'90'larda derin devlete yüklenen işkence, OHAL'de çetelenerek normalleşti' 2017-10-27 09:10:19   Habibe Eren   ANKARA - OHAL ilan edildiği 20 Temmuz'dan bu yana beş kez uzatıldı. OHAL boyunca artan işkence ve yargısız infazlara ilişkin değerlendirmelerde bulunan HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran, 80'li ve 90'lı yıllarda işkencelerin ve katliamların derin devlete yüklenip sahiplenilmediğini, bugün ise açıkça meşrulaştırıldığını belirtti. Ayşe, "İktidar o kadar suça boğulmuş ki suçuna bir suç ekleme ve bunları sahiplenme noktasında bir çekincesi bulunmuyor" dedi.    20 Temmuz 2016'dan beri beş kez uzatılan OHAL ile birlikte  hak ihlalleri ve işkence had safhaya ulaştı. Toplantı ve gösteri yapma hakkı yurttaşların elinden alınırken, sokağa çıkan herkes polis şiddetine maruz kaldı. Özellikle Ankara'da kendini derinden hissettiren OHAL ile birlikte kaçırmalar, gözaltında işkence, ajanlık dayatması ve tutuklamalar artarak devam ediyor. En son İnsan Hakları İzleme Örgütü,(HRW) "Türkiye’de Polis İşkencesi ve İnsan Kaçırmalar” başlıklı 43 sayfalık raporunda, dayak, tehdit, cinsel saldırı ya da cinsel saldırı tehditleri dahil olmak üzere gözaltında ciddi hak ihlallerini içeren bir rapor hazırlayarak 11 vakaya dair deliller listelendi.   'Cuntacıların yaptığın AKP-MHP ittifakı yapıyor'   OHAL'de artarak devam eden baskı ve işkencelere ilişkin HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başara değerlendirmelerde bulundu. 15 Temmuz'u artık darbe günü olarak tanımlamadıklarını belirten Ayşe, esas darbenin 20 Temmuz'da OHAL'in ilan edilmesiyle başladığını ifade etti. İnsanların KHK'lar ile işlerinden edildiğini, gözaltı sürelerinin ve gözaltında işkencenin arttığını vurgulayan Ayşe, "Bütün toplumsal etkinlikler yasaklandı. Ufacık bahanede insanlar gözaltına alınıp tutuklandı. 80 darbesinden sonra cuntacıların yaptıkları pratiklerin aynısını AKP-MHP ittifakı gerçekleştiriyor" dedi.    'OHAL Türkiye'de bir sistem haline geldi'   Türkiye'de artık OHAL rejimi olmadan Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli rejiminin kendilerini yürütemeyeceklerini vurgulayan Ayşe, "OHAL Türkiye'de bir sistem haline geldi. Bu kadar uzun süren insanların hayatını birebir etkileyen ve AKP dışında toplumun bütün kesimini etkileyen bir süreç haline geldi ve Başkanlık rejimi ile OHAL rejiminni ortaklaşa götürülmeye çalışılıyor. Erdoğan ve Bahçeli koalisyonu 2019'a kadar Başkanlık rejiminin bütün sac ayakları bittikten ve birbütünen kabul gördükten sonra bu süreci OHAL ile yürütme amaçlanıyor"ifadelerini kullandı. OHAL'in üç ay daha uzatıldığını hatırlatan Ayşe, bunun nedenini iktidara sorduklarında, Türkiye'nin istikrarını sağlamak gibi bir çok gerekçe ile karşılık verdiklerini dile getirdi.    KHK işkencesi dört bir yanda   Bu gerekçelerin hiç birinin geçerli olmadığını söyleyen Ayşe, şöyle konuştu: "KHK'lar ile kış lastikleri düzenlendi bu ülkede. KHK'lar ile insanlar işlerinden edildi. Darbe anayasasına bile baktığımızda ,'KHK'lar sadece OHAL'in ilan edildiği konular çerçevesinde çıkartılabilir. Ancak OHAL'in ilan edildiğinden sonra belediyelere kayyım atandı. Gözaltı süreleri uzatıldı, insanlar tutuklandı. Barış akademisyenleri ihraç edildi. Kadın kurumları kapatıldı; ancak OHAL'in en çok toplumda kendini hissettiren tarafı muhalif kesimler  ve kadınların yaptığı en ufak eylem ve etkinliğin yasaklanması. Bu yasağa rağmen sokağa çıkanlara da işkenceyle karşılaştı. Bunun en yakın örneği de 10 Ekim'in yıl dönümünde anma yapmak isteyen ailelere polis tarafından saldırı gerçekleşti. Özellikle OHAL bahane edilerek etkinlik yasaklandı. Aileler vahşice saldırılara maruz kaldı. Kendi yaşadıkları acılarının yanında devletin şiddetine bir kez daha maruz kaldılar."   'Derin devletten, normalleşen işkenceye'   Gözaltında işkencelerin yoğun olarak arttığını belirten Ayşe, sokağa çıkma yasakları adı altında şehirlerin abluka altına alındığını ve insanların katledildiğini hatırlattı. Bunun en yakın örneğini toplumun görüntülerle de şahit olduğu Muğla'da yaşandığını vurgulayan Ayşe, "7 kişi gözaltına alındı ve çırılçıplak soyulup işkenceye maruz bırakıldı. Asfaltın üzerinde saatlerce bekletilen bu insanların fotoğrafları çekilip medyaya servis edildi. 'Aslında 80'li 90'lı yıllarla bugünü nasıl birbirinden ayırırsınız derseniz?' 90 yıllarda ve 80'li yıllarda işkence yapılıyordu; ancak bu işkenceler derin devlete yükleniyordu. Devletin kendisi, yaptığı işkenceleri ve yargısız infazları kabul etmiyordu. Tansu Çiller ve Mehmet Ağar döneminde derin devletle yapılan işbirliği ile binlerce insan faili meçhul cinayetlerde katledildi. İnsanlar gözaltında kaybedildi. Ama bunların hiç birinde bir İçişleri Bakanı çıkıp işkenceyi normalleştirmedi. İşkencenin olağan bir şey olduğunu savunmadı" şeklinde konuştu.    'İktidar suçuna bir suç eklemekten çekinmiyor'   Özelikle Şapatan'da 80 yaşındaki köylüye yapılan işkencede İçişleri Bakanı'nın, 'Siz onun ne yaptığını biliyor musunuz?' diyerek işkenceyi normalleştirdiğini ifade eden Ayşe, konuşmasını şöyle sürdürdü: "İktidar,  toplumun bir kesiminin işkence edilip katledilmesini meşrulaştıran ifadelerde bulundu. Yine Silahlı İnsansız Hava Araçları (SİHA) ile Yüksekova'da vatandaşların katledilmesinde 'Onlar terörist ve işbirlikçidir' söylemlerinde bulundular. Darbe Anayasının temel hükümleri bile bunu söyler: Hiç kimseye işkenceye yapılamayacağına dair kesin hükümler var. Şimdi insanlar katlediliyor ve 'terörist','işbirlikçi' diye yaftalanıyor. İnsanlar soyut iddialar ile işkenceye maruz bırakılıyor.    Velev ki bu insanlar örgüt üyesi olsun, örgüt üyesi bile olsa Türkiye eğer bir hukuk devleti olduğunu iddia ediyorsa buna göre davranır. İktidar yetkilileri ikide bir çıkıp 'burası bir kabile devleti değil' diyorlarsa o zaman kamuoyuna bir açıklama yapmak zorundalar.' Terörist' yaftası ile insanlara işkence etmenin anayasayla bağdaşacak tarafını, insanların SİHA'larla katledilmesini bize açıklasınlar. İktidar o kadar suça boğulmuş ki suçuna bir suç eklemek konusunda bir çekincesi bulunmuyor. Ya da bunları sahiplenme noktasında bir çekincesi bulunmuyor. Bu kadar batmış ve suç örgütü haline gelmiş bir iktidar var karşımızda."    'Devlet bir çete haline geldi'   Devletin bir çete haline geldiğini söyleyen Ayşe, bunun bir ayağının da bu suçları meşrulaştıran havuz medyası olduğunu belirtti. OHAL ile beraber cezaevlerinde de yoğun bir işkencenin sürdürüldüğünü dile getiren Ayşe, "İnsanları askeri düzende bekletme, sayım verdirmeye zorlama, üzerinde 'terör örgüt üyesi' kartlarını dayatma ve hiçbir hakkı kullanmamayı dayatıyorlar. Tek tipi kendi ajandalarında uygulamanın yol ve yöntemleri konusunda bazı çalışmaların olduğunu biliyoruz. Tek tip hukuk devletlerinde insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak kabul edilir. Bunun hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini iktidarın kendisi de biliyor. Cezaevinde tutsaklar da bunu kabul etmeyeceklerine dair açıklama yaptılar. Türkiye'de iktidarın işkence üzerinden kendi iktidarlarını yürüttüğünü görüyoruz. AKP savaş ve kadına nefret söylemleri ile kendini büyüten bir iktidar. Şunu gördü, iktidar  toplum bir arada yaşadığı zaman kendisine ihtiyaç kalmayacak. Onun için milliyetçiliği, faşizmi yükselterek kendini iktidarda tutmaya çalışıyor. Zor araçları kendi halkına karşı kullandırarak bir politika geliştirdiğini görüyoruz. Bu çürümeye yüz tutmuş bir politikadır" dedi.   'İşkencenin, yargısız infazın 'ama'sı olmaz'   AKP ve Devlet Bahçeli ittifakının adım adım çürüdüğünü tüm normalleştirmelere rağmen kamuoyunun tepki gösterdiğini vurgulayan Ayşe, işkencenin, yargısız infazın aması fakatı olamayacağını söyledi. İktidarın bugün elindeki güçlerle beraber yargılanmaktan kurtulduğunu düşündüğünü belirten Ayşe, şunları kaydetti:   "Belki kendilerini bir süre daha ileri atabilir. Ama en nihayetinde bu suçların hiç biri zaman aşımına uğrayacak şeyler değildir. Bunu ben söylemiyorum iktidarın kendisi 2004 yılında koyduğu bir maddeyle insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımı olamayacağını deklere etmişti. Hem ceza kanununda hem uluslararası kanunda işkence suç olarak tanımlanır. İleride herkesin itibarı iade edilecek; ancak onlar tarihe işkenceci ve katliamcı olarak geçecekler. Bütün demokratik güçlerin daha yüksek perdede buna dur demesi gerekiyor. Cezaevlerinde yürütülen politikalara görmezden gelmek demek bu suça ortak olmak demektir."