59 yıl geçti: Kelebekler bugünün diktatörlerine karşı direniyor – 5
- 09:02 23 Kasım 2019
- Dosya
Erkek şiddetine karşı mücadele eden kadınlar direnişin sembolü oldu
İSTANBUL - Yıl boyunca erkek şiddetine karşı mücadele eden kadınlar direnişin sembolü olurken, baskılara, gözaltılara, işkenceye karşı her alanda birlikte güçlü olmanın önemini vurguladı.
Dünyada, Türkiye’de ve bölgede, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü'ne sayılı günler kala her türlü erkek şiddetine karşı kadınlar alanlarda olmaya hazırlanıyor. Türkiye’nin gündemine oturan kadına yönelik birçok şiddet olayı yaşandı. Kadınlar ise, kazanılmış haklarını korumak için erkek şiddetine karşı verdiği mücadele ile direnişin sembolü oldu.
Hevrin Xelef
Bu direnişin sembollerinden biri de Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrin Xelef, 12 Ekim’de Qamışlo’da Türkiye’ye bağlı SMO grupları tarafından katledildi ve cenazesine işkence yapıldı. Bununla da yetinmeyen erkek zihniyeti, Hevrin’e işkence ederken çektiği görüntüleri de sosyal medyada paylaşmıştı. Hevrin’in katledilmesine kadınlar bulundukları her alanda tepki gösterdi.
Müzeyyen Boylu
Yıl boyunca onlarca kadın en yakınları tarafından katledildi, şiddete maruz bırakıldı. Erkek şiddetine maruz bırakılan kadınlardan biri de avukat Müzeyyen Boylu idi. Müzeyyen, Diyarbakır’da 19 Mayıs günü boşanmak üzere olduğu Mesut Issı tarafından katledildi. Müzeyyen’in katledilmesi ardından kentte baroya bağlı kadın avukatlar öncülüğünde çok sayıda kadın örgütü, katliama, yaptıkları açıklamalar ve eylemler ile tepki gösterdi. Fail Mesut Issı’nın ise yargılanmasına Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediliyor. Mesut Issı, “Kasten tasarlayarak ve canavarca hisle eziyet çektirerek öldürmek” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
Güllü Yılmaz
Güllü Yılmaz ise Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde sistematik şiddete maruz bırakıldığı evli olduğu Can Yılmaz tarafından 17 Ekim günü yanıcı madde ile katledilmek istendi. Ağrı yaralanan Güllü 12 gün yoğun bakımda kaldı. Güllü 29 Ekim günü verdiği yaşam mücadelesini kaybetti. Güllü’nün yaşamını yitirmeden bir ay önce Can Yılmaz hakkında şikayetçi olduğu ve Can Yılmaz’ın gözaltına alındıktan sonra aynı gün serbest bırakıldığı ortaya çıktı.
Merve Demirel
Yıl içinde onlarca kadın cinsel tacize maruz bırakıldı. Bu kadınlardan biri de Şubat ayında Ankara Sakarya Caddesi’nde gözaltına alındığı sırada polis Sezgin S. tarafından tacize maruz bırakılan Merve Demirel’di. Maruz kaldığı tacize karşı Merve’nin şikayeti üzerine açılan dava Ankara 29’uncu Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. duruşmada sanık polis Sezgin S.’nin Merve’nin avukatlarına haver verilmeden yapılan ara duruşmada ifadesi alındığı ortaya çıkmıştı. Merve’ye destek için kadın örgütleri sık sık açıklama yaparken, tacizin kamuoyunda geniş yer bulması üzerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ise tacizi görmeyerek, Merve’yi hedef alması dikkat çekmişti. Bakan Süleyman Soylu, “Mahkemede görüşeceğiz. Elimizde öyle bir belge var ki evladımıza tacizci diyen alçaklar gereğini görecek" diyerek polisin tacizini savunmuştu.
Nevin Yıldırım
Isparta’nın Yalvaç ilçesi Korukaya köyünde kendisine sistematik cinsel saldırıda bulunan Nurettin Gider’i özsavunmada bulunarak öldürdüğü için Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesi tarafından müebbet hapis cezasına çarptırılan Nevin Yıldırım’ın cezası Mayıs ayında Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi tarafından onandı. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 7 yıldır tutuklu bulunan Nevin’e verilen müebbet hapis cezasında TCK'da düzenlenen “meşru müdafaa” hükümlerini uygulamadı. Kadın katliamlarında fail erkeklere uygulanan “haksız tahrik indirimi” ve “iyi hal indirimi” Nevin’e uygulanmadı.
‘Kadınlar bir uyanışı yaşıyor’
Hem iktidar hem de yargı alanında meşrulaştıran ifadeler ve savunmalar ile erkek şiddetinin, işkenceye varacak boyutlara evrilmesiyle kadınlar şiddete karşı daha fazla sesini yükseltti. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndan Dilber Sünnetçioğlu, buna bir örnek vererek, bir kadının, gelinine şiddet uygulayan oğlunu şikayet ettiğini hatırlattı. Kadınların bir uyanış yaşadığını kaydeden Dilber, şunları dile getirdi: “Ses çıkarıyoruz, haklarımızı daha iyi öğreniyoruz. Tek başına mücadele etmekte önemli. Ancak birlikte mücadele ile daha fazla kazanım elde ederiz. Türkiye’de kadın olmak gerçekten çok zor. 2019 yılının ilk on ayında 390 kadın öldürüldü. Bu ölümle doğal yollarla değildi, veya kaza sonucu ölmediler. Erkekler tarafından işlenen cinayetlerdir. Kadınlar kadın oldukları için öldürüldü. Kendi hayatları hakkında karar vermek istedikleri için öldürüldüler. Bu katiller mahkemelerde kendilerini savunurken sanki kopyala yapıştır gibi aynı ifadeleri veriyor. ‘Çok seviyrdum’, ‘Eve bakmadı’, ‘Çocuklara bakmadı’ ve ‘Beni aldattı’ sözleriyle savunma yaparak istedikleri indirimi de alıyorlar. Mahkemelerin verdiği bu indirimler bir sonraki kadının katledilmesine, neden oluyor. Bu indirimler katili cesaretlendiriyor. Sanki katillerin sırtı sıvazlanıyor. Kadına yönelik şiddetle mücadelede İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun uygulanarak şartlarının yerine getirilmesi gerekiyor. Kadın cinayetleri durdurulabilir. Yeter ki yasalardaki maddeler uygulansı.”
‘Canavarca his için ne olması gerekiyor?’
Bu yıla damgasını vuran kadına yönelik şiddete katledilen Emine Bulut’u hatırlatan Dilber, şöyle devam etti: “’Ölmek istemiyorum’ çığlığı sadece Emine’nin değil. Birçok kadının çığlığı oldu. Kadınlar ‘ölmek istemiyorum’ diye haykırıyor. Emine Bulut kadın cinayetlerinden sadece bir tanesi. Videosu olmayan yüzlerce kadın var. Bu cinayetleri durdurmak için hiçbir kadın asla yalnız yürümeyecek. Emine Bulut olayı kadar davası da en az olay kadar yürek acıttı, bizi öfkelendirdi. Davaya ilişkin söyleyecek söz bulamıyorum. Adam kadını vahşice öldürüyor. Ancak mahkeme canavarca his yok diyerek ağırlaştırılmış ceza vermiyor. Olacak şey değil. Canavarca his olması için ne olması gerekiyor. Bundan büyük canavarlık olabilir mi? Bu katiller mahkemeye çıkıyorlar takım elbisesini, kravatını takıyor. Kafasını hafif yana eğiyor elini birleştiriyor çok pişmanım hakim bey, özür dilerim. Öldürmek istememiştim diyorlar. Bir insanı kurşunlarsan öldürmek istememiş mi oluyorsun.”
‘Kadın erkek eşitliği yansıtılmalı’
Kimsenin tecavüze veya tacize maruz bırakılan bir kadını yargılamaya hakkı olmadığına dikkat çeken Dilber, “Saat kaçta, neredeydi. Ne giymişti. Bunları sorma hakkımız yok. Bunu sorduğumuz an olay bitiyor. Baştan hükmünü vermiş oluyorsun. Kadın cinayetlerini durdurmanın anahtarı toplumsal cinsiyet eşitliğinin kabul edilmesidir. Bunu herkesin kabul etmesi gerekiyor. Bu konuda devlet adamlarına, siyasetçilere, ünlülere herkese çok iş düşüyor. Söylemlerine dikkat edecek. Tabi en önemlisi medyaya çok iş düşüyor. Kadın ve erkeğin eşit olduğunu söyleyerek haberlerini yapacak. Dizilerde kadına yönelik şiddet resmen özendiriliyor. Kadını tokatlayamaz, dövemez, kadının kıyafetine karışamaz. Kadın erkek eşitliğinin yansıtıldığı diziler olmalı” diye ifade etti.
‘Biz susmayacağız’
Kasım ayı boyunca birçok eğitim toplantıları yaptıklarını vurgulayan Dilber, kadınlar olarak birbirlerinden çok şey öğrendiklerini belirtti. Kadınların artık tacize, tecavüze karşı sessiz kalmadığının altını çizen Dilber şunları vurguladı: “Biz susmayacağız. Türkiye’de sadece 2011 yılında kadın cinayetlerinde azalma oldu. Çünkü 2011 yılında İstanbul sözleşmesi tartışılmaya başlandı. Ve 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi imzalandı. İstanbul Sözleşmesinden söz etmek bile kadın cinayetlerini geriletti. Bir de düşünebiliyor musunuz? Bunun şartları tam olarak uygulansa ne kadar çok azalma olur. O nedenle İstanbul Sözleşmesi’ni konu alan eğitimler yapıyoruz. Yine kadın cinayetleri davalarını takip ediyoruz. Sosyal medyada duyulmasını sağlıyoruz. Gerekirse eylem yapıyoruz. Ta ki katilin veya tecavüzcünün etkin bir şekilde cezalandırılmasını sağlayana dek.”
‘Özgürce yaşayabileceğimiz şehirler istiyoruz’
Erkeklerden pozitif ayrımcılık istemediklerini ifade eden Dilber, “Çiçek böcek, oyunca ayı, tüylü hayvan istemiyoruz. Biz eşit koşullarda yaşamak istiyoruz. Eşit işe eşit ücret istiyoruz. İstediğimiz yerde, istediğimiz kıyafetle olmak istiyoruz. Biz kadınların öldürülmediği özgürce yaşayabileceğimiz şehirler istiyoruz. Türkiye’nin birçok şehrinde de kadın meclisleri olarak varız. Mücadele yürütüyoruz” diye konuştu.
‘Daha çok birlikte olabiliyoruz’
Kadınların mücadelesinin sadece 25 Kasım ve 8 Martlarda değil, her gün olduğunun altını çizen Dilber, “Tabi ki böyle günlerde görünürlüğümüz daha çok artıyor. Böyle günlerde kadınlar olarak daha çok birlikte olabiliyoruz. Bu yıl kadına yönelik şiddete karşı 24 Kasım’da saat 15’te Kadıköy’de Beşiktaş iskelesinde olacağız. Bütün kadın kardeşlerimi davet ediyorum. Asla yalnız yürümeyecekler. Onlar olmasa eksiğiz. Ne kadar kalabalık olursak o kadar görünür oluyoruz. O kadar güçlü oluyoruz. Onun için bütün kadın kardeşlerimi bekliyorum” diye çağrı yaptı.
‘Kadına yönelik şiddete karşı yan yana gelebiliyoruz’
Hükümetin 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik yaklaşımlarına, yaptırımlara karşı mücadele ettiklerini dile getiren Anti Kapitalist Müslümanlar’dan Zeynep duygu Ayben ise şöyle konuştu: “Kadınların verdiği mücadele çok kıymetli. Kadın hakları meselesi toplumsal muhalefetin en iyi sağlanabildiği alanlardan biri. Kadına yönelik şiddetin sürekli arttığı bir dönemdeyiz. Ancak buna karşı ise toplumsal cinsiyet rollerinin, toplumsal cinsiyet eşitliğinin daha çok tartışıldığı bir süreçten geçiliyor. Bu süreçle birlikte de kadınlar yan yana geliyor. Birçok karma yapıdan ideoloji ve kimlik gözetmeden, kadına dönük şiddette dair yan yana gelebiliyoruz. Bu çok önemli. İktidarın kadınlar meselesindeki rahatsızlığının farkındayız zaten. Özellikle bir nafakayla boşanmanın olduğunu zanneden bir erk sistem ve düzen var. Bahsedilen nafakanın sınırlandırılmasına dönük yargı paketi tartışmaları var. Daha fazla sesin yükselmesi için kadınların daha örgütlü olması gerekiyor. Tüm kısıtlamalara rağmen kadınların büyük mücadele verdiklerini düşünüyorum. Bizler Antikapitalist Müslümanlar olarak iktidarın ‘Müslüman kadından feminist olmaz’, ‘Feminist kadından Müslüman olunmaz’ söylemlerine karşı ayrıca bir mücadelenin içindeyiz. Kadın örgütlerinin yanında yer alıyoruz. Aktif olarak çalışıyoruz.”
‘Mücadele sokakta başlamalı’
Mücadelenin sokaktan başlanması gerektiğini vurgulayan Zeynep, insanların iç içe bilinçlenme halinin değişimi beraberinde getireceğini ifade etti. Zeynep, “Benim mutfakta çalışan annemin de kadına yönelik şiddet olayından rahatsız olup, ‘acaba erkeği şiddet durumuna getiren durum neydi?’ diye sormadan bu durumu tartışmadan, yaşanan şiddet olayının salt yanlış olduğunu anlatabilecek platformlar oluşturmamız lazım. Mahalle içi çalışmaları ve genel çalışmaların yapılması gerektiğini düşünüyorum. İlişkilerin yatay olarak kurulması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü kadın ideolojisi veya feminist teoriyi var edebilecek şey sokaktan toplanan bilgi olmalıdır. Sokaktan aldığını evriltebilirsin. Yoksa tepeden inme bir teori veya bir bilgi halkın veya kadında karşılığı çok zor olacaktır. En azından 6284 sayılı kanunun her ne kadar yeterli olmasa da kadına yönelik şiddeti engellenmesindeki rolünü hatırlatmak önemlidir. Bunu aileden başlayarak tüm çevreye anlatarak yayabilmek sokakla olan mesafeyi azaltmak açısından da ayrı bir öneme sahip” dedi.
‘Ben de 25 Kasım’da Taksim’deyim’
Geçtiğimiz yıl 25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı Tünel’de bir araya gelen kadınların yapmak istedikleri yürüyüşün polislerce engellendiğini hatırlatan Zeynep, kadına şiddete hayır dedikleri esnada polisten şiddet gördüklerini söyledi. Zeynep, “İlk kez eyleme katılan kadınlardan biri ‘Demek ki bu işler böyle oluyor. Televizyonda gösterildiği gibi değilmiş’ deyip tepki vermişti. Hatta en çok tepki veren ilk kez katılanlar olmuştu. Türkiye’de şu an kitlesel olarak eylem yapılabilen iki şey var. 8 Mart ve 25 Kasım’dır. Kadınların ne olursa olsun hala mücadele alanlarını bırakmaması bence çok kıymetli. Her örgütlü yapıdan kadınların bu eylemlerde olması çok önemli. Kadınlar bu eylemlerde çok kararlı. En sıkıştıkları anda ne yapacaklarını bilemedikleri anda ilk başvurdukları anda kadın örgütleri. Çünkü kadınlar devletin tanımış olduğu olanaklara güvenemiyor. Kadın mücadele her geçen gün daha da kitleselleşen bir harekete dönüşüyor. Buda gasp edilmiş haklarımızı alabilmek için iyi bir mücadele alanı olduğunu düşünüyorum. Bende 25 Kasım’da Taksim’de olacağım. Bütün kadınlar kendi gelecekleri ve çocukları için orada olmalı. Toplumsal cinsiyet rolleri için, kadın hakları için, geniş bir mücadele ağının bir parçası olmak için orada olmalı. Kendi alanlarımızı gasp ettirmemek için orada olmalıyız” diye konuştu.
Yarın: Farklı dillerde aynı sloganlarla kadınlar mücadelelerinden geri adım atmadı