‘Kanal İstanbul, HES’ler ve dolgu alanları tam anlamıyla çevre felaketidir’
- 09:06 12 Şubat 2020
- Ekoloji
Dilan Babat
ANKARA - Doğal felaketler peş peşe yaşanırken Kanal İstanbul, nükleer santraller ve HES’lerde ısrar edilmesinin çevre felaketlerini arttıracağını belirten ÇMO İstanbul Kurul üyesi Dilek Yüksel, “Kanal İstanbul projesinin yapılmaya başlandığı an itibari ile İstanbul’u susuzluk, trafik ve iş cinayetleri bekliyor” dedi.
Elazığ’da meydana gelen 6.8 büyüklüğündeki deprem ve devam eden artçı depremler, Van’ın Bahçesaray ilçesinde 41 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan çığ felaketi, Avusturalya’daki orman yangınları gibi doğal afetlerin peş peşe yaşandığı bir süreçte, Türkiye’nin gündeminde hala Kanal İstanbul projesi bulunuyor. Ekolojistler ve çevre mühendisleri doğa felaketine yol açacak planlamalara karşı uyarırken, Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube Kurul üyesi Dilek Yüksel, konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
‘ARGE çalışmalarında ‘çevre’ nerede, ne kadar yer almaktadır?’
Kış aylarında yeterince kar yağmamasının, yeryüzü sıcaklığının herhangi bir değişiklik sonucu su döngüsünü etkilediğini belirten Dilek, artan sıcaklıklar nedeniyle buharlaşan suyun tekrar yeryüzüne dönmeyeceğini ve su kaynaklarının azalması sonucunu doğurduğunu dile getirdi. Su kaynaklarının azalması nedeniyle kampanyalar yapıldığını hatırlatan Dilek, “Peki su tüketimi sadece evsel amaçlı mıdır? Sadece evsel nitelikli atık sular mı doğaya zarar veriyor? Endüstride suyun verimli kullanılması için ne gibi kampanyalar yapılmıştır? Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu (ARGE) çalışmalarında çevre nerede yer almaktadır veya ne kadar yer almaktadır? İklim değişikliğine etki eden önemli faktörlerden biri baca gazı salınımı, hükümet politikalarının neresindedir?” sorularının yöneltilmesi gerektiğine dikkat çekti.
Dilek ayrıca su döngüsünün, artan betonlaşma sonucu yağmur suyunun toprakla buluşmaması nedeniyle de tamamlanmadığını, iklim değişikliği nedeniyle azalan su kaynaklarına bir de havza alanlarının tahrip edilmesine sebep olacak “çılgın” projelerin eklendiğini kaydetti.
‘Tarım alanları talan ediliyor’
Tarım arazisi olarak kullanılan arazilerin son dönemde toplu konut projeleri için kullanıma açıldığını, tarımsal üretimden uzaklaşıldığını ifade eden Dilek, “Tarım politikalarının halktan yana üretilmesi gerekirken tarım alanlarının da su havzaları gibi talan edildiğini görmekteyiz. Hidroelektrik santraller (HES) sürekli gündemimizde olan bir konu. HES yapılırken tıpkı nükleer santraller gibi sorgulamak lazım, gerçekten gerekli mi? Göz ardı etmememiz gereken önemli konulardan biri HES’lerin kazanç eksenli işletilen santraller olması. Bu durum can suyu olarak tabir ettiğimiz canlıların temel yaşam hakkı olan suyun miktarını doğrudan etkiler. Can suyu-sermaye arasındaki ilişkiye baktığımızda gördüğümüz ters orantı bu dengenin olmadığının göstergesidir” dedi.
‘Kanal İstanbul ve 3’ncü havaalanı projeleri buna örnek’
Orman yangınlarına bakıldığında da hükümet politikalarının sermayeden yana yapıldığını ifade eden Dilek, “Bu tutumu sık sık yangınların gerçekleştiği ülkede ‘yangın söndürme uçaklarının arızalı olduğu’ söyleminde görmekteyiz. Ormanlık alanları imar ihtimali olarak görmek bunun diğer göstergelerindendir. Orman yangınları yanan ağaçlar değildir, canlı yaşam hakkının hiçe sayılmasıdır. Çünkü yok olan doğal yaşam alanıdır. Aynı zamanda orman yangınları ile son bulan canlı hayatlarıdır” ifadelerini kullandı.
‘Bugün inatla yapılmaya çalışılan projeler doğal yaşam alanı gaspıdır’
Doğal yaşamın sadece üzerinde bulunulan alan olmadığına dikkat çeken Dilek, değerlendirmesine şunları ekledi: “Solunan hava, ulaşılmaya çalışılan veya içinde yaşanılan sucul ortamdır. Endüstriyel faaliyetler sonucu oluşan atık gazın, atık suyun doğrudan alıcı ortama verilmesi ve bu konuda önlem alınmaması, iklim değişikliği, su kirliliği ve toprak kirliliği gibi sorunlara yol açmıştır. Kontrolsüz ve aşırı yapılaşma, denizlerin doldurulması sonucu yaşam alanları gasp edilen hayvan türleri ya bir şekilde yaşama tutunmaya çalışmış ya da yok olmak üzeredir. Bugün inatla yapılmaya çalışılan Kanal İstanbul Projesi, nükleer santraller, HES’ler, dolgu alanları tam anlamıyla çevre felaketidir aynı zamanda ise doğal yaşam alanlarının ihlal edilmesiyle de doğal yaşam alanı gaspıdır.”
‘İstanbul’un su ihtiyacının yüzde 29’u yok olacak’
Kanal İstanbul Projesi’nin yapılmaya başlandığı an itibari ile İstanbul’u susuzluk, trafik ve iş cinayetlerinin beklediğini vurgulayan Dilek, “Kanal İstanbul Projesi değerlendirilirken sadece kanal güzergâhı ile değil bütün olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şubesi Kanal İstanbul Komisyonu bu projeyi Kanal İstanbul ve Yenişehir Rezerv Alanları olarak ele almıştır. Sazlıdere ve Terkos su kaynaklarının yok olması İstanbul'un su ihtiyacının yüzde 29'unun yok olması demektir. Bu oran 6 milyon kişinin su ihtiyacına denk düşmektedir. Sazlıdere Barajı su toplama havzası yaklaşık yüzde 60'nı kaybedecek olup bu oran Avrupa Yakası’nın su ihtiyacının yüzde 8'ine denk düşmektedir. Terkos Gölü ve Sazlıdere Barajı ve su toplama alanları havza yıllık verimi incelendiğinde Sazlıdere Barajı ve havzasının metrekare başına su tutma kapasite veriminin en yüksek havzası olduğu görülmektedir” diye belirtti.
‘Kent yaşam kalitesini düşüren etkiler olacaktır’
ÇED Raporu’nda kanaldan sızacak tuzlu su ile yeraltı suyu kaynağının olumsuz etkilenebileceği belirtildiğine de dikkat çeken Dilek şöyle devam etti: “DSİ raporunda ise ‘Güzergâh boyunca akiferlere tuzlu su girişimi olması halinde stratejik rezerv olan akiferlerin kirlenme riski ile birlikte kanal kazılarıyla, akifer boşalımlarının hızlanması ve yakın çevredeki şahıs ve kuruluşlara ait mevcut su sondaj kuyularının etkilenme ihtimali ortaya çıkacaktır’ tanımlamasından, bölge yeraltı sularının ve Kırklareli akiferinin tuzlanacağı, dolayısıyla proje alanı dışında Trakya yeraltı sularının da olumsuz etkileneceği anlaşılmaktadır. Proje sürecinde yapımına başlanacak ilk yapılardan olacağı öngörülen tünel yapıları İSKİ'nin su iletim görevini sürdürebilmesi için büyük önem taşıdığı ifadesi ile İstanbul'un proje yapım aşamasında, su kesintileri, alt yapı hizmetlerinin durması, trafik hizmetlerinin aksaması gibi birçok kent yaşam kalitesini düşüren etkilerin olacağı anlaşılmaktadır.”
‘Kanal İstanbul bir yıkım projesidir’
3’ncü Havaalanı inşaatı şantiyesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından "Hedef Sıfır Kaza" kampanyası başlatılmış olduğu halde, birinci ayını doldurduğunda, en az 166 emekçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiğini hatırlatan Dilek, Kanal İstanbul’un işçi sağlığı ve iş cinayetleri açısından da değerlendirilmesi gerektiğine işaret etti. Soma ve Ermenek maden facialarını, Mecidiyeköy'deki Torun Center inşaatındaki asansör faciasında yaşanan iş cinayetlerini de hatırlatan Dilek, “Örnekler maalesef çoğaltılabilir ve bu durum bize Kanal İstanbul gibi projelerde karşılaşabileceğimiz iş cinayetlerinin boyutunu kısmen göstermektedir. Sadece bu etkilere bile baktığımız zaman Kanal İstanbul bir yıkım projesidir” diye ekledi.