Tülay Hatimoğulları: İmralı kapıları her açıldığında barış ısrarı büyüyor 2025-01-28 12:43:32       ANKARA - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, halkın barış umuduna sarıldığını belirterek, “İmralı kapıları her açıldığında Orta Doğu ve Türkiye halklarının barış ve demokrasi ısrarı büyüyor” dedi.   Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları Meclis’te partisinin grubunda konuştu.   ‘Barış arayışlarının baltalanmasını kabul etmiyoruz’   Sêrt Belediye Eşbaşkanı Sofya Alağaş’a 6 yıl 3 ay hapis cezası verilmesini eleştirerek sözlerine başlayan Tülay Hatimoğulları, “Bu ceza halkın iradesine ve yerel demokrasiye apaçık bir saldırı ve darbedir. Belediye eşbaşkanlarımızı hedef alan bu saldırılarla ve barış arayışlarının bu şekilde baltalanmasını asla kabul etmiyoruz. Bir yandan barış konuşulurken diğer yandan belediye eşbaşkanlarımıza yönelik bu kadar ceza sisteminin uygulanmasını, hapis cezası verilmesini kabul etmiyoruz. Bu karar, yargının bir kez daha muhalif olan bütün kesimlere karşı siyasallaştığının göstergesidir. Bu karar, bir kez daha yargının mevcut olan bütün muhalefete, başta DEM Parti olmak üzere, karşı saldırısının, darbesinin, operasyonunun göstergesidir. Bunu kabul etmek mümkün değil. Tarihimize dönüp baktığında büyük yanıldığını görecektir. Bizler bu siyasi soykırım operasyonlarına karşı asla diz çökmeyeceğiz” dedi.   Türkiye’yi değersiz hayatlar ülkesi haline getirdiler’   Bolu’daki yangın sorumlularına değinen Tülay Hatimoğulları, rant ve kâr hırsının katliamlara kapı araladığını belirtti. Tülay Hatimoğulları, “Türkiye’yi kolay ölümler, değersiz hayatlar ülkesi haline getirmek isteyenlerin neden olduğu bir yangın felaketiyle karşı karşıya kaldık. Rant hırsı, denetimsizlik felaketi onlarca eve, milyonlarca yüreğe ateş düşmesine sebep oldu. Yitirdiğimiz canlarımızı konuşuyoruz. İhmaller dizisini konuşuyoruz. İktidar ise ne bir özür diliyor ne de istifa kelimesini ağzına alıyor. Sadece tüm gücüyle ‘sorumluları acaba nasıl korurum’ diye bir çalışma içine girmiş durumda. Bu felakete kapı aralayanlar, sermaye kazansın diye denetim yapmayanlardır. Otel sahibine teşvikler verilmiş. Otel sahibi aldığı bu teşviklerle yüz milyonları bulan paralar kazanmış ama yangını engelleyecek alarm sistemi ya da söndürme sistemi kurmamış. Bunca kazanca rağmen bir tane önlem almamış olan iş insanını kim koruyor? Bu iktidar koruyor. İstiyorlar ki yangını sıradan görelim. Bu yangın bizim için ne münferit bir olaydır ne de bir kazadır” sözlerini kullandı.   'AFAD’ın kâğıttan kaplan olduğunu depremde deneyimledik'   Tülay konuşmasının devamında şunları söyledi: “Bu felaketin nedeni aşırı merkeziyetçi yönetimdir. Liyakatsiz atamalardır. Kurumların içini boşaltan rantçı, rüşvetçi anlayışın ta kendisidir. Bu facianın asıl sorumlusu, bütün yetki benim elimde olsun diye yerel yönetimlerin yetkisini sınırlayan ve yerel yönetimlerin yetkilerini merkeze tahvil eden anlayışın ta kendisidir. Yerel yönetimlerin muhalefet kazanınca kayyım atayayım, olmazsa yetkilerine el koyayım anlayışı bu felaketlere zemin hazırlamaktadır. Yerel yönetimin yetkilerini bakanlıklara devrediyorlar. Bakanlıklar gerçek denetim yapmıyor ve rüşvet ağına bulaşmış durumdadır. Kayyım atanmış, yetkileri sınırlandırılmış, felç edilmek istenen yerel yönetimler Türkiye'yi felakete sürükler. Yetkileri, olanakları artırılmış ve merkezi hükümet tarafından denetlenmiş olan yerel yönetim anlayışı modeli insan ve yaşam kurtarır. Bu yangın felaketinin sorumluları, devletteki tüm kurumlara, kadrolara el koyarak yandaşları yerleştiren, liyakatsizlik şampiyonu olan bu iktidardır. Öve öve bitiremedikleri AFAD’ın kâğıttan kaplan olduğunu depremde deneyimledik. Çadır satan, konserve satan Kızılay’ı gördük biz bu depremde. Kurumsal çöküşü gerçekleştiren merkezi anlayış tam da budur.   Bunların sevgileri ranttır, çıkardır, iktidardır   Çocuklar tacize uğruyor, katlediliyor. Narin’in ne yaşadığı daha hafızalarımızda dipdiri duruyor. Kadınlar şiddet görüyor, kadınlar her gün katlediliyor. Hayvanlar sokak ortasında eziyetle katlediliyorlar. Bize reva görülen bu ölümler, iktidarın memleket sevgisinin göstergesidir. Bunlar ne memleketi seviyor, ne insanını. Bunların bir tek sevgileri, bir tek aşkları var: ranttır, çıkardır, iktidardır. Başka da hiçbir şey yoktur. Toplum olarak bize yaşatılanlara alışmamalıyız. Bunları asla normal görmemeliyiz. Bugün Kartalkaya yangını olduysa Diyarbakır, Çınar, Mardin Mazıdağı’nda gerçekleşen yangınlarda gerekenler yapılmadığı içindir. Aladağ öğrenci yurdunda gereken denetim olmadığı içindir. SOMA, Ermenek, Şirvan, İliç maden faciasında etkin soruşturma yürütülmediği içindir. 6 Şubat depreminde kimseden hesap sorulmadığı içindir. Çorlu tren kazasında kusuru yağmurda aradıkları içindir. Bakın Çorlu tren katliamında, devlet bu katliamda ölen Oğuz Arda Sel’in annesi Mısra Öz hakkında soruşturma başlattı. Mısra Öz diyor ki; ne olur bunu büyük bir dikkatle bütün Türkiye halkları duysun ve bilsin. Adalet ve hakkını arayan insanların duygusunu herkes anlasın. Mısra Öz’ün sözlerinde bu çok güzel özetlenmiş: ‘Benim vazoda duran çiçeğim solup ölmedi, çocuğum öldü’ diyor. Bunun için adalet arayışı içinde. Bizler böyle bir yönetim biçimini asla kabul etmiyoruz. Böyle bir yargı sistemi, böyle bir yönetim biçimi olmaz olsun. Sevgili Mısra Öz yalnız değildir; DEM Parti olarak sonuna kadar onun mücadelesinin yanında olacağız.   Yetkililer derhal istifa etmeli   Bakın, AKP’nin 22 yıllık iktidarı döneminde 24 büyük facia yaşandı. Bu facialarda 100 bini aşkın insan yaşamını kaybetti. Rakamları da doğru söylemiyorlar. Yayın yasağı getiriyorlar ya, rakamları istatistiklere doğru işlemiyorlar. Ama 100 bini aşkın insan bu 24 faciada yaşamını kaybetti. Konuşulmasın diye her türlü baskıyı yapıyorlar. Bunu dile getireni gözaltına alıp tutuklayabilecek bir vicdansızlığın içine girmiş durumdalar. Bakın İSİG raporuna göre, AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002’den bu yana iş cinayetlerinde 32 bin 478 işçi yaşamını kaybetti. Bakın, yanlış duymadınız. İş kazalarında 32 bin 478 işçi hayatını kaybetti. Peki, bu ülkeyi ölüm ülkesine dönüştüren iktidarda bunca felaket, bunca katliam sonrasında bir sorumlu çıktı mı? Hayır. Bir istifa var mı? Hayır. Kaç istifa var diye soracak olursanız kocaman bir sıfır. Lâfı dolandırmaya gerek yok. Kültür ve Turizm Bakanı başta olmak üzere bu felakette sorumluluğu olan bütün yetkililer derhal ama derhal istifa etmelidir. Sadece istifa yetmez, yargı önünde de hesap vermelidir.   Otoriter ve merkeziyetçilik felaketlere davetiye çıkarıyor   Türkiye’nin yaşadığı bu vahşetin nedeni, demokrasiden yoksun olmamızdır. Türkiye’de yaşanan bu felaketlerin en önemli nedeni otoriterleşme ve aşırı merkeziyetçiliktir. Demokrasi olsaydı denetimler olurdu. İktidar, sermayeyle kol kola gezmezdi. Yerel yönetimler yetkili ve güçlü olurdu. Demokrasi olsaydı bunca felaketten sonra istifa bir kaçış değil, halka karşı bir sorumluluk ve zorunluluk olurdu. Her felakette görüyoruz ki kendisini sınırsız yetki ile donatmış olan bu iktidar, halka ve insan yaşamına karşı hiçbir sorumluluk hissetmiyor. Hak, hukuk demek, muhalefet partisi belediye başkanı daha kürsüde konuşurken hakkında soruşturma açmak değildir. Bakın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, hükümetin muhalefet belediyelerine dönük uygulamalarını ve baskılarını eleştirdiği konuşmasını daha tamamlamadan, daha kürsüdeyken jet hızıyla hakkında soruşturma açıldı. Kimse karnından konuşmasın. Olası rakiplerini yargı yoluyla yarışın dışına itmeye çalışmak hukuksuzluktur, antidemokratiktir. İktidara soruyoruz: Yakında insanlar konuşmaya başlamadan, daha düşünürken mi soruşturma açacaksınız?   İnsanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı yoktur   Hak, hukuk demek, onlarca insanın katledildiği 90’ların karanlığının eli kanlı mimarlarının yargılandığı JİTEM Davası’nın talimatla üstünün örtülmesi değildir. Dün, JİTEM ana davasında zorla kaybetmeler yönünden zaman aşımı gerekçesiyle dava düşürüldü. Bu davanın düşürülmesini kabul etmiyoruz. Bu, hukuksuzluktur; çünkü insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı yoktur. Hele de barıştan bahsedilirken, geçmişle yüzleşme ve hakikatleri açığa çıkarma ile ilgili karartma ve dosya kapatma asla kabul edilemez. Bu davanın kapatılması, apaçık bir şekilde 90’ların karanlığına sahip çıkmaktır. O dönemde işlenen cinayetlere, karanlığa, yolsuzluğa, hırsızlığa sahip çıkmaktır.   Barış adalet üzerinden inşa edilir   Gezi’yi bir intikam aracı haline dönüştürerek herkese soruşturma başlatmak, hak, hukuk demek değildir. Osman Kavalaların, Can Atalayların, Çiğdem Materlerin çıkmasını beklerken, Ayşe Barım gözaltına alındı ve tutuklandı. Başka sanatçılar da ifade vermek üzere çağrıldığını duyduk. İktidar her sıkıştığında Gezi üzerinden toplumu sindirmeye çalışıyor. Bu yol doğru bir yol değildir. Toplumsal barışı sağlayacaksak, her türlü demokratik itiraza ve görüşe saygı gösterilmelidir. Hak, hukuk demek adalet demektir. Barış da adalet üzerinden inşa edilir. Hak, hukuk, tarafsız ve bağımsız yargı demektir; demokratik yaşam demektir.   Acil adımlar atılmalı   Bu felaketleri hayatlarımızdan çıkarmak, bir felakete daha onlarca canımızı kaybetmemek için acil adımlar atılmalıdır. Yerel yönetimlerin yetki ve kaynakları mutlaka artırılmalıdır. Biz bunları söylerken onlar kayyım politikasına devam ediyorlar. Onlar bunu yapadursunlar, bizler kendi taleplerimizin ve mücadelemizin arkasındayız. Meslek odalarının yetkili olduğu ve STK’larla denetim mekanizmalarına müdahil olduğu bir sistemi inşa etmeliyiz. Liyakat esas alınarak denetim ve adalet mekanizmalarını kurmalıyız. Siyaset kurumlarının hesap verebilirliğini sağlayan bir hukuk düzeni inşa etmeliyiz. Ortak akıl ile hareket ederek, bu ülkeyi değersiz hayatların değil, değerli hayatların ülkesi haline pekâlâ getirebiliriz. Demokratikleşme derken, bizler tam da bunları kast ediyoruz. Bunu yapabiliriz, yapmalıyız da. Bunun için adalet, tek adresimiz; demokrasi, tek rotamızdır. Barış, mücadele hattımızdır. Bunu da herkes böyle bilsin.   Acı dolu bir tarih yaşadık   Barış, gergin fay hatları üzerinden inşa edilemez. AKP’nin yıllardır gerdiği fay hatlarını daha fazla germeye çalışması, en çok barış ve demokrasi umudunu yaralamaktadır. Öyle, yeni anayasa çağrıları yaparken MGK’nın kırmızı kitap denen gizli anayasasına sarılarak demokrasi gelmez. Bu ülkenin gizli anayasaya değil, demokratik bir anayasaya ihtiyacı var. Türkiye halklarını darbe, vesayet, isyan ve şiddet zeminlerinden kurtarmak, demokrasi, barış ve ortak yaşam zemininde bir tarihsel buluşmayı sağlamakla mümkündür. Bu sorumluluk hepimize aittir. Yüzyıldır başkaldırı ve bastırma ikileminde acı dolu bir tarih yaşadık. Bu artık aşılmalıdır.   DEM Parti’ye güvenin   Bin yıl boyunca kazanılan ortak kader düşüncesi, yüzyılda kaybettirilen inkârla karşılandı. Bugün derdi demokrasi ve hukuk olan herkese çağrımızdır: DEM Parti’ye güvenin. Bizler, Türkiye’nin demokratikleşmesinin hilafına olacak en ufak bir şeyi kabul etmedik, etmeyiz. Bakın, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt barışı derken bizler neleri anlatıyoruz: emeğin sömürülmediği, emekçinin ve emeklinin hakkını aldığı; halkların varlığının inkâr edilmediği; kendisini özgür ve eşit bir şekilde ifade edebildiği; Alevilerin eşit yurttaşlık haklarına sahip olduğu; doğanın katledilmediği; kadınların eşit ve özgürce yaşadığı; çocukların istismara uğramadığı, öldürülmediği ve güvende yaşadığı; gençlerin işsiz kalmadığı bir düzeni kast ediyoruz.   Barışın sesini yükseltelim   Bütün Türkiye halkları olarak, hepimiz rahat bir nefes almayı hak ediyoruz. Çok yorulduk; savaştan, çatışmalardan, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici siyasetten hepimiz çok yorulduk. Bunun için de barışın sağlandığı, ekmeğimizin büyüdüğü bir süreci hepimiz fazlasıyla hak ettik. Bunun için Türkiye’nin bu süreci ıskalamaması çok önemlidir. Bu konuda muhalefete çok büyük görev ve sorumluluklar düşüyor. Bu süreci ıskalamamak için, devletten olan beklentilerin yanı sıra bu iktidarın çözüm haritasını talep etme hakkımızın yanı sıra, muhalefetin de Kürt sorununa yaklaşımının daha belirgin ve toplumsal barışın sağlanması konusunda daha büyük rol ve misyon üstlenmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Buradan çağrımız, barıştan, emekten, haktan, hukuktan, adaletten yana olan; demokratik bir Türkiye’de yaşamak isteyen bütün insanlaradır. Gelin, barışa hep birlikte sahip çıkalım, barışın sesi olalım, barışın sesini yükseltelim. Bu ülkede daha çok barış demeye devam edelim.   Tek çıkış yeni bir toplumsal mutabakat   Bugün Suriye’de şiddet ve çatışmaların en kapsamlı şekilde devam ettiği bölge Kuzey ve Doğu Suriye’dir. Kuzey ve Doğu Suriye bölgesinde sivillere yönelik saldırılar ne yazık ki sürüyor. Suriye Milli Ordusu (SMO) adlı paralı lejyoner çeteler, Tişrin’de halay çeken sivilleri katlediyor, sanatçıları ve barış nöbeti tutanları hedef alıyor. Bu saldırıları yayınlayarak insanlığa karşı suç işlediklerini de apaçık bir şekilde itiraf ediyorlar. Tişrin Barajı ve çevresindeki sivillere yönelik bu saldırılar, uluslararası hukuka ve insanlık hukukuna aykırıdır. Sivilleri hedef almak, Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelere kesin bir biçimde aykırıdır.   Türkiye derhal SMO üzerinden devam ettirdiği çatışmalara son vermelidir. Suriye’de siyasal sürecin ilerlemesine hep birlikte katkı sağlanmalıdır. Bir an önce diyalog ve müzakere zemininin açılması çağrısını yineliyoruz. Kuzey ve Doğu Suriye’nin temsilcisi Fransa Cumhurbaşkanı ile görüşebiliyorsa, neden Türkiye Cumhurbaşkanı ile de görüşmesin? İlham Ahmed İngiltere Parlamentosu’na gidip orada görüşmeler gerçekleştirebiliyorsa, neden Türkiye’deki yetkililerle bir araya gelmesin?   Suriye’yi bir arada tutacak tek çıkış yolu, demokratik ulus anlayışıyla oluşturulacak yeni bir toplumsal mutabakattır. Çözüm, bütün halkların ve inançların kendisini özgür ve eşit olarak gördüğü, eşit şekilde temsil edildiği demokratik bir Suriye’den geçmektedir. Çözüm, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin statüsünün tanınmasıdır. Demokratik anayasal çözüm, bütün halkların ve inançların barış içinde bir arada yaşamasının sigortasıdır.   Mezhepçi akımların panzehiri demokratik anayasadır   20 Ocak’ta Suriye’nin Humus kentinde bir trajedi daha yaşandı. Alevi akademisyen Dr. Raşha El Ali’nin kaçırıldığı haberi geldi. Bu akademisyenin işkence gördüğü, parmaklarının kesildiği ve ardından katledildiğine dair bilgiler okuyoruz. Bunun gibi nice Alevi katliamı, Suriye’de rejim değişikliğinden sonra yaşandı.   Suriye’de Alevilere ve farklı halklara mensup kişilere yönelik katliamların ve ölümlerin önüne geçmenin tek yolu, demokratik bir Suriye’yi inşa etmektir. Ancak bu şekilde Kürtler, Araplar, Dürziler, Ermeniler, Türkmenler, Süryaniler, Çerkesler, Aleviler ve Sünniler barış ve huzur içinde yaşayabilir. Ortadoğu’yu sarmaya çalışan ırkçı, ayrımcı, kadın düşmanı ve mezhepçi akımların panzehiri, demokrasidir; demokratik bir anayasal düzendir.   Onurlu barışı yaratabiliriz   İmralı kapıları her açıldığında, Ortadoğu ve Türkiye halklarının barış ve demokrasi ısrarı büyüyor. Barış umuduna sıkı sıkıya sarılmış olan halkların sesi, oraya ulaşmaktadır. Bu umudu söndürmeye ya da önünde durmaya kimsenin gücü yetmez, yetmeyecektir de.   Örgütlü yapılarımızla dönemin ruhuna uygun eylem, mücadele ve örgütleme yöntemlerini kesinlikle geliştireceğiz. Fikriyatımıza, özgücümüze ve örgütlülüğümüze güveneceğiz. Çoklu miras geleneğimize yaslanarak bu sürece hep birlikte sahip çıkacağız.   Zaman, bekleme ya da izleme zamanı değildir. Tam tersine, barışın bu kadar yoğun konuşulduğu bir dönemde, başta DEM Parti olmak üzere merkezden yerel düzeye kadar hepimizin toplum içinde barış çalışmalarını sürdürmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Onurlu bir barışa ulaşmak için gece gündüz demeden çalışacağız. Mücadelemizi büyüteceğiz. Halklara and olsun ki umudunuz asla sönmeyecek; bu umut büyüyecek. Yaşamın değerli olduğu, barış içinde demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti’ni hep birlikte inşa edeceğiz.   Buna birikimimiz ve deneyimimiz de Türkiye halklarının sahip olduğu tarihsel birikim de fazlasıyla yeterlidir. Yeter ki örgütlü duralım, birbirimizi görerek yan yana olalım, omuz omuza duralım. Bu mücadele mutlaka başarıya ulaşacak."