Evrim kalemiyle, mücadelesiyle derin bir iz bıraktı…
- 09:37 12 Nisan 2022
- Portre
DİYARBAKIR - Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış, Ülkede Özgür Gündem gibi pek çok gazetede çalışan gazeteci ve yazar Evrim Alataş 12 yıl önce bugün yaşamını yitirdi. Evrim, hem haberleriyle, hem yazdığı kitaplarla hem de mücadelesiyle derin bir iz bıraktı.
Gazeteci, yazar Evrim Alataş, 15 Nisan 1976 yılında Malatya'nın Akçadağ ilçesine bağlı Gölpınar köyünde dünyaya gelir. İlkokulu kendi köyünde, ortaokulu başka köyde, liseyi ise İstanbul'da okur. Faili meçhullerin, köy boşaltmaların yoğun olarak yaşandığı dönemde, 1995 yılında abisi Hüseyin’in çıkardığı Newroz dergisinde çalışmaya başlar. Derginin kısa süre sonra kapanmasının ardından ablası Mukaddes Alataş’ın desteğiyle o dönem mahkeme kararlarıyla sürekli kapatılan ve farklı isimlerle yayın hayatına devam eden Özgür Gündem gazetesinde çalışır.
Hicivli bir bakış
Gazetecilik yaptığı dönemde pek çok kez gözaltına alınan Evrim, gazetenin "Fincan Xanım” köşesinde, Kürt halkının içinde bulunduğu durumu hicivli bir üslupla kaleme alır. Evrim, gazetedeki köşe yazılarının dışında hak ihlallerinin haberleştirilmesine de büyük bir önem gösterir.
Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış, Ülkede Özgür Gündem'de çalışan Evrim, Evrensel, BirGün, Özgür Politika, Radikal İki gazeteleri ile Esmer, Birikim, Amargi ve Tiroj dergilerine yazılar da kaleme alır. Taraf gazetesinde de "Kürtler Vadisi" adlı bir köşede yazar Evrim.
Min Dît’in senaryosunu yazdı
Evrim’in ilk romanı "Mayoz Bölünme Hikâyeleri", 2003 yılında Aram Yayınları'nca yayımlanır. Bu kitabında Kürt coğrafyasında yaşanan çatışmalı dönemin trajikomik hikâyelerini derleyen Evrim, kitabında bir kara mizah dili yaratır. İkinci ve son kitabı "Her Dağın Gölgesi Deniz'e Düşer" ise 2009 yılında İletişim Yayınları’nda basılır. Bu kitabında doğduğu köy olan Alevi Kürt köyü Gölpınar'ın hikâyesini anlatan Evrim, 12 Eylül sonrası Türkiye'nin de panoramasını çizer. İlk Kürtçe politik film olarak tanımlanan "Min Dît"in senaryosunu filmin yönetmeni Miraz Bezar ile beraber yazar. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Behlül Dal Özel Ödülü'nün yanı sıra ulusal ve uluslararası alanda pek çok ödüle değer bulunan film, Diyarbakır'da aileleri öldürülen iki çocuğun hayatını anlatıyor.
‘Saçlarımız ayaklarımızı bağladı’
Faili meçhullerin, hak ihlallerinin arttığı, gazeteciliğin her geçen gün zorlaştığı bu süreçte Evrim, kanser hastalığına yakalanır. Evrim, kanserle savaşma sürecini yazarak, çekerek, kendini sorumlu hissettiği değerleri tarihe not düşerek geçirir.
12 Nisan 2010’da Diyarbakır’da hayata veda eden gazeteci-yazar Evrim Alataş, daha önce yayınlanan bir yazısında şunları söylüyor:
“Tarihin yüzünü çaldığı çocuklar gibi. Vakitsiz yaşlı. Oyunsuz ve çıplak. Meşe kökü ve topraktan tebdili kıyafeti. Ayrıştıramazsın artık, bedenle kökü. Ateşten birleşmiş vücutla kefiye… Ölçüsü çalınmış bir şiir gibi yatıyor toprağın üstünde. Bir eli havada… Öylece… Hangi çağı selamlıyorsun? Hangi ateşe eğilelim şimdi? Hangi ateş duayı alır üstüne? Bu yükü hangi kıvılcım tutar? Biri usul usul… Yazılardan, tozlu arşivlerden ve daktilo nüshalarından uzak, bir yaz gecesi damda, kulağımıza fısıldanan destan eşkiyası gibi… Ki en fazla çocuklar taşır destan eşkiyalarının kesedeki sihrini. En fazla çocukları üzer sihrin bozulması. Sihrini toprağa gömen eşkıya, elbet kırık kafalı, kara gözlü çocuklar büyüyecek, ay ışığında, kayıp bir eşkıyanın sihrini arayacaktır…
Dört başlı ejderha için yüreğini çıkınına koyan yüzleri yanmış, uzuvları alınmış kardeşlerim! Nereye baksak parmağımızı ısırıyoruz. Tüm demler donuk. Çaydanlıklarınızın isini yüzümüze sürelim. Sürelim ki tanımasın bizi toprak. Sürelim ki ıssız mağaralarda sesimizin aksine irkilelim. Kaçtıkça anlayalım, korktuğumuz kendi sesimiz… Korkularını mağaralarda unutmuş kardeşlerim! Bedene dökülmüş beton gibisiniz. Gözlerinizi aralayın… Yol verin. Yol verin de bir sazlıkta size mevlüdi sesle gelelim. Nakışlı… Tebdili kıyafet beyaz! Uyanın sese, uyanın beyaza. Uyanın yılanın soğukluğundan. Ateşin katranından…
Tüm demlerin esiriyiz uyanın! Saçlarımız ayaklarımızı bağladı. Ateş gözümüzü dağlıyor, kirpiklerinizi aralayın. Ayaklarınıza dolanan kementlerle sürükleniyoruz medeniyetlerin ortasında. Bir ilkel arenadayız. Eğitimli oklar saplanıyor göğüs kafesimize. Kör oluyoruz, açın gözünüzü…”