15 Şubat karanlığına karşı İmralı direnişi (1)

  • 09:01 10 Şubat 2022
  • Dosya
Suriye’den Türkiye'ye bir halka komplo süreci
 
Dilan Babat
 
ANKARA - 9 Ekim 1998’de başlayarak 15 Şubat 1999’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişine uzanan sürecin perde arkasında uluslararası güçlerin ittifakı, komployu birçok boyutuyla gözler önüne seriyor. İmralı’da tutulduğu tecrit koşullarında komploda yer alan güçleri ve rollerini açığa çıkaran PKK Lideri, “Bir halk benim şahsımda yok edilmek istendi” diyor.
 
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) koordinatörlüğünde 1985 yılında NATO Gladiosu ve Almanya ile başlayan, Ortadoğu, Afrika, Avrupa’dan birçok ülkenin dahil edilmesiyle “uluslararası” bir boyut kazanan ve 15 Şubat 1999’da PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesiyle sonuçlanan komplo 23 yılı geride bıraktı.
 
Komplo öncesi 1 Eylül'de ateşkes
 
Türkiye ve Avrupa’nın savaş söylemlerini yoğunlaştırdığı bir süreçte Abdullah Öcalan, 1 Eylül 1998’de katıldığı bir TV programında, “İşte bunun bir adımı olarak, şüphesiz dünya barış güçlerinin 1 Eylül'deki barış özlemlerine, AP'nin aldığı karara ve Türkiye ortamında yükselen oldukça güçlü kamuoyuna yanıt verebilmek için biz 1 Eylül'den itibaren süresi belirlenmemiş, uzun veya kısalığı bize değil de bize yanıt vermesi gereken çevrelere bağlı -ki şart diye de dayatmıyoruz-; özellikle sorunların çözümü için daha elverişli siyasi koşullara ulaşmak, Kürt meselesi de dahil bunları çözebilmek için bizden beklenen ilk adımın atılması için; tek taraflı demeyeceğim veya tek taraflı gibi de anlaşılsa bir ateşkesi başlatmayı uygun bulmaktayız” sözleriyle “ateşkes” kararını duyurur.
 
Komplonun ilk adımları…
 
9 Ekim 1998’de resmi olarak başlayan ve 15 Şubat 1999’da Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle sonuçlanan uluslararası komplo süreci, Abdullah Öcalan’ın “ateşkes” kararı ve çağrısına rağmen, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in 16 Eylül 1998 tarihinde Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde Abdullah Öcalan’ın bulunduğu Suriye için kullandığı “Sabrımızı taşırmasınlar” sözüyle başlar. Akabinde 30 Eylül 1998’de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) “PKK” ve “Abdulllah Öcalan” başlığı ile toplanır. Bir gün sonrasında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de 1 Ekim 1998 tarihinde Meclis açılış konuşmasındaki “Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tutuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kez daha dünyaya ilan ediyorum” açıklamaları ile Abdullah Öcalan’a dönük komplonun sinyalleri verilir. 
 
9 Ekim
 
Türkiye’nin Suriye üzerinde artan tehditleri ve Avrupa’nın buna seyirci kalışı Hafız Esad yönetimindeki Suriye’yi kaygılandırır. Abdullah Öcalan’ı ülkeden çıkarabilmek için “biraz zaman” isteyen Hafız Esad’a kulak asmayan Türkiye, Abdullah Öcalan’ı ülkeden çıkarmadığı takdirde “savaş açacağını” belirtir. Bu baskı ve tehditlere karşı Suriye’de yaşayan yurttaşları tehlikeye atmamak adına Abdullah Öcalan 9 Ekim 1998'de Suriye topraklarından ayrılır. Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıktığı an hesaplanarak çıkışının hemen ardından “Acil” koduyla Interpol’de “Kırmızı Bülten”le yakalama kararı çıkarılır. Böylece dış güçlerin dahil olduğu komplo süreci de fiilen başlar.
 
Moskova’ya gidiş
 
Türkiye’de Abdullah Öcalan’a dönük kirli pazarlıklar başlarken, Suriye’den çıkan Abdullah Öcalan Yunanistan’a gider. Abdullah Öcalan, Yunanistan’a indiğinde, kendisini karşılama sözü veren Yunanistan Milletvekili Kostas Baduvas’ı bulamaz. Milletvekili yerine NATO çalışanları ve Yunanistan gizli servisi EYP’de bulunan kişilerle karşılaşır. Yunanistan’da kalmasına izin verilmeyen PKK Lideri, bunun üzerine PKK Rusya Temsilcisi Numan Uçar (Mahir Welat)  tarafından gönderilen davetiyeyle aynı gün yanında İstihbarat üst düzey yetkilisi Kalenderidis ile birlikte Yunanistan Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan özel uçakla Rusya’nın başkenti Moskova’ya doğru yola çıkar.
 
Abdullah Öcalan: 9 Ekim'de bombalama olacak
 
Abdullah Öcalan Suriye’den çıktığı tarih olan 9 Ekim’de yaşananları 6 gün sonra 15 Ekim’de katıldığı TV programında şöyle anlatıyor: “Bu savaşın başlayabilmesi için uzun mesafeli uçaklar, gemideki hazırlıklar, Akdeniz kıyısındaki gemide bulunan füzelerin kusması benim içindir. Şahsımın hangi saatte, hangi mekanda olduğunun tespit edilmesi gerekiyordu. Bütün her şey gelip bende kilitlenmişti. Savaş başlayacak ama bu adam nerede? …9 Ekim'de bombalama olacak. Olabilmesi için gerçekten nokta ve saat gerekiyor. O günkü telaşa bakın; Mesut Yılmaz ‘Bitti, son uyarı’ dedi. Asıl savaş kararı var, bunu herkes biliyor. Meclisten de ‘tek yumruk, tek ses’ diye karar ve tam yetki de alındı. Fakat tesadüfen, işte o gün bizim noktanın, yerin, saatin belirlenmesi için de son üç günde yaptıkları bir iş vardı bana göre. Bu biraz daha aydınlatılmaya değer bir husustur. Gerçekten o saatte nerede olabileceğimizi bazı dostlara söyledik. Ve o dostlar, şimdi kuşkulanıyorum demeyeceğim ama araştıracağız, o saatte bir sözü yerine getirmek durumundaydılar. O sözü yerine getirmedikleri gibi, ‘Filan saatte mutlaka şöyle sonuçlanabilecek bir hareket tarzı içinde olacaksın’ dediler. Ben bunu kabul etmedim. Neden bu saatte ille şöyle olacak diyorsunuz? ‘Ben bunda bir komplo kokusu görürüm’ dedim ve kabul etmedim. O füzelerin kusacağı saat bekledikleri gibi çıkmadığı gibi, mekan da bekledikleri mekan değildi. Şunu çok açıkça söyleyebilirim ki; eğer o saatler kendilerinin beklentileri gibi gerçekleşseydi, bu Ortadoğu'da yeni bir bölge savaşı demekti.”
 
‘9 Ekim Che Guevara'nın öldürülme günüdür’
 
9 Ekim’in tesadüfen seçilen bir tarih olmadığını ise Abdullah Öcalan şu sözlerle özetliyor: “Tuhaf bir şey daha var: Amerikalılar için belki önemli olabilir. 9 Ekim Che Guevara'nın öldürülme günüdür. Aynı günün seçilmesi de dikkat çekici bir durum. Sanıyorum biraz da bizi bu tarihle, o büyük devrimcinin anısıyla birleştirmek istiyorlar.”
 
Komploya karşı bedenlerini ateşe verdiler
 
Abdullah Öcalan’a dönük “kirli” komplonun farkında olan Kürt halkı ise bulunduğu her yeri eylem alanına dönüştürür. Kitlesel yürüyüşler gerçekleştirip, açlık grevleri başlatan Kürt halkı, konsoloslukları işgal ederek,  Abdullah Öcalan’a yönelik komploya ses çıkarır. Dışarıda Kürt halkının eylemleri devam ederken, cezaevinde bulunan siyasi tutsaklar ise bedenlerini ateşe vererek komployu protesto eder. Maraş E Tipi Cezaevi'nde tutsak olan Halit Oral,  9 Ekim gecesi “Güneşimizi Karartamazsınız” diyerek bedenini ateşe verir. 18 Ekim'de Bartın Cezaevi'nde Murat Kaya, 19 Ekim'de Amasya Cezaevi'nde Mehmet Gül, 20 Ekim’de Bartın Cezaevi'nde Ali Aydın ve Çanakkale E Tipi Cezaevi'nde Meral Kaşoturacak, 22 Ekim’de Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde Fettah Karataş, 23 Ekim'de Midyat Cezaevi'nde Aynur Artan ile Selamet Menteş ve Adıyaman E Tipi Cezaevi'nde Bülent Bayram, komployu, bedenini ateşe vererek protesto eder.
 
ABD’nin Rusya baskısı
 
Bütün dış güçler Abdullah Öcalan’a dönük pazarlıklarına devam ederken, Türkiye ise Moskova ile görüşür. Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mehmet Ali İrtemçelik, Başbakan Mesut Yılmaz’ın Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi karşılığında yaptığı ekonomik pazarlık mektubunu Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov’a iletir. Mektubu olumlu bulan Rusya, Türkiye ile “Davos Anlaşması” imzalar. Böylelikle, Kazakistan petrollerinin Rusya, Azerbaycan petrollerinin ise Türkiye üzerinden dağıtılması kararı alınır. Anlaşmanın imzalanmasının ardından Abdullah Öcalan’ın Rusya Parlamentosunun alt kanadı olan Duma Meclisi’ne yaptığı “siyasi sığınma” talebi beklenmedik bir şekilde 4 Kasım 1998’de kabul edilir. Duma bu kararı ABD’nin hoşuna gitmezken, ABD Duma'ya tehditlerde bulunur. ABD’nin tehditlerine karşı Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov, Abdullah Öcalan’dan ülkeyi terk etmesini ister.
 
Duma önünde bedenini ateşe verenler
 
Avrupa ülkelerinin Abdullah Öcalan’a dönük tutumuna karşı eylemler devam ederken, 17 Kasım 1998 tarihinde Ahmet Yıldırım ve Remzi Akkuş Rusya Duma’da Abdullah Öcalan için bedenlerini ateşe verir. İnsanların bedenlerini ateşe vermesi karşısında Rusya’da bulunan Abdullah Öcalan bir mesaj yayınlar.  Abdullah Öcalan mesajında, “Bize gösterilen büyük bağlılık ve sunulan destek hiç kuşkusuz mevcut durum netleşene kadar sürecektir. Çünkü söz konusu olan bizim şahsımızda kişi değil, özgür geleceğimiz, ulus olarak kaderimizdir. Mücadelemizi kesintisiz sürdürürken, teröre maruz kalmış bir halk olarak teröre karşı duracağız. Ancak direnişimizde bizi çok ciddi bir şekilde zorlayan eylemlere de girmeyeceğiz” diyerek, bu tür eylemlere son verilmesini ister.
 
ABD’nin tehditleri ve ülke arayışı
 
Rusya’nın bu tavrı karşısında Abdullah Öcalan yönünü İtalya’ya çevirir. İtalya Yeniden Kuruluş Komünist Partisi (PRC) Milletvekili Ramon Mantova’nın aracı olmasıyla 12 Kasım 1998’de Roma’ya doğru yola çıkan Abdullah Öcalan, havaalanında farklı iddialarla gözaltına alınır. Abdullah Öcalan bir süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılır. Burada da siyasi iltica talebinde bulunur. Ancak, tehditler yeniden başlar ve ABD Başkanı Bill Clinton, 24 Kasım 1998’de telefonla aradığı İtalya Başbakanı Massimo D’Alema’yı, “Tarihi bir hatadan kaçının” şeklinde tehdit ederek, Abdullah Öcalan’ın İtalya’dan çıkarılmasını ister.
 
Başbakan D’Alema’nın ülke dışına çıkışının yasal ve hukuki olması için “Özgür irademle gidiyorum” şeklinde bir mektup bırakmasını istediği Abdullah Öcalan, “Bir teminat verilmesi durumunda ülke sınırları dışına çıkabilirim” şeklinde yanıt verir bu isteğe. Bunun üzerine Abdullah Öcalan için Avrupa’da bir ülke bulma arayışına giren İtalya hükümeti, Avusturya ile Finlandiya’nın kapılarını çalar. Abdullah Öcalan’ın Finlandiya’ya gitmesine Almanya izin vermezken, Avusturya ise Abdullah Öcalan’ı “kaldıramayacağı” için talebi kabul etmez.
 
Rusya’nın tehditleri
 
Uzun bir süre İtalya’da kalan Abdullah Öcalan, 16 Ocak 1999 tarihinde yeniden Rusya’ya geçer. Rusya’ya gönderilmesindeki amaç, İtalya’nın bu ülkeye yaptığı 8 milyar dolarlık krediyi açtırma sözüydü. İkinci kez Rusya’ya geldiğinin ertesi günü Abdullah Öcalan’ın tutulduğu eve giden Rus güvenlik görevlileri, Rusya Başbakanı Primakov’un “Hükümetimiz, sizin burada kalmanıza müsaade etmiyor. Gerekçesiz sizin üç gün içerisinde Rusya’yı terk etmeniz gerekiyor ama gideceğiniz yeri biz belirleyeceğiz” mesajını iletir. 18 Ocak’ta ise Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksandr Lebedev, Türkiye’ye “Öcalan yakalanır yakalanmaz sınır dışı edilecek” sözünü verir.
 
Bişkek’e kaçırılması
 
Bu çıkışların ardından ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın gündeme gelen Moskova ziyareti öncesi Abdullah Öcalan 20 Ocak’ta zorla bindirildiği bir kargo uçağıyla Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e kaçırılır. Burada 8 gün boyunca bir köy evinde tutulan Abdullah Öcalan’ın dışarıyla bağlantısı kesilir.
 
Yeniden Moskova’ya getirilen Abdullah Öcalan, Rus özel birliklerinin kaldığı bir binaya götürülür. Rus görevliler, kendisine onu Şam’a göndereceklerini söyler. O sırada Türkiye ile Abdullah Öcalan konusunda anlaşma sağlayan Suriye rejimi imzaladığı “Adana Mutabakatı” ile Abdullah Öcalan’ın Suriye’ye gelmesi halinde Türkiye’ye teslim edilmesi konusunda teminat verir. Teklifi kabul etmeyen Abdullah Öcalan, Yunan emekli Amiral Andonis Naksakis’e “can güvenliğinin tehlikede olduğu” mesajını ulaştırır. Andonis Naksakis aracılığıyla Rusya’ya gönderilen özel uçakla Abdullah Öcalan 29 Ocak’ta Atina’ya geri getirilir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos ile görüşen Andonis Naksakis,  Abdullah Öcalan’ın Yunanistan’da kalmasını ister. Teodoros Pangalos, Andonis Naksakis aracılığıyla Abdullah Öcalan’a “Ülkemize hoş geldiniz. Sizinle görüşmek istiyoruz. Hukuki anlamda gereken işlemler yapılacaktır. Farklı bir yaklaşım olmayacak. Bu açıdan sizin durumunuzu somut olarak tartışmak istiyoruz. Bizzat kendim bu görüşmeye katılacağım” mesajı gönderir. Abdullah Öcalan, görüşmeyi kabul eder. Ancak PKK Lideri, Teodoros Pangalos ile görüşeceğini düşünürken, istihbaratçılar Haralambos Stavrakakis ve Savas Kalenderidis ile karşılaşır. Savas Stavrakakis, “Sana sabah saat 04.00’e kadar süre tanıyoruz. Aksi halde bildiğimizi zorla yaparız” tehditlerinde bulunur.
 
NATO’nun devreye girmesi
 
Bir uçakla Schengen Anlaşması (Avrupa Ekonomik Topluluğu üyesi beş ülke arasında, sınır kapılarındaki polis ve gümrük kontrollerini bütünüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan antlaşmadır) kapsamında olmayan Beyaz Rusya’nın Minsk kentine götürülen Abdullah Öcalan, buradan başka bir uçakla Hollanda’nın Lahey kentine götürülür. Planlandığı gibi Abdullah Öcalan, 31 Ocak günü Yunanistan hükümeti tarafından temin edilen uçakla Minsk’e indiği sırada Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov, Avrupa’daki tüm havaalanlarının Abdullah Öcalan’a kapatıldığını duyurur. Abdullah Öcalan’ı Hollanda’ya götürecek olan uçak da Minsk Havaalanı’nda inmez. Abdullah Öcalan’a dönük bu kararın NATO istihbaratı tarafından İsviçre’de yapılan gizli bir toplantıda alındığı bilgisi yıllar sonra ortaya çıkacaktır.
 
Korfu adası süreci
 
Minsk’te inmeyen ve kendisine dönük bu dayatmayı kabul etmeyen Abdullah Öcalan’ın bulunduğu uçak, yeniden Atina’ya döner. Atina’da inen Abdullah Öcalan Amerikan ve İngiliz askeri üslerinin bulunduğu Korfu Adası’na götürülür. 1 Şubat sabahı Teodoros Pangalos, ABD Atina Büyükelçisi Nicholas Burns’u telefonla arayarak, Abdullah Öcalan’ın Yunanistan’da olduğunu söyler. ABD, Atina Büyükelçisini arayarak, “Öcalan’ı Yunanistan’dan çıkarın gerisine karışmayın” talimatlarını verir. Korfu’daki istihbarat merkezinde tutulan Abdullah Öcalan’ın yanına gelen istihbaratçı Savas Kalenteridis, “Çözüm bulduk, sizi bir Afrika ülkesine götüreceğiz. Burada Yunan hükümeti güvencesi altında geçici olarak kalacaksınız, bu süre içinde pasaportunuz hazırlanarak Güney Afrika Cumhuriyeti’ne götürüleceksiniz” der.
 
NATO tehdidi
 
Abdullah Öcalan, bu kez tecrit altında tutulduğu Korfu Adası’nda kaldığı evden çıkarılarak, Afrika’ya gideceği öne sürülen uçağa bindirilir. Kendisini almaya gelen uçağın resmi kaydını göremeyen Abdullah Öcalan, bundan kuşkulanır. İsviçre’den gelen ve NATO Gladiosu ya da CIA tarafından ayarlanan gizli uçak, 2 Şubat 1999 tarihinde Kenya’nın başkenti Nairobi’ye iner.  Abdullah Öcalan’ı burada Kenya Büyükelçisi George Kostoulas karşılar. George Kostoulas’un havaalanında ilk defa karşılaştığı Abdullah Öcalan’a,  “NATO’da 20 yıldır sürekli seni araştıran birimin başındayım. Seni gökte ararken yerde buldum” sözleri de NATO’nun Abdullah Öcalan üzerindeki kirli pazarlığını ortaya çıkarır.
 
Türkiye’nin rolü
 
Abdullah Öcalan’ın Kenya’ya getirilmesinin hemen ardından 3 Şubat 1999’da Kenya Dışişleri Bakanlığı Daimi Sekreteri ile Yunan Büyükelçisi George Kostoulas arasında görüşmeler yapılır. Avrupa ülkelerinde hareketli günler yaşanırken, Ankara’da da sıcak görüşmeler ve gelişmeler gelişir. Bu görüşmeler sonucunda, 4 Şubat 1999 tarihinde Kenya Dışişleri Bakanlığı’nda, Daimi Sekreter ile Büyükelçi arasında bir görüşme daha gerçekleşir. Saat akşamı bulduğunda bir CIA elemanı Türkiye’nin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’la evinde bir araya gelir. CIA yetkilisi, Abdullah Öcalan’ın yakalanması için MİT’e, ABD Başkanı Clinton’ın emriyle Abdullah Öcalan’a dönük operasyon mesajı verir. Şenkal Atasagun ise kararı tek başına veremeyeceğini belirterek bir süre ister. Şenkal Atasagun’un dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e ilettiği teklif kabul edilir.
 
Kenya’dan çıkarılışı
 
Takvimler 15 Şubat 1999’u gösterirken, komplonun son adımları atılır. Kenya Dışişleri Protokol Şefi, elçilik binasına gelerek Büyükelçi ile Dışişleri Bakanlığı Daimi Sekreteri’ni yanına alır. Burada gerçekleşen toplantının ardından George Kostoulas akşam saatlerinde Abdullah Öcalan’ın bulunduğu eve geçer. PKK Lideri’nin elçilik evinden çıkması gerektiğinin söylenmesi üzerine Abdullah Öcalan, hükümet güvencesi olmadan çıkmayacağını belirtir. Kenya İstihbarat Şefi ise Abdullah Öcalan’ı, “Uçak hazır bir an önce çıkın. Gece yaklaşıyor, geceleyin neler olabileceğini garanti edemem” sözleriyle ikna etmeye çalışır. Abdullah Öcalan’ın evde kalmakta ısrar etmesi üzerine devreye büyükelçi George Kostoulas ve istihbaratçı Savas Kalenderidis girer. Savas Kalenderidis’in Yunanistan devleti adına güvence vermesi üzerine Abdullah Öcalan elçilikten çıkar.
 
Türkiye’ye getiriliş
 
Elçi George Kostoulas’ın evinin bahçesinde, George Kostoulas ve istihbaratçı Savas Kalenderidis’in yanında Kenya polisleri, Abdullah Öcalan’ı kendi araçlarına zorla bindirip, havaalanında Türk istihbaratına teslim eder. Abdullah Öcalan, 14 Şubat’ı 15 Şubat’a bağlayan gece bu ekip tarafından üzerindeki bayrak ve kuyruk numarası silinerek yerine Malezya bayrağı ve sahte kuyruk numarası yazılan uçakla 6 buçuk saat süren yolculuğun ardından önce İstanbul’a, ardından ise İmralı Cezaevi’ne götürülür. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğini 16 Şubat’ta kamuoyuna duyurur.
 
Komplo protestoları
 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Öcalan artık Türkiye’de” açıklamalarının ardından Kürt bölgelerinde Abdullah Öcalan’ın tutuklanması ve komplo sonucu Türkiye’ye getirilmesi hem tepkilere hem de protesto eylemlerine neden olur. Bölgede, devletlerin ihanetine karşı başta açlık grevleri olmak üzere çeşitli eylemler gerçekleştirilerek 15 Şubat “kara gün” ilan edilir. Tüm bu hareketliliğin yanında Ankara’da ise Abdullah Öcalan’a yönelik “idam” tartışmaları yaşanırken, Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Abdullah Öcalan hakkında idam kararı verir. Ancak Türkiye, AB’nin baskıları karşısında idam cezasını kaldırır ve cezayı ömür boyu hapse çevirir.
 
‘Güneşimizi Karartmazsınız’ eylemleri
Abdullah Öcalan’a dönük Avrupa devletlerinin kirli pazarlıkları ve çıkarlarına karşı Abdullah Öcalan’ın duruşu ve ideolojisini kuşanan Kürtler, “Güneşimizi Karartamazsınız” diyerek eylemselliklerini sürdürdü. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği 4 aylık süreçte komploya karşı 63 insan yaşamına son verir. Yaşamına son veren çok sayıda insan, ardında bıraktıkları mektuplarla Abdullah Öcalan’a duydukları bağlılığı dile getirerek “ihanetin er ya da geç hesabının sorulacağı” mesajını verir.
 
Komplonun uluslararası boyutu
 
Özel olarak dizayn edilen İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde hala ağır tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan, komplonun uluslararası boyutunu açığa çıkardı. Abdullah Öcalan, kendisine dönük komployu ise, “Ben Türkiye’nin değil, uluslararası komplonun mahkumuyum” sözleriyle özetler. 17 Mart 1999 tarihinde avukatları ile görüşme yapan Abdullah Öcalan burada yine komploya değinerek, Kenya’nın rolü ve istihbaratçılara dikkat çeker.
 
Abdullah Öcalan: Bir halk benim şahsımda yok edilmek istendi
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan, İmralı’ya getirilişinin ardından avukatları ile yaptığı görüşmelerde, komploya dair önemli tespitlerde bulunur: “Almanya da dahil, siyasi çıkarlarıyla Kürt meselesi hakkındaki yaklaşımları nedeniyle benim etkisizleştirilmemde Avrupa’nın hepsi uzlaşmıştır. …Bu komployu bozmak için çalıştım. Moskova ve Atina, Türkiye ve ABD ile pazarlık yapmışlardır. Rusların politikası krediye dayalıdır. İhanet, manipülasyon, sahtekarlık, güç, her şey vardı. Bir halk benim şahsımda yok edilmek isteniyordu. Benim teslimimden sonra bu defa Yunanlar, benden birebir ölümüne direnme tavrını beklediler. Benim infazımdan sonra da Avrupa’ya dayalı bir Kürtçülük geliştirilmek istenecekti. Kılıf da hazırdı zaten. Kana bulaşmamış bir Kürt lider bulunacaktı. Bu, kan üzerinden politika yapmaktır. Hem beni imha edeceklerdi hem de şiddet yanlısı olmayan bir Kürt ile iş yapacaklardı. İhanetin püf noktası burasıdır. Bunu iyi anlayın. Türkiye'nin de bunu iyi anlaması için elimden geleni yaptım. Fakat yeterince anlaşılmadı.
 
Temel aktör batı Türkiye'ye gardiyanlık rolünü verdi
 
Senaryoyu Batı yazdı, temel aktör Batıdır. Türkiye’ye gardiyanlık ve infaz rolünü verdi. Almanya'nın beni kabul etmeyişi var. Yunanistan ‘Apo yarı yolda ölecek’ diyor; tabancayı elçi bana verecekti. Tüm bunlar belgelidir. Beylik bir tabancayla direneceğim, Kürtler direnecek, on binler ölecek, böylece Türkiye teslim alınacak.”
 
Yarın: Komploya karşı ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ eylemleri