Özgürlüğün tohumları (3)
- 09:01 31 Mayıs 2024
- Jıneolojî Tartışmaları
"Kadınlar içinde çalışmak kolay olmuyordu. Bir yanda baskılandığı ortamı zorlayarak katılmak isteyen, öğrenmek, değişmek çabası içinde olan kadınlar, öte yanda çarpık yaklaşımlar içinde olanlar vardı. Kürdistan'da kadın ilk defa böyle bir sarsıntıyı yaşıyordu… Ulusal kurtuluşla birlikte bir uyanış süreci başlamıştı."
Zilan Narin
Temelde faşistlere ve ağalık sistemine karşı yürütülen aktif mücadelede elde edilen kazanımların sembolik zirvesi, 1978-79 yıllarında Hilvan’da Süleymanlar aşiretine, sonrasında da Siverek’te Bucak aşiretine karşı geliştirilen gözü kara eylemler olmuştur. Aynı dönemde faaliyet gösteren farklı örgütlerin de toplantı ve yürüyüşlerinde “kahrolsun ağalık” ve türevi dövizler taşıdıkları görülüyor. Yoksul Kürt köylüsünün ve sınıf bilinci gelişen Kürt gençliğinin en yakıcı gündemidir bu sistem. Yılmaz Güney gibi muhalif sinemacıların o dönem yaptıkları filmler, Kürt halkının içinde olduğu bu durumu en keskin haliyle gösterir. 1978 yapımı Sürü, 1981 yapımı Yol, bunlar arasında en bilinenleridir. Bu filmlerde ağalık sistemi ve kadını zincirleyen, konuşturmayan geri feodal geleneklerin anatomisi sunulmakta, alt metinde bu sistemden kurtulmak gerektiği mesajı öne çıkmaktadır. Toprak Tarım Reformu ile birlikte devlet, ağalık sistemine sözde müdahale edeceğini iddia etmiş, ama toprak ağalarının statüsünde ve tahakkümünde değişen bir şey olmamıştır. Kımıllardan kurtulmak şarttır. Ancak ağalık-aşiret sistemine karşı ses getiren, etkili eylemlerden kaçınılmaktadır. Nitekim 1970’li yıllarda Siverek bölgesinin adeta Kürt hareketlerinin merkezi haline geldiği halde, ağalık sistemine karşı böylesi bir hamleye girişen örgüt olmamıştır. Bu kadar farklı örgüt içinden fikir-zikir-eylem birliğini yakalayanın halk nezdinde daha fazla dikkate alınması, sempatiyle karşılanması doğal bir sonuç olmuştur. “Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz” sözünün sağlamasıdır bu bir nevi. Dolayısıyla, “Kürdistan devrimcileri”nin gerçekleştirdiği her bir eylem “yoksul köylülüğün egemen sınıflara karşı mücadelesi” olarak karşılık bulmuştur.
Kurdistan’da bir ilk!
Hilvanlı kadınların da katıldığı Hilvan direnişi sonrasında devrimcilerin ve halkın baskısıyla dönemin belediye başkanı istifa eder. 6 Mayıs 1979’da yeniden seçim yapılır ve halkın gösterdiği aday Nadir Temel belediye başkanlığına seçilir. Belediye meclisine 3 kadın da seçilir: Durre Kaya, Saadet Yavuz ve Emine Hacıyusufoğlu. Halk meclisleri kurulur, demokratik-sosyalist ilkeleri esas alan bir yerel yönetim sistemi oluşturulur. Bu Kürdistan tarihi açısından bir ilktir. Yine biri doğrudan kadın temsilci olmak üzere 3 kadının da belediyeye girişi de bir ilktir. 2010 yılında yaşamını yitiren Dure Kaya, Kürdistan kadın özgürlük mücadelesinin yıllar sonra sisteme dönüştürdüğü eşbaşkanlık ilkesinin ilk uygulayıcısıdır denebilir. Sadece 11 ay sonra kayyum olarak kaymakam atanır belediyeye. Batman’da da Edip Solmaz aynı biçimde halkın bağımsız adayı olarak seçimlere girer ve büyük bir farkla kazanır, ancak 28 gün sonra evine giderken öldürülür. Bir ay boyunca geceli gündüzlü sürdürülen seçim kampanyasında kadınlar da aktif bir şekilde yer alır.
Dure Kaya şahsında mağdur kimlik temsilinden çıkış
Halk meclisinin kadın temsilcisi olarak belediyede yer alan Dure Kaya’nın kızı Hanım Yaverkaya da sonra Parti’nin öncü kadrolarından biri haline gelir. Mücadelenin kitle ayağına katılan kadınların kızlarının Parti içinde aktif rol alması, mücadele kültürünün nasıl aktarıldığını göstermesi açısından önemlidir. “Talebeler”in zaman içinde bir taban hareketine dönüşmesinin başlıca faktörlerinden biri, kızların ve oğulların mücadeleye katılımıyla birlikte aktifleşen veya tam tersi anne-babası siyasallaştığı için mücadeleyi tanıyan ve katılan gençler dinamiğidir. Bu dinamiğin temelleri bu ilk çıkış yıllarına kadar götürülebilir. Dure Kaya şahsında, kadınların müjde bekleyen, izleyen mağdur kimlik temsilinden çıkışının modelinin geliştiği de belirtilebilir. Yine Hilvan direnişi sürecinde politikleşen ve nişan yüzüğünü atarak aktif mücadeleye katılan genç bir kadın olan Sultan Yavuz, bu modelin bir başka karakteridir(https://anfturkce.com/kadin/Uelkesinin-derdine-duesen-devrimci-kadin-sultan-yavuz-94761). Sadece talebelerin değil, anaların köylü kızların da katılması 1980’lerin sonuna doğru giderek çeşitlenecek olan kadro-sempatizan profilinin habercisidir.
Kadının zindan direnişi
12 Eylül darbesi ile birlikte başlayan gözaltı tutuklama furyasında üye ve sempatizan veya sadece selam vermiş dahi olsa herkesin alınması, çapraz bir siyasallaşma etkisi yaratmıştır. Hem içerisi hem zindan kapıları kadınların klasik bağları dışına çıkmasının mekanı olmuştur. Yine bu mekanlarda kadınların karşılaştığı işkenceler, toplumdaki namus olgusunun çatlamasının, dönüşmesinin zemini olmuştur. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde, cinsel saldırıya uğrayan kadınların birbirlerine "kirlenmiş" gözüyle bakmaları zorlayıcı bir faktör olabilmişken, diğer taraftan kadın bedeninin ve namus olgusunun erkeği ve kadını teslim almaya dönük bir araç olarak kullanılmasına izin vermeyen bir profil de çıkmıştır. Sakine Cansız, Aysel Doğan bugün hala zindanda olan Gülten Kışanak ve daha birçok kadının cezaevindeki yıldırma politikalarına karşı direnişi günümüze kadar uzanan zindan direniş geleneğinin dönüm noktası olmuştur (https://www.newayajin.net/cezaevleri-ve-kurt-kadinlarinin-sessiz-direnisleri/.). Kadınların Diyarbakır 5 No’lu direnişi, içerde geliştirdikleri dayanışma dışarıya da yansımış, kadının mücadele içindeki varlığı bir saygınlık işareti sayılmıştır. Bununla birlikte hem zindandan çıkan hem girdikleri çatışmalarda hayatlarını kaybeden kadınlara dönük bekaret kontrolü gibi uygulamalarla kadınlar alabildiğine aşağılanmıştır.
Sakine Cansız: Uyanış süreci başlamıştı
Öğretmen okulları, eğitim fakülteleri, öğrenci yurtları bu dönem batı illerinde olduğu gibi Kürdistan illerinde de devrimci-sol örgütlerin kadro-sempatizan kaynağına dönüşmüştür. Aydın, biraz da olsa okumuş gençlerin toplumu bilinçlendirme sorumluluğuyla hareket etmesi, toplumdaki talebeler algısını güçlendirmiştir. Bu açıdan baktığımızda 70’lerde evlerde eğitim gören, sosyalist klasikleri okuyan kadın gruplarının yayıldığını görebiliyoruz. Ancak bu gruplar yayıldıkça, profil farklılaşmış okula gitmeyen ya da işçi, köylü kadınlar da etkilenmiştir. Dersim, Elazığ, Urfa, Bingöl, Batman, Antep bu faaliyetlerin en yoğun olduğu ve en güçlü karşılık bulduğu alanlar olmuştur. Bir öğrenci hareketi olarak ortaya çıkan “Kürdistan Devrimcileri”nin örgütlenme alanının gençlik olmasından kaynaklı harekete ilk katılan kadınlar üniversite çevresinden olan küçük burjuva kökenli ve genelde de Alevi kadınlardır. Grubun 1977‘de kadınlarla yaptıkları toplantılar yeni sempatizan ve çalışanların katılımını getirir. Grubun ilk kadın üyelerinden Sakine Cansız, bu süreci şöyle ifade etmektedir:
"Kadınlar içinde çalışmak kolay olmuyordu. Bir yanda baskılandığı ortamı zorlayarak katılmak isteyen, öğrenmek, değişmek çabası içinde olan kadınlar, öte yanda çarpık yaklaşımlar içinde olanlar vardı. Aslında bir anlamda bunlar doğaldı. Kürdistan'da kadın ilk defa böyle bir sarsıntıyı yaşıyordu…. Ulusal Kurtuluşla birlikte bir uyanış süreci başlamıştı. Bilinçli, bilimsel bir katılım düzeyi yakalayamadan, kadın, kaderine razı bir şekilde yaşayıp gidiyordu. Biraz aydın, öğrenci özellikleri olanları çekmek, onları etkilemek daha sonuç alıcıydı. Onun dışındaki katılım çok kaba bir taraftarlık düzeyinde kalıyordu(Sakine Cansız, Hep Kavgaydı Yaşamım).”
İlk katılımlarda ulusal kurtuluş mücadelesi öndedir
Bir başka kadın Ronahî, kadınların mücadeleye akışının ilk aşamasını şöyle ifade eder: "İlk katılımlarda ulusal kurtuluş mücadelesine katılım öndedir. Grup aşamasından itibaren sol görüş, ulusal bilinç, sınıf bilinci üzerinden kadınların katılımı oldu. Fakat cins bilinci azdır. Daha çok yurtseverlik üzerinden bir katılım var. Kuşkusuz cins bilinci konusunda arayışlar olsa da ulusal mücadeleye katılımdır."
Not: Yazının devamı haftaya yayınlanacaktır.
*Bu yazı, Jineolojî Dergisinin “BAKUR” dosya konulu 29. sayısından kısaltılarak alınmıştır.