Abdullah Öcalan: Kürtler var mı, yok mu? 2025-05-13 09:01:43             HABER MERKEZİ – Kürt gerçekliğine dair değerlendirmelerinde, Kürtlerin yaşadığı inkâr, imha ve soykırım politikalarına dikkat çeken Abdullah Öcalan, “Orta Doğu’nun bu görkemli, cesur ve emekçi gerçekliği yeni çağda, kapitalist modernitenin hegemonik çağında neredeyse tarihten silinmekle yüz yüze geldi. Kürt gerçekliği üzerine sanki değil, gerçek bir kâbus çöktü” sözleriyle Kürtlerin yaşadığı inkâr politikasına ayna tutuyor.    1970’li yılların sonlarında Türkiye’deki siyasal çalkantılar ve toplumsal eşitsizlik ortamında şekillenen Kürt siyasal hareketi, kendi tarihsel rotasını çizen örgütlerden biri olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile yeni bir evreye girdi. PKK, 27 Kasım 1978’de Lice’nin Fis köyünde gerçekleştirilen ilk kongresiyle resmî olarak kurulmuş; bu kongre, örgütün ideolojik, politik ve örgütsel hattını belirleyen tarihsel bir dönüm noktası oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan liderliğinde gelişen bu yapı, kuruluş sürecini “Kürt gerçekliği” ekseninde temellendirdi. Abdullah Öcalan, Kürt kimliğinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde inkâr ve asimilasyon politikalarıyla bastırıldığını belirterek, PKK’nin varlık nedenini bu tarihsel ve toplumsal gerçekliğe dayandırdı. Abdullah Öcalan’a göre; PKK’nin kuruluşu, sadece bir siyasi örgütlenme değil; aynı zamanda Kürt halkının ulusal bilincini inşa etme ve tarih sahnesine kolektif bir aktör olarak çıkma iradesinin ifadesi oldu. Bu bağlamda PKK, kuruluş kongresinde sadece yapısal bir kimlik kazanmamış, aynı zamanda Kürt sorununun radikal bir çözüm perspektifiyle yeniden tanımlandığı bir zemin yarattı.   İmralı Adası’nda bulunan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ardından PKK 5-7 Mayıs tarihlerinde 12'nci kongresini gerçekleştirdi. PKK'nin kongrenin ardından açıkladığı kararlar, yeni bir döneme girildiğine işaret ediyor. Abdullah Öcalan'ın PKK'nin kuruluşu öncesine dair savunmalarında yer alan Kürt gerçeğine ilişkin değerlendirmelerini paylaşıyoruz.   Varlık ve bilinç   Kürt gerçeğini, varlık, bilinç ve felsefenin en temel sorunu olarak ele alan Abdullah Öcalan, “Kürtleri varlık, oluş ve bilinç halinde tanıtlamaya çalışmak, konunun köklü kavranmasının temelidir. Yakın döneme kadar belki de çoğu toplum ve devlet kesimi açısından Kürtlerin varlığı tartışmalı bir konuydu. Kürtler varlıklarını kanıtlamak için belki de kapitalist modernite bağlamında son iki yüzyılda hiçbir toplumsal varlığın yaşamadığı şiddette, içerik ve biçimde baskılar, inkârlar ve imhalar yaşadılar. Kendilerine kültürel ve fiziki soykırımlar uygulandı. Ana mekânlarında gerek fiziki parçalama, gerekse kültürel (zihnen) parçalama ve yok sayma için her tür zor ve ideolojik araç devreye sokuldu. Denilebilir ki, kapitalist modernitenin soykırıma varana dek uygulanmayan hiçbir baskı ve talan mekanizması kalmadı. Kürtlük bu açıdan benzeri olmayan bir olgudur. Yahudiler yaşadıkları soykırım için ‘benzeri olmayan’, ‘biricik’ kavramını özenle kullanırlar. Kürtler için sadece uğradıkları soykırım açısından değil, varlık olmaktan çıkaran diğer tüm uygulamalar nedeniyle ‘biricik halk’ veya ‘toplumsal varlık’ tabirini kullanmak yerinde olacaktır” diyor.   Kürtler var mı, yok mu?   PKK somutunda yaşanan 30 yıllık mücadelenin Kürtler açısından sadece varlık sorunu için verildiğine dikkat çeken Abdullah Öcalan, “Bu mücadele bir anlamda Kürtler var mı, yok mu sorusunu netleştirme mücadelesiydi. Taraflardan biri intiharvari biçimde Kürtler vardır derken, karşı taraf yoktur diyordu. Daha da ötesi ve utanılası olan, son otuz yıldan önceki altmış yılda da Kürt entelektüelliği açısından temel meselenin Kürtlerin varlığını kanıtlama uğraşı olmasıydı. Şüphesiz bir birey ve toplum için kendi varlığını tartışmak çok tehlikeli ve alçakça bir konumu ifade eder ki, bu da yaşam ve ölüm arasındaki ince bir çizgiye işaret eder. Tarihte hiçbir toplumsal varlık bu duruma düşürülmemiş veya çok az sayıda toplumsal varlık bu tür bir vahşete maruz kalmıştır. Kürtler kadar hiçbir toplumsal varlık kendiliklerinden utanır ve inkârı kabul eder hale getirilmemiş veya çok az sayıda toplumsal varlık böylesi bir aşağılanmayı yaşamıştır. Kürt olmak demek, öz vatanı olmayan, hiç para etmeyen, parasız kalmakla özdeş olan, yoğunca işsiz kalan, her ücrete çalışan, sürekli yaşam kavgası veren, kültürel ihtiyacını unutan, maddi ihtiyaçlarının temini için korkunç çabalayan, NAN’ın (ekmeğin) anayurdunda (neolitik tarım devriminin anayurdu) Nan’sız kalan topluluk kalıntısı benzeri bir şey olmak demektir” diye belirtiyor.   ‘PKK eylem olarak Kürtleri var kıldı’   Abdullah Öcalan devamında ise PKK’nin neden Kürtler için önemli olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “PKK eylem olarak Kürtleri var kıldı. 20'nci yüzyıldaki Kürtlük, kurtarılmadan önce var kılınması gereken bir Kürtlüktü. Başarılan şey varoluştu. Bir şey eğer varlık sorununu yaşıyorsa, öncelikle yapılması gereken onu kurtarmak değil, var kılmaktır. Kürtlerin durumu önceliği tamı tamına varoluşa vermeyi gerektiriyordu. Kurtuluş, özgürlük ve eşitlik gibi kavramlar ancak varoluşsal sorununu çözmüş varlıklar için anlam ifade eder. PKK eylemliliğinin kurtuluşçu yönünden çok, var kılıcı yönü büyük önem taşır. Yapı ve bilinç olarak taşıdığı tüm kusurlara rağmen, PKK’nin Kürt varoluşunda hayati bir rol oynadığı kesindir.”   'Varlık özgür olmayıp cehennemin sırat köprüsünden geçti'   Kürtlere yönelik soykırım, imha ve inkâr politikalarını, tarihten günümüze geldikleri noktaları da detaylı bir biçimde ele alan Abdullah Öcalan, “Kürt gerçekliğinde son iki yüzyılın önceki tarihî dönemlerden ayrılan ve benzeyen özelliklerini daha yakından görmek öğretici olacaktır. Görkemli neolitik çağda Proto Kürtler evrensel tarihin motor gücüydüler. İlkçağda merkezi uygarlık sisteminin doğuşunda ve beslenmesinde beşik ve ana rolündeydiler. Ortaçağda merkezî uygarlık sisteminin, İslâmiyet’in güçlü ve öncü kavimlerinden biriydiler. Ortadoğu’nun bu görkemli, cesur ve emekçi gerçekliği yeni çağda, kapitalist modernitenin hegemonik çağında neredeyse tarihten silinmekle yüz yüze geldi. Kürt gerçekliği üzerine sanki değil, gerçek bir kâbus çöktü. Peş peşe soykırımlar için kullanılan bir deyim olan ‘büyük felaketler’e uğradı. Her ne kadar varlığını koruyorsa da, bu varlık özgür olmayıp cehennemin sırat köprüsünden geçmektedir” sözleriyle bir kez daha Kürtlere yönelik imha politikalarına işaret ediyor.    'Kürdistan kavramına yönelik darbe'   Tarihsel olarak Proto Kürtlerden çağdaş Kürtlere kadar Kürtler için bir anavatan gerçekliğinin hep var olageldiğine vurgu yapan Abdullah Öcalan, “Sümerlerde Kurtiye, Luwilerde Kürdiwana (Kürtlerin Memleketi), Helenlerde Kardokya kavramları aynı kökenden türemiş olup zamanla dönüşüme uğramış, Selçuklu sultanlarının İran’daki egemenlikleri döneminden (M.S. 11. yüzyıl) itibaren resmen Kürdistan olarak son şeklini almıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de yüzlerce fermanda kavram olarak Kürdistan kavramı daha sıkça kullanılmıştır. Cumhuriyet’in kuruluşunda bizzat M. Kemal Kürdistan kavramını yazılı ve sözlü olarak defalarca kullanmış olup, bölgeden TBMM’ye gelen ilk milletvekilleri de kendilerini ‘Kürdistan Mebusu’ olarak tanımlamışlardır. 1925’teki Beyaz Türk komplosundan itibaren Kürt, Kürdistan ve Kürtlükle ilgili her tür miras ve adlandırma birdenbire dehşet verici yöntemlerle yasaklanıp olgu olmaktan çıkarılmak istenmiştir.    Kürdistan kavramına yönelik bu darbe birçok amaç taşımaktadır. Her şeyden önce Beyaz Türkler (Buna genç bürokratik Türk burjuvazisi de diyebiliriz. Ama içindeki yönetici çekirdek olarak Yahudi sermayesini dahil etmek kaydıyla) Kürdistan’ı İngiliz ve Fransız sömürgeci yönetimleriyle yeniden dört parçaya bölüp, en büyük parçayı kendi paylarına ayırarak, içindeki her şeyiyle birlikte Türk sayıp soykırım sürecine sokmuşlardır. Bu, Kürdistan coğrafyasına yönelik komplocu bir darbedir. 1925’teki Şark Islahat Planı’yla Kürt gerçekliği tümüyle tarihten silinmek istenmiş, Kürtlerin vatanı ‘yok hükmünde’ sayılmıştır” ifadelerine yer veriyor.   'Cumhuriyetin kuruluşunda yer alan halktan, yerine ezilmiş halk'   Kürdistan'daki Kürt isyanlarına değinen Abdullah Öcalan şunları dile getiriyor: “Cumhuriyet’in kuruluşunda yer almış bir halk ve vatanı gitmiş; yerine, her şeyiyle ezilmesi ve yok sayılması gereken, dilsiz ve vatansız, adı yasaklanmış, dağda karda yürürken ‘kart kurt’ sesi çıkaran bazı vahşiler kalmıştı! Kapitalist hegemonik güç olan İngiltere, bu politikanın yakın işbirlikçisiydi; ses çıkarmadı, bu politikayı alttan destekledi. Zaten Musul-Kerkük petrollerine bu nedenle konmuştu. Türk devletinin Fransa’ya yakınlığı, laik ulus ve hukuk anlayışını benimsemesi, Fransa’nın bu insanlık dışı uygulamaları unutması için yeterliydi. Almanya zaten kurucu üyeydi. Rus reel sosyalistleri açısından Beyaz Türkçülüğün Kürdistan’daki uygulamaları, gericiliğe karşı ilericiliğin zaferiydi. Doğu Kürdistan’daki Mahabad Kürt Cumhuriyeti de aynı politikanın kurbanı olmuştu. Kanıtlanan şey; kapitalist modernist güçlerin günlük çıkarları uğruna bir halkın binlerce yıllık vatanını bir çırpıda feda edip yok saymaktan çekinmeyecekleriydi.   'Tarihin en eski vatanı yok edildi'   Güney Kürdistan gerçekliği, soğuk savaş hesapları sonucunda ısıtıldı. Fiziksel de olsa varlığını koruyan Kürt halkının, bilinç olarak da gelişip kaderine hükmetmesini önlemek ve sistemin ileri karakolu halinde tutmak amacıyla küçültülmüş bir Kürdistan hep yedekte tutuldu. Bu sefer çıkarları bunu gerektiriyordu. Irak Kürdistan’ı denilen olgu, tıpkı Helen ve Ermeni halklarının tarihsel vatanlarını kaybetmeleri karşılığında bir diyet borcu olarak kendilerine sunulmuş küçük vatan parçalarına mahkûm edilmelerine benzer biçimde gündeme getirildi. 20. yüzyıl sona erdiğinde, tarihin belki de oluşmuş ilk ve en eski vatanı neredeyse yok edilmişti. Bir toplum için kapitalist modernite tarafından yurtsuz sayılmak, kendi varlığını ve gerçekliğini yarı yarıya kaybetmektir. Vatan, yurt, welat yok sayıldıktan sonra toplumunu ayakta tutmak, maddi ve manevi kültürünün varoluşunu devam ettirmek mucizelere kalır. Bu durum, bir insanın boşlukta yüzmeye veya yürümeye çalışmasına benzer. Varlığını korumak istiyorsan ya balık olup yüzersin ya da kuş olup uçarsın.”   Yarın: Şark Islahından zorunlu iskâna