Hasta tutsak Dilber: Mücadelem kimlik ve varlık için
- 09:01 10 Mayıs 2022
- Portre
Öznur Değer
ANKARA - “Herkesin dilinde bir şarkı ve o şarkı zamanla benim dilime de dolaştı” diyen hasta tutsak Dilber Tanrıkulu, tutulduğu Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde ağır sağlık sorunlarına rağmen tedavi edilmiyor.
İktidarın yürüttüğü savaş politikası ile PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 23 yıldır tutulduğu İmralı Cezaevi’ndeki ağır tecrit koşulları, toplumun tüm kesimlerine farklı boyutlarıyla yansıyor. İktidar politikalarının en derin yansıdığı yerler ise cezaevleri. Yaşam alanlarının daraltıldığı, koşulların zorlaştığı ve yaşam hakkının “yok” sayıldığı bu sürecin en ağır faturası tutsaklara kesiliyor. Türkiye ve bölge kentlerinde tutulan binlerce tutsak çeşitli hak ihlallerine uğrarken, bunların başında hasta tutsaklar geliyor. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) Nisan 2022 verilerine göre 2021’den bu yana en az 46 tutsak yaşamını yitirirken, cezaevinde hala 651’i ağır olmak üzere bin 517 hasta tutsak bulunuyor. Tedavi koşulları sağlanmayan tutsakların adeta katledilmesine karşı, hem cezaevlerinde hem de cezaevlerinin dışında mücadele sürüyor.
İHD’nin hasta tutsaklar listesinde olan tutsaklardan biri de Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Dilber Tanrıkulu. 2016’dan bu yana cezaevinde tutulan Dilber, uygun tedavi koşullarının sağlanmasını bekleyen binlerce hasta tutsaktan bir tanesi. Bacağına ve koluna isabet eden şarapnel parçaları nedeniyle ciddi sağlık sorunları yaşayan Dilber’in, aynı zamanda kas ve damar zedelenmesi, kalp kapakçığında basıklık, mide ve bağırsak problemi gibi çok sayıda rahatsızlığı da bulunuyor.
“Herkesin dilinde bir şarkı ve o şarkı zamanla benim dilime de dolaştı” diyerek özetliyor çocuk yaşta giriştiği mücadelesini. Daha çocukken, yaşamına ezgi tadında başlıyor Dilber.
Tarihsel bir direniş öyküsü barındıran ve halk dilinde “Nisêbîna rengîn” olarak bilinen Mardin’in Nusaybin ilçesinde 6 çocuklu bir ailenin 4’üncü çocuğu olarak dünyaya gelir Dilber. Direnişi miras aldığı kentte küçük yaşta önce “kimlik”, ardından ise “varlık” mücadelesi yürüten Dilber, tarihsel direnişin tekerrürünü gösteriyor adeta. Genç yaşında önce eril zihniyete karşı çıkıyor, sonra iktidarın asimilasyon politikalarına. Dilber henüz lise öğrencisiyken maruz kaldığı asimilasyon politikalarına, dilini eğitimde kullanamamasına karşı 11’inci sınıfta okulu bırakma kararı alıyor. Dilber, daha sonra ise bir genç kadın olarak kimlik mücadelesine aktif katılıyor.
‘O şarkı benim dilime de dolandı’
“Coğrafya insanın kaderidir” sözüne katılmadığını belirten Dilber’in serüvenini kaleminden dinliyoruz. Dilber, şöyle özetliyor tercih ettiği yaşamı: “Her ne kadar katılmasam da ben de bu kader denen çizgide ilerledim ve sonra kaderimi kendim çizdim seçimlerimle. Büyüdüğüm mahalle, yer, zaman ve mekan olarak zulmün, işkencenin ve aynı zamanda direnişin olduğu bir yerdi. Kürt gerçekliğini tanımak, bilmek ve onun için mücadele etmek, çocuk yaşımda zulme karşı bir zafer işareti yapmak bile o dönemde bir başarıydı. Pek bilincinde olmasam da genlerimde olan Kürt kanı, direnişçiliği beni buna itti, yöneltti. Herkesin dilinde bir şarkı ve o şarkı zamanla benim dilime de dolandı.”
Büyüyen isyanı onu toplumsallaştırdı
İsyanının zamanla büyüdüğünü söylüyor Dilber ve bununla beraber “ruhu ve iradesiyle toplumsallaşmaya adım attığının” altını çiziyor. Yılların yarattığı korku, kaygı ve alışkanlığını atmanın kolay olmadığına dikkat çeken Dilber, “Bedenine, zihnine, ruhuna vurulan kilit paslanmıştı ve o pası ancak ben kendimi, gerçekliğimi tanıyarak, içinde yer alarak atabilirdim. Bir basın açıklamasında, mitingde yer almak, içine girmek dahasını da isterdi. Bilinen boş olan yanım zamanla yerine oturuyordu. Yerine tam oturmasıyla birlikte aktif bir parçası, mücadelenin bir bireyi oldum. Toplumsal olan tüm etkinliklerde en önde yerimi alma çabası içindeydim” sözleriyle anlatıyor mücadeleye katılma sürecini.
‘En vahşi biçimde yüzünü gösterdi savaş’
7 Haziran ve ardından 1 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşen genel seçimlerde genç bir kadın olarak çalışmalardaki yerini alan Dilber, ardından ise başlayan sokağa çıkma yasaklarında yakılıp yıkılan şehrini terk edemediğini, evinde kalmaya devam ettiğini kaydediyor. Toprağın anlamına işaret eden Dilber, “Toprağından koparılan bir bitki zamanla nasıl soluyorsa, benim de o güzel, kadim şehri bırakmamın sonucu hüsran olacaktı. İnsani, vicdani, ahlaki olan da evimde, toprağımda olmaktı. Elbette bu kalışın birçok bedeli vardı. Katliama ve direnişe şahit oldum. Ve bu sırada kimseye en ufak bir yaşam hakkı dahi tanınmıyordu. Orada insanların olduğu, yaşadığı unutuldu. En vahşi biçimde yüzünü gösterdi savaş” diyor.
‘Yol boyunca işkence yapıldı’
Haftalar süren yasakların ardından insan koridoru oluşturulan Nusaybin’den, 26 Mayıs 2016 tarihinde 17’si çocuk 70 kişiyle birlikte çıkıyor Dilber. Asker ve polisin yoğun bombardımanı altında olan Nusaybin’de bacağı ve koluna isabet eden şarapnel parçaları nedeniyle yaralanan Dilber, tahliye edilmelerinin ardından polisin işkencesine maruz kalıyor. Dilber, yaşananları şöyle anlatıyor: “Çıktığımızda askerlerin psikolojik, fiziki işkencelerine maruz kaldık. Vücuduma isabet eden şarapnel parçaları sonucu kolumdaki ve bacağımdaki kaslar ve derimde hasar oluşmuştu. Bunlar tedavi ile iyileşebilirdi ancak hastaneye götürüldüğüm yol boyunca sürekli bir şekilde işkence yapıldı. Vücudumun her yerine dipçikle vuruldu. Bu esnada parça olan bacağımın kemiği kırıldı, paramparça edildi. Hastanede aldığım darbeler sonucu ailemin beni tanıyamayacağı bir hale getirilmiştim. Bunu yapan sadece askerler değildi. ATT görevlileri de bu sistematik işkenceye katıldılar. Sağlığımdan sorumlu olduğu belirtilen görevliler, şu an bacağımda kalıcı bir hasar bırakmış durumdalar.”
‘Tedaviye ihtiyacın yok’ denilmiş
Dilber, ne ambulansta ne de hastanede yarasına müdahale edilmediğini söylüyor. Mardin Devlet Hastanesi’nde tedavi gördüğü sırada bacağının kesilmesi gerektiğinin kendisine söylendiğini ifade eden Dilber, “3 ay boyunca ağır ameliyatlar geçirdim ve bunun sonucunda kalça protezi takıldı. Her işi yapamıyor, eğilip bükülemiyor, rahat yürüyemiyorum şu anda da. Daha hastanede hiçbir ihtiyacımı karşılayamayacak durumdayken tutuklanıp Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’ne götürüldüm. Ameliyatım yeniyken tetkiklere, fizik tedaviye ihtiyacım olmasına rağmen doktorlar bunların hiçbirini yapmadı. Tedavi için gittiğimde ise ‘Tedaviye ihtiyacın yok’ denilerek geri gönderildim” diyor.
Yaşından büyük ceza!
Tutuklanarak Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderilen Dilber’e, “ülkenin birliği ve bütünlüğünü bozmak” iddiası ile 3 yıl boyunca Mardin 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada aynı gerekçeden ağırlaştırılmış müebbet, “kasten öldürmeye teşebbüs”ten 16 yıl, “kamu malına zarar vermek”ten 3 yıl ve “tehlikeli maddeleri izinsiz olarak taşımak”tan 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Henüz 23 yaşında olan Dilber’e ağırlaştırılmış müebbet ile 26 yıl hapis cezası verildi.
Hastanede polis sorgusu!
2018 yılında “toparlandığı” gerekçesiyle Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne sürgün edilen Dilber, burada da aynı yaklaşımların devam ettiğini kaydediyor. Sincan’da yaşadıklarına dikkat çeken Dilber, “Tedaviye gittiğim esnada polis sorgusundaymışım gibi doktorlar sorular soruyordu. Hastalığımla ilgilenmedikleri gibi kendi kişisel duygu ve düşünceleriyle hareket edip, nasıl yaralandığımı, nerede olduğumu ve buna benzer sorular soruyorlardı” ifadelerini kullanıyor.
‘Yapacak bir şey yok’ denilerek tedavi edilmedi
Cezaevinde rahatsızlığı daha da ilerleyen Dilber, arkadaşlarının yardımıyla ayakta durabiliyor, kendine tedavi yöntemi buluyor. Gittiği her doktor ile aynı sorunu yaşayan Dilber, “Kolumdaki şarapnel parçasının yarattığı rahatsızlık da aynı şekilde tedavi edilmemektedir. Kolumun uyuştuğunu, kullanamadığımı, ağrının olduğunu belirtsem de ‘Parçadandır, yapacak bir şey yok’ denilerek yıllarca koluma bakılmadı dahi. Ben kolumdaki bu rahatsızlığı yıllar sonra öğrendim. Parçadan bağımsız kas ve damarların incinmesi, zedelenmesi sonucu böyle bir sorun yaşıyormuşum” diyerek anlatıyor rahatsızlıklarını.
Çok sayıda rahatsızlığı var
Dilber’in, cezaevinde de birçok hastalığı başlıyor. Kalp rahatsızlığı yaşayan Dilber’in kalbi kanı geriye doğru pompalıyor ve kalp kapakçığında basıklık bulunuyor. Tedavi edilmesi ve doktor kontrolünde olması gereken Dilber’in pandemi ile beraber tedavi koşulları da zorlaştı. Dilber, “Kalp için gittiğim doktor, dosyama bakmadan, ultrasona vermeden benim anlattığım kadarıyla hareket ederek ‘Doktorlar önceden bu ilacı vermiş ben de bunu veriyorum’ diyebiliyor. Cezaevinde beslenme yetersizliği var ve verilen yemeklerin de besleyici yönü çok az. Son yıllarda mide ve bağırsak problemi yaşamaktayım. Doktorlar bir şeyimin olmadığını söyleyerek beni geri gönderiyorlar. Tedavi olmadığımdan rahatsızlığımın hangi derecede olduğunu bilmiyorum. Zaten pandemi sürecinde hastaneye gidip gelmek de başka türlü sıkıntılar yaratmaktadır. Cezaevinde olup da tedavi olmak, sağlıksal anlamda iyileşmek de imkansız. Ayrıca dar mekan ve her geçen gün zulme dönüşen yaklaşım, koşullar da bu süreci daha da tetikliyor” diyor.
6 yıldır cezaevinde tutulan hasta tutsak Dilber’in, tedavisinin sağlıklı koşullarda yapılmaması nedeniyle hastalıkları ilerliyor.