10 Ekim: Gökyüzüne kansız bakmak isteyenlerin ardından dört yıl (2)

  • 09:08 7 Ekim 2019
  • Dosya
ANKARA - Katliam tanıklarından Barış Annesi Münübe Koç, “O duyguları tekrar ifade etmek çok zor” derken, katliamda eşi Ali Kitapçı’yı kaybeden Emel Kitapçı ise “Bir taraftan mücadele ettik bir taraftan da kendi acımızı yaşarken o acıya tamamen teslim olmamanın mücadelesini de verdik kendi içimizde. Çünkü acıya teslim olduğun zaman tam da sistemin senin üzerinde bırakmak istediği şey oluyor” dedi.
 
Ankara’da 10 Ekim 2015’te “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”ne yönelik gerçekleşen DAİŞ saldırısının 4’üncü yıldönümü.  O gün mitingde yaşananları tanıklarından dinlemeye devam ediyoruz. Bunlardan biri de Barış Annesi Münübe Koç. İstanbul’dan gelen kardeşleri ve dokuz akrabası ile birlikte mitingin olacağı alana gittiklerini ifade eden Münübe, “Barış mitingi olması ve barışa olan umudumuzun her zamankinden fazla olması çok güzel bir duyguydu” dedi. Alana girerken hiç bir yerde polisin olmamasının dikkatini çektiğini vurgulayan Münübe,  “Polis olmadığı için kız kardeşim de çocuğundan bahsederek iyi ki Adar’ı getirmişim. Polis yok korkmaz’ dedi. Öyle deyince bende ‘bu işte bir iş var’ diye düşündüm. Barış mitingi diye belki bu kadar fazla yok diye düşündüm ama sonra yaşananlar şüphemizi doğruladı” diye anlattı.
 
‘Aklıma bomba patlayacağı gelmemişti’
 
Münübe, sonrasını şöyle anlattı: “Ben onları HDP kortejinin orada bıraktım. Halay çekiyorlardı. Ben de o sırada alanda diğer illerden gelen Barış Anneleri’ni arıyordum. Garın önüne doğru gitmeye başladım. Biraz gittikten sonra ses duydum. İlk başta gaz bombası atıldı diye düşündüm. Hiç aklıma bomba patlayacağı gelmemişti. Sesi duyunca aklıma dört yaşındaki yeğenim Adar geldi. Bu sırada geri döndüm. Geri dönünce ikinci patlama sesini duydum. Bombanın patladığı yere çok uzak değildim. O sırada bir genç beni tuttu kolumdan ‘anne gitme’ dedi. Sanırım alanı o halde görmemi istemedi. Ben de ‘Yok yeğenime bakmam lazım’ dedim. Bu sırada çocuğun başındaki et parçası dikkatimi çekti. ‘Bir şey yoksa başındaki ne’ dedim. Gittim alanda da o sırada kızım beni arıyormuş. Orada patlamada yaşamını yitiren beyaz tülbentli bir anne görünce onu ben zannetmiş.”
 
‘Çevik kuvvet yaralıların üzerine gaz sıktı’
 
“Baktım insanlar çığlık çığlığa yakınlarını arıyordu. Her yerde kan görünce şaşırdım. Hiç kanlara bakmadan yürüdüm. Sonra orada yeğenimi gördüm” diyen Münübe, patlamadan sonra alana bir polis otosunun geldiğini ve bu sırada orada bulunanların, “Her şey olduktan sonra mı geliyorsunuz. Şimdiye kadar neredeydiniz” diye tepki gösterdiğini aktardı. Münübe, “Ben Adar’ı aldım cesetleri görmesin diye. O sırada çevik kuvvet geldi. Yaralıların üzerine gaz sıkmaya başladı. Ben de çocuğu gazdan zarar görmesin diye Tren Gar’ının içerisine götürdüm. Çocuk da etkilenmişti. ‘Teyze bomba ayağıma geldi’ diyordu. Tam Gar’a giderken yerde insanların parçalanmış etlerini gördüm. Nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Çocuk orada çok fazla travmaya maruz kalmasın diye hemen oradan çıkardım. Gelen misafirlerimi alel acele İstanbul’a yolladım” dedi.
 
‘O duyguları ifade etmek çok zor’
 
Patlamadan sonra Hacettepe Hastanesi’ne geçtiğini aktaran Münübe, buradaki tanıklığına dair: “Gittiğimde Ankara’da yaşayan annelerden Gülistan anne oradaydı. Kardeşinin yaşamını yitirdiğini söyledi. Çok kötü bir ortamdı. Herkes yakınlarından gelecek bir haberi bekliyordu. Gördüklerim çok zordu. Hâlâ da unutamıyorum. Adli Tıp önüne gittik o gece. Malatya’dan bir anne gelmişti bir kızı yaralanmıştı diğeri de yaşamını yitirmişti. Anne hangisine yanacağını bilmiyordu. Birçok aile yakını orada çok kötü durumdaydı. Anlatamıyorum. O duyguları tekrar ifade etmek çok zor. Nasıl yaşadım bilmiyorum” ifadelerini kullandı.
 
‘Antep’ten buraya bombalarla kollarını sallayarak girmişler’
 
“Adalet yerini bulsun. Kim yaptırdıysa, onları nasıl getirdi ortaya çıkarılsın. Bir daha bu katliamlar olmasın” diyen Münübe, katliamın üstünün kapatıldığını belirterek, “IŞID’liler, Antep’ten buraya kadar elini kolunu sallayarak bombalarla geliyorlar. Ankara’da iki üç kişi yan yana yürüyünce bile GBT yapılıyor. Oradan buraya nasıl gelebiliyorlar” ifadelerini kullandı. O günden bugüne her şeyin daha da kötüye gittiğini söyleyen Münübe,  konuşmasının sonunda 10 Ekim anmasına çağrıda bulundu.  Münübe, “Herkesi Ankara Gar’ına çağırıyorum. Ailelere destek olalım. Onlarca can gitti. Herkesin adalet talebini dile getirmesi gerekiyor” dedi.
 
'Arkadan vuran kahpe sürüye karşı bu ülkeye barış gelecek'
 
Katliamda, Birleşik Taşımacılık Sendikası (BTS) üyesi ve Anarko-sendikalist eşi Ali Kitapçı’yı kaybeden Emel Kitapçı da katliamın dördüncü yılında yaşadıklarını  ve katliam sürecini anlattı.
 
Eşinin cenaze töreninde bakışları, öfkesi ve dik duruşu ile “Gözyaşı dökmeyeceğim” diyerek katliamı yapanlara meydan okuyan ve oğlunu telkin eden Emel, “Yoldaşımı uğurluyorum” dediği hayat arkadaşını uğurlarken hafızalardan çıkmayan şu sözleri sarf etmişti: “Biz dedik ki bu ülkeye barış gelsin, bu ülkenin yoksulu, emekçisi, Kürt’ü, Türk’ü, Laz’ı, Çerkez’i, kadını, erkeği için barış gelsin dedik. Biz ‘barış’ dedik, onlar ‘ölüm’ dedi. Biz katilin kim olduğunu biliyoruz. Ama biz dimdik ayaktayız. Biz vicdanımızla, ahlakımızla ayaktayız, mücadelemiz devam edecek. Bizi bir kez öldürürler ama bin kez doğururlar. Arkadan vuran bu kahpe sürüye karşı bu ülkeye barış, özgürlük gelecek. Yoldaşım, bin kez selamlıyorum seni, bin kez selamlıyorum seni, binlerce kez selamlıyorum… Sana yakışan bir tek bu ölüm, sen yakıştığı gibi öldün, o kahpelere inat.”
 
‘O günden çok büyük acı dolu bir miras kaldı’
 
Katliamın ardından geçen dört yılın çok zor geçtiğini vurgulayan Emel, toplumda yaşanan olayların herkeste derin yaralar açtığını dile getirdi.  Bu süreçte bedensel ve duygusal yaraların dinmek bilmediğini dile getiren Emel, yaşadığı süreci şöyle anlattı: “Acıyı çok derin yaşadığımız bir ruh halindeydik. O gün orada olan binlerce insan vardı. Somut olarak bir kaybın var. Yaralılar açısından da kayıp yakınları açısından da. Ama o gün orada olan pek çok insan gözle görülmeyen çok derin yaralarla o günden bugüne yaşamlarını sürdürmeye çalıştı. Bize o günden çok büyük acı dolu bir miras kaldı.”
 
‘Acımızı yaşarken o acıya teslim olmamanın mücadelesini verdik’
 
Hem yaşama tutunmaya çalıştıklarını, hem de 10 Ekim’de yaşamını yitirenleri ölümsüzleştirip 10 Ekim’i unutturmamaya çalıştıklarını kaydeden Emel, sözlerine şöyle devam etti: “Bir tarafından da 10 Ekim’e sebep olan, yardım eden katliamın gerçekleşmesinde yolu açanlarla mücadele ettiğimiz bir süreçti. Bir bütün olarak diğer yaralardan da acı duyduğumuz yaramızın daha da kanadığı bir süreçti. Bir taraftan mücadele ettik bir taraftan da kendi acımızı yaşarken o acıya tamamen teslim olmamanın mücadelesini de verdik kendi içimizde. Çünkü acıya teslim olduğun zaman tam da sistemin senin üzerinde bırakmak istediği şey oluyor. Ben onu apaçık şöyle tanımlıyorum: Bu sefer biz canlı ölülere dönüyoruz. O acıyı üzerimizi kaplayan simsiyah bulut olmaktan çıkarıp tekrar hareket ederek mücadeleye çevirdik. Hepimiz bunun çabasını sergiliyoruz ama ne kadar yol alabildik bu anlamda bilmiyorum her birimizin kendi iç dünyasında tartabileceği şeyler bunlar.”
 
‘Hedeflenen en yüksek sayıda insanın ölmesini sağlamaktı’
 
“Geçen dört yıl anlatılacak gibi değil. Ama her şeyde dün gibi” diyen Emel,  o gün orada tanıklıkların herkes de derin yaralar açtığını dile getirdi. Emel, “Diğer bombalı saldırılarda da aynı görüntüler olmuştur ama oraya orada bulunan insanları öldürmek üzerine gönderilen iki canlı bomba ile hedeflenen şey mümkün olan en yüksek sayıda insanın ölmesini sağlamaktı. Zaten orada canlı bombaların konumlanış şekli bunu açığa çıkarıyordu. Bunları mahkeme ifadelerinde de gördük” diye konuştu.
 
‘Ambulanslar 45 dakika sonra alana girdi’
 
Devletin tutumunun net bir şekilde ortada olduğuna dikkat çeken Emel, katliamda var olan ihmallere ilişkin şunları dedi: “Burada iki açıdan değerlendirilebilir. Bir o bombanın patlatıldığı ana kadar yapılan ihmaller. Canlı bombaların oraya gelişi, o gün oraya gelenlerin trafik polisinin bile yol kontrolü yapmayışı, MİT’in istihbaratının Emniyette sümen altı edilişi, ilgili birimlere gönderilmemesi canlı bombaların takip edildiği halde Suriye’den rahatlıkla Ankara’ya gelmesi vs. Bu, buraya kadar olan kısmı. Bir de bizim direk patlamada maruz kaldığımız şeyler var. Orada ki de; kurumların ve devletin şiddetiydi. Ölenlerin ve yaralıların üzerine gaz bombası attılar. Tüm toplum biliyor bunları zaten. Ambulanslar 45 dakika sonra alana girdi. Bu ne demektir. Bu süre içerisinde yaralıların da ölmesini beklemektir. Emniyetin, Sağlık Bakanlığı’nın yaklaşımı, orada yaşadığımız her şeyi gerçekten binlerce insanı öldürmek isteyen bir tutum olarak okuyorum. Görüntüler de zaten anlattıklarımız var. Orada nelerin yaşandığı ortada. Orada olup buna canlı canlı tanıklık eden insanların hayatı boyunca gözlerinden silinmeyecek görüntülere ne yazık ki tanık olduk.”
 
‘Firarilerin Suriye’ye nasıl kaçırıldıkları belli değil’
 
İktidar cephesinden yaratılan kutuplaşma nedeniyle homojen bir toplum yapısının olmadığına dikkat çeken Emel, iki yıl boyunca süren mahkeme ve DAİŞ üyelerine verilen cezalara ilişkin şunları söyledi: “Kutuplara bölünmüş birbirinden ayrılmış bir toplum var. Verilen cezalar, Ankara’da hayatını kaybedenler için Konya’da stadyumda saygı duruşunu yuhalayan insanları tatmin etmiştir. Ama gerçekten mağdur olan insanlar açısından, bizler açısından baktığımızda tatmin etmesi mümkün değil. Göstermelik yargılama ile bir kısmına müebbet vermek hiçbir şey değil. Asıl önemli olan kadrolar ortalıkta yok. Firari durumda nerede nasıl yaşadıkları belli değil. Ya da kimlerin destekleri ile nereye gittikleri belli değil. Suriye’de iseler oraya nasıl kaçırıldıkları belli değil. Belli değil derken tabi ki bizlerin tahmin ettiği bir şeyler var.”
 
‘Sonsuza kadar böyle kalmayacak’
 
MİT’in DAİŞ’in bir numaralı sanığı İlhami Balı’yı misafir ettiği haberlerinin basına yansıdığını hatırlatan Emel, tüm bunları öğrenmeye hakları olduğunu vurguladı. “Bir sürü ihmal var. Bu insanlar nasıl ellerini kollarını sallayarak girdiler. Kamu kurumlarının çok açık ihmali var. Hiçbir kamu görevlisi yargılanmadı ısrarla üzeri kapatıldı” diyen Emel, en son davada İlhami Balı’nın eşinin Kilis’te tutukluyken SEGBİS ile bağlandığını ve ifadesinin mahkeme tarafından alınmadan SEGBİS’in hızlı bir şekilde kapatıldığını aktardı. Emel, “Bir yanıyla baktığımızda bizi organize şekilde öldürmek isteyen bir yapı var; ama halihazırda o yapının korunması sağlayan kollar var. Bu sonsuza kadar böyle kalmayacak. Şu an da müebbet hapis cezası alanlar açısından şu olabilir; Nasıl ki Hizbullah üyelerinin tahliyesi söz konusu olduysa belki onlarda bu beklenti içerisindedir. Belki de mahkemelerde hiçbir şekilde ifade vermemelerinin altında yatan sebep de budur. ‘Nasıl olsa buradan çıkacağız’ pervasızlığı ile kendilerine verilen o güvence duygusudur. Bunlar böyle kalmayacak. En son Davutoğlu’nun ekranlar karşısında yüksek sesle söylediği sonrada gayet yüksek sesle geri çark ettiği bir durum var. Türkiye’nin en karanlık dönemi olarak tanımladı bu süreci. Elbette tüm bunlar sonsuza kadar gizli kalmayacak” şeklinde konuştu.
 
‘Orada olmaya ve hesap sormaya devam edeceğiz’
 
Mahkemede verilen kararın kamuoyunu rahatlatmadığını ve bu davanın burada bitmeyeceğini vurgulayan Emel, “Mücadele sürecek. Gerçekten sorumlu olan insanlar yargılanana kadar sürecek. Ki; bu anlamda avukatlarımızın müthiş bir desteği var. Onların özverisi, çabası ve emeği inancı sayesinde bizde bu kadar sahiplenebildik. Yoksa bireysel acılarımıza daha fazla teslim olabilirdik. Onların emeği de çok büyük. Boş salonlar da göstermelik duruşmalarına devam edecekler ama biz her şeye rağmen orada olmaya ve hesap soracağımız günün gelmesini beklemeye devam edeceğiz” dedi.
 
Yarın: Katliam günü alanda haber takibi yapan gazeteciler Habibe Eren ve Semra Turan yaşananlarını anlattı.