki o şahit olduğum durumu anlatamıyor.
‘Peşmerge tek bir kurşun sıkmadı’
Daha sonra gözlerimdeki korku daha da azaldı aslında. Peşmerge ile yaptığım o röportajdan iki saat sonra DAİŞ çeteleri Rabia’ya yetiştiler. Nedeni peşmergelerin ellerindeki ağır silahlar ile kaçması idi. Peşmerge tek bir kurşun sıkmadı. Düşünsenize her biri tek bir kurşun sıksa olacaktı 12 bin kurşun. Eğer onlar bunu yapsalardı DAİŞ yaklaşamazdı. Ama DAİŞ çok rahat bir şekilde Rojava’ya kadar gelebildi. Bizleri çembere aldılar. Peşmerge de çembere girmişti. YPG gelmeyene kadar bizler çemberdeydik. Peşmerge de Rojava üzerinden kaçabildi, orada oluşturulan güvenli koridordan geçtiler. YPG kaçıyorsunuz bari silahlarınızı bırakın biz savaşırız diyordu. Ama “silahlarımızı da veremeyiz, çatışamayız da talimat öyle geldi” diyorlardı. Yani talimatı bırak bir insan olarak da düşünsen böyle bir şey yapılmaz yani. YPG’nin elinde ağır silahları yoktu. Ama yine de yapmadılar. Ben halen buna bir anlam veremiyorum. Nasıl ki o gün o kaçışa bir anlam veremediysem bugün de halen anlam veremiyorum. İnsanlık adına da olsa onlar orada o halkı korumaya mecburdu. Êzidî toplumuna karşı yürütülen ortak siyasetin sonucuydu bu ve Êzidî toplumu DAİŞ’e altın tepsi ile sunuldu.
*Son olarak da fermandan geçen bir halkın yaşadıklarına şahit oldunuz. Ne kadar süre Êzidîler ile birlikte kaldınız ve şahit olduklarınızın mesleğiniz üzerinde ne tür etkileri oldu?
Yani orada yansıtmaya çalıştığımız görüntüler aslında ben yaşadığım sürece gözümün önünde olacak. Bir travma, bir utanç ve bir kara leke olarak bende kalacak. Aslında Şengal’de uzun bir süre kalmak istiyordum ama güvenlik nedeniyle çok fazla kalamadım. Ama Şengal özgürleştirildikten sonra birkaç kez anma için gitme şansım oldu. Kendimi bu topluma borçlu görüyorum. Şengal’den döndükten sonra Êzidî hareketlerin içinde yer aldım. Bu topluma borcumu ödemek istedim. Bir insan bir topluma borçlu ise geceleri rahat uyuyamaz. Bu yüzden basın alanında bu halka hizmet etmek istedim. Geceleri biraz da olsa rahat uyumak istedim.
‘Kadınlar katledildi’
Eğer kitaplarda yazılmış ve bizler okumuş olsaydık belki bu yaşananlara inanmayacaktık. Ama ben onları gözlerim ile gördüm. Bu tüm dünyanın gözü önünde oldu. Kadınların katliamdan geçirilişine şahit olduk. Êzidî kadın şahsında bir toplum kırımdan geçirildi. Binlerce Êzidî kadın sağ olarak DAİŞ çetelerinin eline düştü. Sokak sokak, şehir şehir kadınlar katledildi, satıldı. Ki halende DAİŞ çetelerinin elinde olan kadınlar var.
‘Elimden ne geliyorsa yapacağım’
Bu bize bir borç olarak kaldı. Ben bir gazeteci olarak değil bir kadın olarak düşünüyorum. Bu bana bir borçtur ve bu toplumun borcunu nasıl ödeyeceğim? Acaba bu borçları vermeye ömrüm yetecek mi? Ama ömrüm olduğu sürece bu toplum için çalışacağım. Êzidî kadınlar için elimden ne geliyorsa yapacağım. Sadece intikamları için değil bu katliam karşısında insanlığın ileride Êzidîlerden özrünü dileyebilmesi için çalışacağım. Ama Êzidî toplumunun da toparlanması ve kendine yoğunlaşması gerekiyor. Kendilerini örgütlemeli ve Êzidî kadınına da hak ettiği değer tekrar verilmelidir. Yine Kürt halkı da Êzidîlere karşı özeleştiri vermesi ve özrünü dilemesi gerekiyor.
Yarın: DAİŞ'in eline esir düşen Meyan Evdê, yaşadıklarını, Şengal Kadın Vakfı yönetiminden Zehra Süleyman ise fermanın ardından Êzidî kadınlarının örgütlenme sürecini anlatıyor.