Kadın özgürlük zamanı (5)
- 09:01 4 Mart 2022
- Dosya
‘İliklerimize kadar hissettiğimiz şiddet dili ile mücadele ediyoruz’
Marta Sömek
İSTANBUL - “Yaşadığımız ve çalıştığımız bütün alanlarda şiddeti iliklerimize kadar hissediyoruz” diyen hukukçu, sendikalı, gazeteci ve siyasetçi kadınlar, caydırıcı bir dil oluşturarak ve erkek failleri teşhir ederek, eril dille mücadelelerini sürdürdüklerinin mesajını veriyor.
Kadına yönelik şiddet her geçen gün artarken, iktidarın kadına karşı geliştirdiği politikalar ise şiddete ve katliama zemin hazırlıyor. Tüm bunları etkileyen araçlardan biri de eril dil. İktidardan başlayarak siyaset, hukuk, medya ve daha birçok alanla birlikte topluma yansıyan eril şiddet dili, yeni failler yaratarak katliamı, tacizi, tecavüzü meşrulaştıran bir “dile” de dönüşüyor. Yaşamın neredeyse tamamına sirayet eden eril şiddet dili, kadınların mücadele ile elde ettikleri kazanımları da yok etmeyi hedefleyen bir yerde duruyor. Artan erkek devlet şiddetine karşı ise kadınlar bulundukları her alanda mücadele ederek, hem şiddet dilini yok etmek hem de kadın bilincini geliştirmek için çalışmalar yürütüyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne sayılı günler kala da kadınlar yaptıkları her eylem ve etkinlikte bu dilin teşhirini ve buna karşı mücadeleyi büyüteceklerini vurguluyor.
Hukukçu, sendikalı, gazeteci ve siyasetçi kadınlar, bulundukları alanlarda maruz kaldıkları eril şiddet dili ve buna karşı nasıl bir mücadele ve yöntem izlediklerini anlatıyor.
‘Ana akım ajansları şiddeti meşrulaştıran bir dil kullanıyor’
Gazete Karınca editörü Pelin Özkaptan, devrimci muhalif yayınlarda çalışan kadınlar olarak hem sisteme karşı, hem de yapılarındaki “erkekliğe” karşı mücadele yürüttüklerini dile getiriyor. Eril dili kapsayan tüm haberleri okumak zorunda kaldıklarını paylaşan Pelin, “Artan şiddet, tecavüz ve iktidarın sürekli olarak yargıyla işbirliği halinde yaptığı cezasızlık haberlerini okuduğumuzda ayıklama lüksümüz olmuyor ve ne yazık ki en kötüsü de bütün ayrıntılarıyla okumak zorunda kalıyoruz bu haberleri. Ana akımdaki ajanslardan alınan bilgiler şiddeti meşrulaştıran bir dil oluyor. Aynı zamanda bütün ayrıntıları veren, bunu pornografik bir hale getiren bir dil var” diyor. Pelin, bu dilin sokakta yürürken dahi kendilerini etkilediğini ve tüm kadın gazetecilerin de yaşadığı bir sorun haline geldiğini belirtiyor.
‘Şiddeti iliklerimize kadar hissediyoruz’
“Tüm haberleri okuyup, hepsine maruz kalıp bunu nasıl uygun bir dille aktarabileceğimize karar vermek zorunda kalıyoruz” diyen Pelin, eril dilin dışarıda da mücadele eden kadınlarla birlikte topyekün her yerde mücadele ettikleri bir şiddet argümanına dönüştüğünü ifade ediyor. Eril dilin en ufak hareketlerden tartışmalara kadar yansıdığını kaydeden Pelin, “Yaşadığımız ve çalıştığımız bütün alanlarda o şiddeti iliklerimize kadar hissediyoruz. Her an bir taciz, şiddet korkusu ve buna karşı sürekli bir kendini anlatma ve aslında şiddetin nasıl kurgulandığını anlatma konusunda da bize bir misyon düşüyor. Çünkü şiddet dediğimiz zaman insanların aklına gelen ilk şey kadın cinayeti, darp, tecavüz oluyor lakin erkek-devlet şiddeti bununla yetinmiyor, erkeklerde psikolojik, ekonomik şiddet olarak da kendisini çok fazla gösteriyor” sözlerine yer veriyor.
‘İktidar Kürt gazeteciler üzerinden ekstra bir baskı yürütüyor’
İktidarın kadın gazeteciler üzerinde ekstra bir baskı mekanizması uyguladığını vurgulayan Pelin, “Kadın olmasından ötürü seksist, cinsel şiddet üzerinden bir saldırı biçimi yürütüyor, hem de Kürt, devrimci gazeteciler üzerinden ekstra bir baskı yürütüyor” diyor. “Müstakbel fail adayı olabilen erkeklerde inanılmaz bir cesaretlenme durumu söz konusu, cezasızlığı ve sürekli olarak kollandıklarını görüyorlar, bu sadece adliye koridorlarında da karşımıza çıkmıyor” diyen Pelin, iktidar ve iktidara yakın siyasi yapıların erkekleri koruduğunu ifade ediyor. Şiddetin toplumda normalleştiğine değinen Pelin, “Biz şort giydiğimizde, sesimizi bir erkeğe karşı yükselttiğimizde başımıza bir şey gelecek endişesi yaşıyoruz, bu da şiddetin toplumda normalleşmesine sebep oluyor” sözlerine yer veriyor.
‘Failin ceza almasını sağlama yönünden bir haber dili izliyoruz’
Kendini sosyal demokrat, devrimci olarak nitelendiren kişilerin de, “O saatte orada ne işi vardı” şeklinde şiddet dili kullandığını aktaran Pelin, bu durumu çok yakın çevresinde de görebildiğini belirtiyor. Haber dilinde oldukça özenli olmaya gayret ettiğini ifade eden Pelin şöyle devam ediyor: “Buna göre bir dil oluşturmaya çalışıyorum. Bir şiddet haberinde kadının yüzünün ve kimliğinin açık bir şekilde verildiğini görüyoruz ana akım medyada genellikle, erkeğin ise adı ve fotoğrafı gizleniyor, burada tam tersini yapmamız gerekiyor. Şiddete ya da tecavüze maruz kalan bir kadına dair bilgiyi gizliyoruz, faili teşhir etme ve onun ceza almasını sağlama yönünden bir haber dili izliyoruz. Öte yandan yaşanan şiddetin ayrıntılarına hiçbir şekilde yer vermiyoruz çünkü bu her şeyden önce özendirici bir duruma yol açabiliyor.”
‘Amacımız caydırıcı bir dil oluşturmak ve erkeği teşhir etmek’
Taciz ve tecavüz görüntülerinin dijital medyadaki yaygınlığına değinen Pelin, “Bunları arayarak da insanların bu haberlere ulaştığını düşünüyoruz. Örneğin Emine Bulut cinayetinin ardından pek çok erkeğin kadınlara, ‘seni Emine Bulut gibi öldüreceğim’ dediğine şahit olduk. Bizim amacımız şiddetin ayrıntılarını vermek değil, caydırıcı bir dil oluşturmak ve olabildiğince erkeği teşhir etmek” diye ekliyor.
Erkeklerin çok fazla söz sahibi olduğu alan: Hukuk
Eril dilin hukuksal boyuta yansımasını değerlendiren Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi avukat Özge Akyüz de, “Hak mücadelesinin kendisi ile çok iç içe bir alan hukuk alanı, kadınların sahip olduğu hakların arka planında kadınların verdiği mücadeleler var, hukukta da bunun hak mücadelesinde bir karşılığı var” diye belirtiyor. Hukuk alanının öznelerinin hak sahibi olan kadınlar ve avukatlar olduğunu ifade eden Özge, her alanda olduğu gibi kadınlar olarak hukuk alanında da çok fazla ayrımcılıkla karşılaştıklarını dile getiriyor. Özge sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu alan erkeklerin çok fazla söz sahibi olduğu bir alan, bir hukuki süreci başlattığınızda kolluk aşamasında karşılaştığınız kişiler çoğunlukla erkek polisler, adliyelerde çoğunlukla erkek savcılar, hakimlerle karşı karşıyayız, mübaşirlerin çoğu erkek. Hapishanelerde yine memurlar ve müdürler de çoğunlukla erkek oluyor, burada zaten niceliksel bir hakimiyetle birlikte toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı bir farkındalık, eğitim yok. Biz kadınlar olarak buraların her bir yerinde ayrımcılığa tekrar tekrar maruz kalıyoruz ve kendi haklarımızı savunmak durumunda kalıyoruz.”
‘Kadın avukatlar sayesinde baroda bir farkındalık gelişti’
Meslektaşları tarafından hem ayrımcılığa, hem şiddete hem de cinsiyetçi söylemlere maruz kaldıklarını ifade eden Özge, “Genç meslektaşlar aradaki yaş ve deneyim farkının da etkisiyle seslerini çıkartamayabiliyorlar ya da baro ilanlarına baktığınızda işçi ve stajyer avukatlar için de aynı durum geçerli, çok cinsiyetçi söylemlerle karşılaşabiliyoruz. Bugün artık kadın avukatların bunu tekrar tekrar belirtmesi üzerine baroda bu konuda bir farkındalık gelişti ve bu konuya daha dikkat edilmeye başlandı” örneğini veriyor. Özge ayrıca kadına yönelik şiddet dosyalarında şiddete maruz kalan bir kadının, “nasıl bir kadın olduğu” ve özel hayatının didik didik edildiğine de tanık olduklarını ve kadınların “makbul” ve “makbul olmayanlar” olarak ele alınabildiğini paylaşıyor.
Kadın avukatlara geliştirilen şiddet dili
Kadın avukatlara yönelik “erkek düşmanı bir avukat” şeklinde bir şiddet dilinin geliştirildiğine işaret eden Özge, şunları ifade ediyor: “Fail kadın olduğunda ise erkeğin karşılaştığı ceza ve tahrik indirimlerini almıyor, halbuki kadının da kişisel öyküsü araştırıldığında şiddet olayının öznesi olması, o aşamaya gelmesinin arkasında bir hikaye oluyor çoğunlukla. Bir kadının ya da çocuğun hakkını savunduğumuzda kadın avukatlara yönelik ‘bu avukat erkek düşmanı bir avukat’ diyerek bir şiddet dili oluşturuluyor, oysaki aynısını bir erkek avukat anlatsaydı ‘hak savunuculuğu yapıyor’ denilirdi. Kadınlar bir şiddete maruz kaldığında kolluk ya da kovuşturma aşamasında yaşadıkları olayları tekrar tekrar anlatmak zorunda kalıyor ve bu olaylar ikincil bir travma haline geliyor kadınlar için. Mahpus kadınlar ise zaten damgalanan kadınlar olarak tahliye olduktan sonra da tekrar damgalanıyorlar.”
‘Hükümetler kadın kazanımlarını törpüleyen bir yerde’
Erkek egemen anlayışın hukukta, “O da kahkaha atıyormuş, mini etek giyiyormuş, ruj sürüyormuş, şöyle bir özel hayatı varmış, o zaman o saatte orada ne işi varmış” şeklinde şiddet diline yansıdığını kaydeden Özge, “Toplum nezdinde hak mücadelesi yürütürken yeni bir şiddet diline maruz kalabiliyoruz kadın avukatlar olarak” diyor. Anayasaya, uluslararası sözleşmelere göre devletin toplumda ayrımcılığı önlemek gibi bir yükümlülüğü olduğunu vurgulayan Özge, bugün hükümetlerin yürüttüğü politikaların kadınların kazanımlarını törpüleyen bir yerde durduğunu ve öncelikle bu bakış açısının değişmesi gerektiğinin altını çiziyor. Özge ayrıca meslek örgütleri olan baroların kadına yönelik şiddet olaylarında dosyalara müdahil olması, bu olayları araştırması, raporlaştırması ve bu alanda hukuk üreten yerde bulunması gerektiğine dikkat çekiyor.
‘Şiddet önleme mekanizmaları güçlendirilmeli’
Meslek içinde yaşanan kadına yönelik şiddet olaylarına ilişkin Kadın Hakları Merkezi’nin disiplin soruşturmalarını yürütmesi gerekliliği üzerinde duran Özge, “Şiddet önleme mekanizmalarının daha güçlendirilmesi, kadına yönelik şiddet olaylarını inceleyen birimlerde bunlara yönelik ayrı alanlar oluşturulması, buradaki insanların nasıl yaklaşacağına dair özel eğitim görmesi gerekiyor. Kadınların yaşadıkları şiddeti tekrar tekrar her alanda anlatmaması gerekiyor, böyle bir yargılama sürecinin ilerletilmesi gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olduğu dönemde kadın avukat arkadaşlarımız şiddet olaylarının olduğu dosyalarda kadınların avukatlığını yaparken sözleşmeyi dosyalara ekliyorlardı ve mahkemelere, savcılara okumaları için sunuyorlardı” diye belirtiyor.
‘Siyasetçiler birçok haksızlığa erkek eliyle maruz kalıyor’
Kayyım atanan Iğdır Halfeli Belediye Eşbaşkanlığı yapan, şimdi ise Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sancaktepe İlçe Eşbaşkanı olan Alya Akkuş, siyasetçi kadınların, erkekler tarafından işlevsiz bırakılmaya çalışıldığına değiniyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların gücünün ve kazanımlarının geriletilmesi için kaldırıldığını söyleyen Alya, kadınların alanlarda olmasının engellenmeye çalışıldığını, erkeklere de cezasızlığın önünün açıldığını ifade ediyor. Siyasetçi kadınlar olarak erkek baskısı, şiddeti ve işlevsiz bırakmalarına maruz kaldıklarını paylaşan Alya, “Bir karar alındığı zaman ötekileştiriliyoruz, fikrimiz sorulmuyor. Yine kadın siyasetçi arkadaşlarımızın da birçok haksızlığa erkek eliyle maruz kaldığını görebiliyoruz, çalıştıkları her yerde haklarının gasp edilmesi, emeklerinin üzerine konulması, onların emekleriyle erkek egemen zihniyetin kendisini var etmesi gibi birçok şeyle karşılaşıyoruz. Tüm bunlar kadının gücünün ilerlemesi ve kadınlar tarafından fark edilmesini engellemek üzerine yapılan bir şeydir, bu yüzden de kadının gücü her zaman eril zihniyet için bir tehdit olarak görülüyor” sözlerini kullanıyor.
‘Eşbaşkanlığımızdan korkup bize saldırdılar’
Siyasetçi kadınlar olarak çok fazla bastırılmış yanlarının olduğunu dile getiren Alya, psikolojik baskı ve tahakküme maruz bırakılmalarının yanı sıra, kadınların gücünden de korktuklarını sözlerine ekliyor. Kadınların mücadelesinin erkekler tarafından bir korkuya dönüştüğüne işaret eden Alya, “Kadınların gücünden dolayı pasifize olacaklarını biliyorlar, bu nedenle de olabildiğince kadın üzerinde egemenlik inşa ediyorlar, şiddete ve tacize maruz bırakarak kadın üzerinde baskı kuruyorlar. Kadınların önlerindeki engelleri aşabileceklerini biliyorlar” ifadelerine yer veriyor. Kadınların devlet baskısına da maruz kaldığını söyleyen Alya, “Hiçbir siyasetçi kadın bu ülkede bir kadın olarak kendisini gerçek anlamda ifade edemiyor, eğer gerçek anlamda kadınlara karşı samimi olsalardı eşbaşkanlığımıza bu kadar saldırmazlardı, bize saldırmalarının tek sebebi eşbaşkanlığımızın olması, eşit temsiliyet olduğu için bizden korkup saldırdılar” diye kaydediyor.
‘HDP’li kadınlar olarak birçok şeye maruz kalıyoruz’
Eşit temsiliyet olursa iktidarın hükmünün de biteceğini belirten Alya, “Kadınların çok daha iyi şeyler başaracağını bildikleri için eşbaşkanlık sistemine kayyım atadılar. HDP’nin en kıymetli projesi eşbaşkanlıktır. Kadın eksenli, kadınların önceliği olduğu için bu kadar baskı altında kalıyor HDP. Onların faşist zihniyetini, anlayışını kabul etmediği için HDP ve HDP’li kadınlar olarak sokaklarda, alanlarda birçok şeye maruz kalıyoruz. Dayak da yiyebiliyoruz, cezaevlerine de atılabiliyoruz, zindanlarda ölümlere de terk edilebiliyoruz, tek suçumuz kadın olmak ve hayatta haksızlığı kabul etmemektir. Bu yüzden de bizim derhal daha güçlü bir şekilde kadınlarla kenetlenmemiz gerekiyor” sözleriyle sesleniyor.
‘Meydanları bırakmamalıyız’
Kadınların gücünün her şeye yetebileceğini topluma gösterdiklerini dile getiren Alya, “Kadınların gücü faşist egemen anlayışı da korkuttu. Kadınlarımız kendine güvenmeli, alanlarda da toplumu her şekilde yönetebiliriz, buna gücümüz var. Erkek egemen sistem bizim cesaretimizi kırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor, bu anlayışla kendi vizyonumuzu ileri taşımalıyız, alanlarda olmalıyız, meydanları bırakmamalıyız” çağrısını yapıyor.
“Alanlarda yok edilmek istediğimizin farkında olduğumuz için çalışma atölyelerimiz var” diyen Alya, kadın toplantılarında da eğitimler alarak kendilerini alanlarda daha da var ettiklerini belirtiyor.
Sendikal çalışmalarda eril dil
Eskiden sendikal çalışmalar yürüten ve şu an işsiz olan Bahar Gök ise, sendikalı işyerlerinde çalışan kadınlarla, erkek çalışanlar, sendika temsilcileri ve idari yöneticilerin şiddet, tecavüz ve taciz dilini kullandıklarında neler yaşadıklarına dikkat çekiyor. İşten çıkarılma korkusu, sendikacıların uyguladığı mobbing nedeniyle, işçilerin yaşadıklarını gizlediğini ifade eden Bahar, “Şiddet ya da tacizle karşılaştınız mı diye sorduğumuzda dahi kendilerinin görmediğini, çalıştığı işyerinde bu tür davranışlara müsaade edilmediğini söylüyorlar. Nadiren de olsa dile getiren kadınların ilk tercihleri sendika temsilcilerine söylemek oluyor. Çoğunlukla erkek olan temsilciler ve erkek akıl, şikayet eden kadınlarla faili uzlaştırma çabasından öteye gitmiyor. Kadınların anlayışlı olması ve bu tür 'yanlış' davranışların zamanla düzeltileceğine dair öteleyen tutumlar karşısında kadın çalışanlar konuyu kapatmak zorunda kalıyorlar” örneklerini veriyor.
‘Sendikalarda durum çok kötü‘
Sendika temsilcilerinin bu tutumunu, failleri aklayan tutumun inceltilmiş hali olarak yorumlayan Bahar, “Şikayetleri sonucunda herhangi bir yaptırım olmadığını gören kadınlar 'tacizin ve dilinin' normalleştirildiği davranışlarla çok fazla karşılaştıkları için şikayet etmek, ifşa, teşhir etmeyi tercih etmiyorlar. Tercih ettiklerinde ise tamamı farklı zaman dilimlerinde o işyerinden farklı nedenlerle çıkarılmış oluyorlar” diyor. Bahar, sanayi bölgelerinde yaşayan kadınların yeni iş görüşmelerinde, eski iş yerinden alınacak referanslarda, yaşadıklarının karşısına çıkarılma ihtimalinin çok yüksek olması nedeniyle ifşa yöntemlerini tercih edemediklerini belirtiyor. Bahar, “Birinin taciz dilini kullandığını söylemek, tacizi ve tecavüzü meşrulaştırdığını dile getirmek, farkındalığı yüksek; emek, beden ve cinsiyet sömürüsünü tanımlayan kadınlar açısından durum çok kötü sendikalarda” diye kaydediyor.
‘İstifa edip ayrılmak durumunda kalıyorlar’
Eril dille mücadele ederken bireysel tepkiler verildiğini söyleyen Bahar, “Usta, amir, şef, sendika temsilcisi, insan kaynakları yöneticisi pozisyonunda olan kişilere bildiriyor kadınlar. Genellikle yaşadıkları sorunları kimsenin duymayacağı şekilde anlatıyorlar. Ancak genellikle karşılık alamadıkları bir süreç yaşıyorlar. ‘Halledeceğiz’ cevaplarıyla geçiştiriliyorlar. Kadınların psikolojik ve fiziksel olarak güvende olmadığı tablo devam ettikçe, vardiyalarını kendi istekleriyle değiştirmek, son noktada ise istifa edip ayrılmak durumunda kalıyorlar” sözleriyle sendikalı kadınların yaşadıkları şiddete işaret ediyor.