Ağrı’da kadınlar neler yaşıyor? (1)
- 09:04 1 Temmuz 2020
- Dosya
Kadınlar gelenekler adı altında çıkmaza sürükleniyor
Hikmet Tunç
AĞRI - Şüpheli kadın ölümlerinin arttığı Ağrı’da, "gelenek" adı altında ve özel politikalarla birlikte yapılanlar kadınların yaşamını çıkmaza sürüklüyor.
Kürt illerinde muhafazakarlık, özel savaş politikaları ve feodal yapının oluşturduğu “erkek değer” ile şekillenen bir toplumsal realite sonucu kadınlar şiddet sarmalı ile yüz yüze. Geçtiğimiz günlerde Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Dirayet Dilan Taşdemir, Ebru Günay ve Pero Dündar pandemi sürecinde Ağrı’da 6, Mardin’de 4 ve Diyarbakır’da 2 kadının şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiğini belirterek, Meclis Araştırması istemişti. Yine Van’da 2020’nin başından bu yana 8 kadının şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiği basına yansıdı. Birçok medya kuruluşu kadın katliamlarına üçüncü sayfada yer verse de “erkek şiddeti”ni tanımlarken “cinnet geçirdi, akli dengesi yerinde değil” ifadeleriyle meşrulaştırmaya çalıştı. Gazetelerde, “kadın intiharı” denilerek bir iki satırlık yer verilse de söz konusu kadın olunca “her intihar bir cinayettir” gerçekliğiyle yola çıkıyoruz. “İntihara sürüklenmiştir.” Tam da bu tanımla yola çıkarak şüpheli kadın ölümlerini varsa “intihar” ve “intihara sürüklenme” nedenlerini araştırmak için Ağrı ve ilçelerinde bir dizi görüşmeler gerçekleştirerek, yaşananlara ışık tutmaya çalıştık.
Ortak alanlar erkek işgalinde
Toplumsal yaşamdan uzaklaştırılarak erkekten bir adım geride yürütülen kadınların yaşamlarına dokunmak için çıktığımız Ağrı yolunda, kadınların yaşadıklarını yerinde gözlemledik. Bu doğrultuda kentin siyasetçisi, belediye eşbaşkanları, sosyoloğu, avukatı ve “intihar” olarak kayıtlara geçirilen kadınların aileleriyle görüştük. İlk olarak kent merkezini adımlıyoruz. Amacımız ortak yaşam alanlarında kadının yerini gözlemlemek ve mümkünse kadınlarla sohbet ederek kadın sorununu onlardan dinlemek. Ancak çevre illerde olduğu gibi Ağrı kent merkezin de de kaldırımlarda, işlek caddelerde, ortak yaşam alanlarından park, kafe ve kahvehanelerde erkeklerle karşılaşarak toplumsal cinsiyet rollerinin ağır bastığını görüyoruz. Sokak aralarında küçük esnaflarda alışveriş yapan birkaç kadına rastlıyoruz. Konuşmaya çalışıyoruz ancak hiçbir girişimimiz sonuç vermiyor. Kadının yanında “abi, kardeş, baba, eş” sıfatıyla duran erkeklerin “izin vermeyen” bakışlarıyla karşılaşıyoruz.
Kadın erkekten birkaç adım geride yürüyor
Sokağı adımlamaya devam ediyoruz. Az ilerde yüzünü beyaz tülbent, bölge halkının deyimiyle “leçek” ile kapatan orta yaşlı bir kadının birkaç metre ötesindeki erkeğe ulaşmak için küçük ama hızlı adımlarla yetişme telaşını görüyoruz. Kent dışından gelen bir kadınsanız gittiğiniz kahvehanelerde, kafelerde, parklarda rahat oturabilirsiniz. Hatta size yerini vermek için toplu taşıma araçlarında, ortak yaşam alanlarında sizden yaşça büyük olsa da kalkıp oturmanız için yer açar. Sokaklarını adımladığınız her adımda yargılayan bakışlarla karşı karşıya kalırsınız, ama bu sadece kadın olmanızdan kaynaklıdır.
Kadınlar çocuk yaşta tanımadıkları kişilerle evlendiriliyor
İlçelere gitmek için bindiğimiz minibüsün içinde yine yüzü “leçek” ile peçelenmiş kucağında ve yanında çocuğuyla bekleyen kadınları görüyoruz. Şoföre bir şey söylerken kadının yanındaki erkeğin kulağına eğilerek önce ona anlatması, minibüste beklerken yine yakını bir erkeğin ekmek arasına sıkıştırılmış yiyeceği uzatırken, kadının arkasına dönüp yemesine tanıklık ediyoruz. Sohbet ettiğimiz aynı minibüsten kişilerden kadınların çocuk yaşta ve “görücü” usulüyle evlendirildiklerini, ayrıca evlendirildiğinde çocuğun ailesinin (karşı taraf için de geçerli) “başlık parası, süt parası' olarak en az 40 bin lira istendiği”ni öğreniyoruz. Evlendirildikten sonra da para ile “satın” aldığını düşünerek olsa gerek ağır iş yükü, “kayın pederle” konuşmama, aynı sofrada oturmama ve çocuğunu dahi aile büyükleri varken sevmeme ile kadının yaşamı kendi iradesi dışında şekilleniyor ve bir kalıba sığdırılıyor.
‘Feministlik öyle bir şey değil…’
Yalnızca köylere yolculuk sırasında ya da alışveriş yapan erkeklerle değil, memur, aydın, kendisini “entelektüel” olarak tanımlayan erkeklerle de sohbet ediyoruz. Kendimizi kadın haber ajansı muhabiri olarak tanıtmaya başladığımız andan itibaren (Jin News’in içindeki Jin-kadın) anlamından olsa gerek, düşüncelerini sıralamaya başladıklarını gözlemliyoruz. Bizimle sohbet edenlerden biri “Geçenlerde bir kadın avukat kendisini feminist olarak tanımlıyor. Ya feministim deyince feminist olunmuyor ki. Bence feminist öyle bir şey değil…” diyerek bir tartışma konusu açmaya çalışıyor. Feminizm hakkında anlatacak çok şeyi var gibi. Bu sırada tabureye oturmuş orta yaşlı erkeklerin oturduğu bir dükkân önü dikkatimizi çekiyor.
‘Artık kimse eşini dövmüyor’
Kadın haber ajansı muhabiriyim diye tanıtmaya başlar başlamaz onlarda “Cennet anaların ayakları altında” kadının “annelik”le kutsanan metaforunu “Cennet kadınların ayakları altında” şekliyle daha politik bir cevapla ifade ediyorlar. Ardından sohbet benzer örneklemelerle sürdürülüyor: “Kadınlar başımızın tacıdır, namustur, en değerlimizdir. Valla ben karıma hiçbir şey yaptırmıyorum. Eskide kaldı kadınlar artık çok özgür. İstediği zaman çarşıya çıkarıyorum.” Bu sözler daha da uzayıp gidiyor. Derken bir eve konuk oluyoruz. “Bak işte vallahi ben o kadar iyi davranıyorum ki el üstünde taşıyorum onu. Sabahtan akşama kadar evdedir, yan gelip yatıyor” sözü ile kadının özel alan denilen yere hapsedildiği göz ardı edilerek bir lütuf olarak ifade ediliyor. Özel alana sığdırılan kadının “rıza”sı varmış gibi gösteriliyor bir de. Kadının buna cevabı ise “Eskiden şiddet görmeyen kadın yoktu. Ama artık kimse kolay kolay eşini dövmüyor” oluyor. Erkeğin eşini “dövememesi” de ikinci bir lütuf oluveriyor bir anda.
Böyle bir tablonun olduğu kentte iki ayda 6 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Peki ama neden? Bu sorunun cevabını aramaya devam ediyoruz.
Yarın: “İntihar” ettiği iddia edilen kadınların yaşam öyküleri.