‘İklim Kanunu bilimsellikten uzak’ 2025-04-25 09:02:07     İZMİR - İklim Kanunu Teklifi’nin bilimsellikten uzak, kamu yararı gözetmeyen, antidemokratik yöntemlerle dayatılmaya çalışıldığını belirten Meteoroloji Uzmanı Ayşegül Akıncı, bu tür çalışmalara karşı eksiksiz bir arada olunması gerektiğini söyledi.    Türkiye’nin “2053 Net Sıfır Emisyon” hedefiyle hazırladığı İklim Değişikliği Kanunu Teklifi, 26 Şubat 2025 tarihinde Meclis’e bağlı Çevre Komisyonu’nda kabul edildi ve Meclis Genel Kurulu’na sunuldu. 17 madde ve 3 geçici maddeden oluşan teklifin ilk 5 maddesi onaylandıktan sonra, 15 Nisan 2025’te tekrar çalışılmak ve tartışılmak üzere geri çekildi.   Tasarıya meslek odaları ve yaşam savunucularının itirazları devam ediyor. Meteoroloji Mühendisleri Odası Ege Bölge Temsilcisi Ayşegül Akıncı, iklim teklifinin ulusal ve uluslararası sermaye gruplarının çıkarlarını gözeten bir ticaret modelini temel aldığını belirterek, kanunun bilimsel verilerden uzak bir yaklaşımla hazırlandığını ifade etti. Ayşegül Akıncı, “Bilimsellikten uzak, kamu yararı gözetmeyen, antidemokratik yöntemlerle dayatılmaya çalışılan bu tür çalışmalara karşı eksiksiz bir arada olmalıyız” dedi.   ‘Uluslararası kuruluşların finansal kaynaklarının etkisi sorgulanmalı’   Teklifin uluslararası ve yerli sermaye gruplarının önceliklerine göre şekillendiğini belirten Ayşegül Akıncı, karbon ticareti, yeşil büyüme ve net sıfır emisyon gibi kavramların esas alındığını; 1’inci ve 2’nci bölümlerde iklim değişikliği ile başlayan ancak 7’nci maddesinden sonra ticari bir yapının tariflendiğini ifade etti. Oda olarak, teklifin bilimsel verileri içermediğini, kamu yararını gözetmeyen bir anlayışla hazırlandığını belirten Ayşegül Akıncı, “Odamız, teklifin ticari bir araç hâline geleceğini uzun süredir ifade etmektedir. Kanun teklifinin geri çekilmesinin yarattığı rahatsızlıklarda, bu kanunu dayatan uluslararası kuruluşlardan sağlanan finansal kaynakların etkili olup olmadığının sorgulanması gerekmektedir” dedi.   ‘Ekolojik tahribat göz ardı edilmiş ticari bir kanun teklifi’   Doğal süreçlerin korunmasının esas olduğunu belirten Ayşegül Akıncı, bu kapsamda atmosfere salınan sera gazları ve kirleticilerin azaltılması, su kaynaklarının kirlilikten korunması, hidrolojik döngü sistemini bozacak müdahaleden kaçınılması ve tüm planlamalarda meteorolojik verilerin mühendislik hesaplamalarıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini dile getirdi. Ayşegül Akıncı, “Teklif metninde, mevcut kanun ve yönetmeliklerle denetlenmeyen madencilik, fosil yakıt tüketimi ve sanayiden kaynaklanan ekolojik tahribatın azaltılmasına yönelik herhangi bir yeni düzenlemenin de yer almadığı görülüyor. Net sıfır emisyon ve karbon ticareti kavramları temel alınarak, gelişmiş ülkelerin küresel emisyon azaltım politikaları ile gelişmekte olan ülkeleri sermaye piyasalarına entegre etme çabaları olan ticari bir metin olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.    Plansız kentleşme ve doğa tahribatı    Verimli tarım arazilerinin ve dere yataklarının yapılaşmaya açılması, yeşil alanların daraltılması ve altyapı planlamalarının meteorolojik veriler dikkate alınmadan yapılmasının, doğal olayların afete dönüşme riskini artırdığını kaydeden Ayşegül Akıncı, kentlerde yaşanan afetlerin temel nedeninin plansız kentleşme ve doğa tahribatı olduğu gerçeği göz ardı edilerek bu hususlara yer verilmediğini söyledi. Ayşegül Akıncı, “Meteorolojik olaylara bağlı yaşanan tüm sorunların iklim değişimine bağlandığı, bu sorunların ‘net sıfır’ hedefi ile çözüme kavuşturulacağı öngörülmekte. Bu hedef, fosil yakıt kullanımının azaltılması, karbon salımlarının orman gibi doğal yutak alanları veya karbon yakalama ve depolama yöntemleri gibi teknolojik yöntemlerle dengelenmesi prensibine dayanır. Kanuna ismini veren iklim, meteorolojik olayların istatistiksel bir bütünüdür ve meteorolojik olaylardaki değişim, iklimin de değişmesini getirecektir. Bu dinamik bir süreçtir. İklim değişmiştir ve değişmeye devam edecektir” sözlerini kullandı.    ‘Afetlerin baş sorumlusu olarak iklim değişikliğini görme kolaycılığı’   İklim değişikliği ile ilgili tartışmalarda, yaşanan meteorolojik olayların gerçekleşme değerleri ve olasılıklarının dikkate alınması gerektiğini dile getiren Ayşegül Akıncı, giderek artan meteorolojik karakterli afetlerin baş sorumlusu olarak iklim değişikliğini görme kolaylığının yaşandığını ifade etti. Ayşegül Akıncı, “Örneğin; göllerin ve akarsuların sularının azalmakta olduğu ve kalite bakımından olumsuz yönde değiştiği gözlemlenmektedir. Su bütçesinin değerlendirilmesi için yağışlar analiz edildiğinde, yağış miktarları üzerinde yapılan çalışmalarda toplam yağışlarda bir azalma olmadığı tespit edilmiştir. Su toplama havzaları, su kullanımı ve su yapıları bakımından değerlendirildiğinde, göllerin ve akarsuların su miktarının azalmasının ya da kurumasının yağış değişimlerinden değil, havzadaki yapılaşmalar ile diğer etkilerden kaynaklandığı anlaşılmaktadır” dedi.   Orman yangınları ve tarımsal üretimdeki değişiklikler      Ayşegül Akıncı, sel ve taşkınlar, göllerin ve akarsuların su miktarlarındaki azalma, orman yangınları ve tarımsal üretimdeki değişimlerin güncel sorunlar arasında yer aldığını belirtti. Tarım alanları ve meraların azalması, dere yataklarına yerleşim inşası, yeşil alanların daraltılması gibi kentleşme politikalarının da bu sorunlara eklendiğini kaydeden Ayşegül Akıncı, tüm bu başlıkların yalnızca iklim değişikliğine bağlanmasının ise çözümü imkânsız hâle getirdiğini vurguladı. Kanun teklifinde iklimle ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için gereken meteorolojik veri ve istatistiklerin dikkate alınmadığını sözlerine ekleyen Ayşegül Akıncı, “Oysa meteorolojik olayların afete dönüşmesindeki artışın asıl nedeni, arazi rantına endeksli kent planları ile inşaat planları, projeleri ve uygulamalarında meteorolojik parametreler dikkate alınmayarak gerçekleştirilen arazi kullanımı ve sermaye odaklı faaliyetlerdir. Günümüzde en çok gündeme gelen doğal afetlerden biri olan sel ve taşkınlar ele alındığında, öncelikle yağışların süre, şiddet ve frekans gibi farklı özelliklerindeki değişimlere bakmak gerekmektedir. Meteoroloji istasyonlarının yağış verileri incelendiğinde, sel ve taşkınların oluşmasına neden olan yağışların şiddet olarak önceki yağış değerlerini aşmadığı ya da hesaplanan gerçekleşebilecek yağış değerlerinden küçük olduğu görülmektedir. Bu olayların oluşmasındaki en önemli ve bilinen neden, yerleşim alanlarının sel ve taşkın riski taşıyan bölgelere kurulmuş olmasıdır” diye belirtti.    ‘Teklifte birçok faktör göz ardı edildi’   Yürürlüğe konulmaya çalışılan sistemin gerçekten emisyonların azaltılmasını mı hedeflediğini, yoksa başka bir amacı mı güttüğüne işaret eden Ayşegül Akıncı, bu sorunun yanıtını bulabilmek için, öncelikle meteorolojik olaylara bağlı olarak yaşanan afetlerin doğrudan iklim değişiminden kaynaklanıp kaynaklanmadığının incelenmesi gerektiğini belirtti. Ayşegül Akıncı, yaşanan meteorolojik olayların beklenmeyen ve olağan dışı olup olmadığının da değerlendirilmesi gerektiğini dile getirdi. Ayşegül Akıncı, “Arazi kullanımındaki değişimler, nüfus yoğunluğu ve hareketliliği, kentleşme politikaları ve yerleşim yerlerinin fiziki konumu; sel ve taşkınların etkilerinin artması, tarımsal üretimdeki değişiklikler, orman alanlarının küçülmesi ve orman yangınlarının çıkış nedenleri, su kaynaklarının ve akış alanlarının doğal süreçlerinin değiştirilmesi, göllerin su dengelerinin bozulması, ulaşım yapılarının inşasında meteorolojik koşulların göz ardı edilmesi göz önüne alınmalıdır. Tüm bu faktörler doğrudan iklim değişimine bağlanarak göz ardı edilmiş ve günümüze kadar bu şekilde gelinmiştir. Bu konulara teklifte de yer verilmediğini görüyoruz” sözlerine yer verdi.    ‘Net sıfır hedefi gerçekçi bir çözüm mü, politik araç mı?’   1997 Kyoto Protokolü sonrası, iklim değişikliği tartışmalarının giderek daha geniş bir çerçeveye oturtulduğunu ve doğrudan ekonomik kurallar ve kurullarla ilişkilendirilmeye başlandığını belirten Ayşegül Akıncı, bu konuda en önemli basamakların 2015 Paris Anlaşması ve 2021 Glasgow Net Sıfır İçin Finansal İttifakı olduğunu dile getirdi. Bu gelişmeler sonrasında uluslararası bir sürecin ürünü olan İklim Değişikliği Kanunu’nun gündeme getirildiğini ifade eden Ayşegül Akıncı, “Ancak bu kanunun getirdiği düzenlemelerin gerçekten küresel ısınmayı engellemek amacına mı hizmet ettiği, yoksa farklı ekonomik ve politik hedefleri mi gözettiği dikkatle değerlendirilmelidir. 2053 yılı için hedeflenen net sıfır, hiçbir şekilde gerçekçi olmayan bir hedeftir. Net sıfır yaklaşımı; fosil yakıt kullanımının azaltılması, karbon emisyonlarının doğal (orman gibi yutak alanlar) veya teknolojik (karbon yakalama ve depolama) yöntemlerle dengelenmesi prensibine dayanır. Emisyonlarını doğrudan azaltamayan işletmeler ise karbon kredileri satın alarak net sıfır hedeflerine ulaşmayı amaçlar” diye konuştu.    ‘Ekolojik tahribatın azalmasıyla ilgili düzenleme yok’     Net sıfır temelli oluşturulan yapının uluslararası şirketlerin amaçlarına hizmet edeceğini, doğal alanların korunmasını ikinci plana atarak ekonomik olarak güçsüz kesimleri etkileyeceğini belirten Ayşegül Akıncı, şu sözleri kullandı: “Bu yapı, atmosferi adeta bir ticari alan olarak ele almakta ve karbon piyasaları üzerinden yeni finansal mekanizmalar önermektedir. Ancak bu finansal sistemin atmosferin korunmasında ne kadar etkili olduğu ve esas amacının gerçekten çevreyi korumak mı, yoksa belirli ekonomik çıkarları desteklemek mi olduğu sorgulanmalıdır. Kanun teklifinde madencilik, fosil yakıt üretimi ve sanayiden kaynaklanan ekolojik tahribatın azaltılmasına yönelik herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Avrupa Birliği’nin ‘Yeşil Mutabakat’ çerçevesindeki politikalarına uyum hedeflenirken, doğa ve kamu yararına yönelik etkin bir düzenleme getirilmemekte; aksine, karbon ticaretine dayalı bir finansal sistem öngörülmektedir.”   'Karbon salınımı üzerinden pazar kurulumu’   Adından iklim değişikliği kavramını barındırmasına rağmen, teklifin iklim değişikliği ile mücadeleye dair bütüncül ve bilimsel bir yaklaşım sunmadığını ifade eden Ayşegül Akıncı, tasarının 3’üncü bölümünde ticaret sisteminin kurulması, piyasalar ve denkleştirmelerin konu edilerek karbon salınımları üzerinden nasıl bir pazar oluşturulacağının anlatıldığını belirtti. Ayşegül Akıncı şöyle devam etti: “Bu pazar yapısı anlatılırken; ormanlar ile su kaynaklarının korunması, gelişmişlik farklarının azaltılması, yoksulluğun giderilmesi gibi kulağa çok hoş gelen söylemlere sığınılmaktadır. Teklifte geçen bir başka kavram ise 'doğanın finansallaştırılması'dır. Doğal kaynakların ve alanların, ekosistem hizmetlerinin veya biyolojik çeşitliliğin finansal varlıklara dönüştürülerek piyasada alınıp satılabilir hale getirilmesi sürecidir. Bu konunun araçları olarak; karbon kredileri ve emisyon ticareti, çevre dostu projeler için finansman sağlayan borçlanma araçları, ödemeye dayalı ekosistem hizmetleri, ekolojik zararları dengelemek amacıyla şirketlerin satın alabileceği krediler gösterilmektedir. Doğanın finansallaşması, uzun soluklu bir süreçte devam etmektedir. Bu süreçte amaç, hiçbir zaman karbon emisyonlarının azaltılması olmamıştır.”    ‘Karbon ticareti adı altında doğaya müdahale ediyorlar’     Karbon ticareti ile karbon emisyonlarının emilimi için yeni alanlar oluşturulmasının değil; mevcut doğal orman alanlarının, gizli ya da kısmen gizli anlaşmalar ile uluslararası şirketlere verilmesinin ve bu şirketlerin bu alanlardan gelir elde etmesinin sağlandığını ifade eden Ayşegül Akıncı, “Bu durum, yaşam alanları üzerinden özellikle kırsal kesimi, temel güvenlik açısından su ve gıda sektörünü çok fazla etkileyecektir. Bu uygulama, su güvenliği başta olmak üzere gıda güvenliği üzerinde büyük bir tehdittir” diye belirtti.    ‘İklim Kanunu gerekçeleri yeterli değil, sorun uygulamada’   İklim değişikliği kaynaklı afetlerin etkilerini azaltmak için dirençli şehirlerin oluşturulması, yenilenebilir enerji kaynaklarının teşvikiyle doğa dostu üretim, biyoçeşitliliğin korunması, su ve gıda güvenliğinin artırılması için gereken tedbirlerin yasal düzenleme altına alınması iddiasına karşın; mevcut mevzuatların bu konularda yaşanan sorunların engellenmesi için yeterli olduğunu dile getiren Ayşegül Akıncı, sorunun mevzuatların tam olarak uygulanmamasından kaynaklandığını belirtti. Sera gazı salımlarının azaltılmasının tüm canlıların yaşamını sürdürebilmesi için bir zorunluluk olduğunu ifade eden Ayşegül Akıncı, şunlara dikkat çekti: “Acil bir konu olan sera gazlarının azaltılması için atmosfere yayılan her türlü kirletici gaz ve partikül maddenin, yasal sınır değerler çerçevesinde düşürülmesi ve mümkünse bu sınırların da altına inilmesini sağlayacak önlemleri içeren mevcut kanun ve yönetmelikler varken, neden bu düzenlemeler tam anlamıyla hayata geçirilememektedir? Enerji üretimi, sanayi, ulaşım, su havzalarının korunması, kullanılmış sular ile baca gazlarının keyfi olarak salınamayacağı, kent planlarının ve inşaatların nasıl yapılacağı, tarım, orman ve mera alanlarının ne şekilde korunacağı, tarımsal üretimde çiftçilerin ve orman köylüsünün nasıl destekleneceği, hayvan besiciliği, su ürünleri yetiştiriciliği, konutlarda enerji verimliliği ve tasarrufu, bina ısı izolasyonu, yağmur sularının atık sulara karıştırılmayacağı, koruyucu sağlık hizmetlerinin neler olduğu, nasıl uygulanacağı gibi birçok konuda hizmetler ile üretimlerin nasıl planlanacağı ve yapılacağı ulusal mevzuatta belirlenmiştir. Neden mevcut düzenlemeler uygulanmamaktadır?”    ‘İklim değil, kâr odaklı bir yasa teklifi’   Ayşegül Akıncı, İklim Değişikliği Kanun Teklifi’nin iklim, kamu yararı, çevre ve ekoloji konularını barındırmadığına işaret ederek, “Uluslararası şirketlerin taleplerini karşılayacak şekilde emisyon piyasası oluşturmayı amaçlayan bir ticari modeli tarif etmiştir. Bilimsellikten uzak, kamu yararı gözetmeyen, antidemokratik yöntemlerle dayatılmaya çalışılan bu tür çalışmalara karşı eksiksiz bir arada olmalıyız” diye ekledi.