Pervin Buldan: 5 Nisan’dan sonra tüm Türkiye tecride alındı 2018-04-03 14:39:58   ANKARA - İmralı’da gerçekleştirdikleri son görüşmeye değinen HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Öcalan’ın kendilerine  “Buraya belki de son gelişiniz. Çünkü görünen o ki muhataplarımız sorunun çözümünde adım atmıyor ve ilerleme sağlanmıyor” dediğini belirterek, 5 Nisan’dan sonra tüm Türkiye’ye uygulanan bir tecridin başlatıldığını söyledi.    Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin haftalık grup toplantısında konuştu. Toplantıya, Mahalleler Birliği'nin İstanbul, Ankara, Eskişehir ve Kocaeli'nden gelen temsilcileri, Tarım Orkam-Sen, Nükleer Santrallere Karşı Ekoloji Hareketi temsilcileri ve parti üyeleri katıldı. Pervin, toplantıya katılan çevre örgütlerini selamlayarak, nükleer çöp sahasına çevirecek olan projelere izin vermeyeceklerini kaydetti. Pervin, Suruç Katliamı’nda yaşamını yitiren Polen Ünlü’nün bugün hayatını kaybeden annesi Şennur Ünlü’nün ailesine de başsağlığı dileğinde bulundu.   PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 5 Nisan 2015 tarihinde İmralı’daki son görüşmenin yıl dönümünün yaklaştığını ifade eden Pervin, şunları söyledi: “5 Nisan tarihi aslında önemli bir kırılma tarihidir. Türkiye’nin geleceği ve siyaseti açısından 5 Nisan 2015 tarihinde İmralı Cezaevi’ne giden ve İmralı Heyeti’nde yer alan birisi olarak ifade etmek isterim ki, o tarihten bu zamana kadar Sayın Öcalan’dan herhangi bir haber alınamamaktadır. 5 Nisan tarihi benim ve Sırrı Süreyya Önder’in İmralı Cezaevi’nde yaptığımız görüşmede Sayın Öcalan’ın özellikle ifade ettiği noktalara değinmek isterim. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu özetlemeye katkı sağlayacak olan değerlendirmeler. 5 Nisan elbette demokratik çözüm ve barış sürecini başlatarak Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve Kürt sorununu çözümü açısından önemli bir tarihti.    Abdullah Öcalan: Muhataplarımız adım atmıyor    Her görüşmemizde Sayın Öcalan’ın ifade etiği, bu sorun bu masada çözülmezse eğer muhataplarımız dışa açılacak ve bu ülke bir kriz, bir kaos yaşayacaktır. Evet, özellikle Sayın Öcalan ile son yaptığımız görüşmede bize ifade ettiği şuydu: ‘Buraya belki de son gelişiniz. Çünkü görünen o ki muhataplarımız sorunun çözümünde adım atmıyor ve ilerleme sağlanmıyor.’ Sayın Öcalan, özellikle üçüncü gözün, gözlemci heyetin İmralı’ya giderek katkı sunması gerektiğini ifade ediyordu. 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe Mutabakatı’nın, İmralı Adası’nda gözlemci heyet şahitliğinde tartışmaya açılmasını belirtiyordu. Fakat bırakın gözlemci heyetin İmralı Adası’na gitmesini, ne yazık ki Dolmabahçe Mutabakatı bile AKP tarafından yok sayıldı, inkar edildi.   'İmralı ile birlikte Türkiye tecride alındı'   Orada okunan mektup, elbette ki Türkiye’nin geleceği açısından önemliydi. Özellikle Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından önemliydi. Sadece Türkiye değil, tüm Ortadoğu’yu demokratikleştirecek bir süreçten bahsediyordu. Ancak Dolmabahçe Sarayı’nda açıklanan bu mektubun hemen ertesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatı’nı yok sayan bir yaklaşımla çözüm masasını devirdi. Bu ülkede bugün yaşanan sorunların başlamasına sebep olan süreci başlatmıştır. 5 Nisan tarihinden sonra Sayın Öcalan’a sadece tecrit uygulanmadı. Bu tecrit aynı anlamda Türkiye’ye uygulanan bir tecridi başlattı. 5 Nisan’da başlatılan tecritle Türkiye’deki demokratik kazanımlar, yasal ve anayasal kazanımlar da askıya alındı. 5 Nisan’dan sonra Sayın Öcalan’ın öngördüğü gelişmeler adım adım hayata geçti. İmralı tecridi ile Türkiye’nin tecrit altına alınmasıyla yaşanan olaylara kısaca bakarsak 7 Haziran seçimlerine yapılan darbeden başlamak gerekir. Çünkü 5 Nisan tecridinin ardından 7 Haziran seçimleri yapıldı. HDP yüzde 13 oy alarak 80 milletvekili ile Parlamento’ya girdi. Ancak AKP bunu hazmedemeyerek seçimlere darbe uyguladı ve ülkeyi 1 Kasım’da bir kez daha seçime götürdü.   'Abdullah Öcalan devlet yetkililerini uyardı'    Elbette ki 7 Haziran ve 1 Kasım arasında yaşananlara da dikkat çekmek gerekiyor. Ceylanpınar, Suruç ve Ankara katliamları, Sur’da, Cizre’de ve Gever’de yaşanan katliamlar, tecrit olmasaydı elbette ki yaşanmayacaktı. 5 Nisan tarihinde Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit hayata geçmemiş olsaydı darbe mekaniği devreye girmeyecekti. Bu ülkeye darbe girişimi başlatılmamış olacaktı. Öcalan toplantılarımızda devlet yetkililerini de uyararak ‘eğer bu sorun bu masada çözülmezse darbe mekaniği hayata geçecek’ demişti. İşte bunun da, aslında devletin ve Kamu Güvenliği Müsteşarı’nın bunu bilmesine rağmen süreci baltalamalarının bir göstergesi olarak ifade edebiliriz.   'Tecrit uygulandığı için Türkiye polis devletine dönüştü '   Tecrit yaşanmamış olsaydı, tecrit uygulanmamış olsaydı bugün OHAL ilan edilmemiş olacaktı. Ve bu ülke, KHK’lerle yönetilmemiş olacaktı. Ancak tecrit uygulandığı için, bugün Türkiye bir polis devletine dönüştü. Yüz binlerce insan tutuklanmayacak, işinden ekmeğinden olmayacaktı. Yine, çözüm sürecinde önemli rol alan HDP’ye siyasi darbeler yapılmayacaktı. Anayasa ve yasalar, insan hakları rafa kaldırılmış olmayacaktı. İç ve dış politikalar üzerinden ya da savaş üzerinden Türkiye’nin gittiği nokta bu durumda olmayacaktı. Bu ülkeyi yönetenler Afrin’de Suriye’de savaş sarmalına girmemiş olacaktı. Ve süreç devam etmiş olsaydı, özellikle Afrin’e yapılan işgal hayata geçmemiş olacaktı. Toplum büyük bir ekonomik ve sosyal kriz içine girmeyecekti tecrit olmasaydı, insanların yaşam güvenliği bugünkü gibi tehdit altında olmayacaktı. Ülkeyi yönetenler, çözümsüzlük siyaseti nedeniyle, Türkiye’yi Rusya başta olmak üzere büyük uluslararası güçlerin esiri haline dönüştürmeyecekti. Ancak bütün bunlar 5 Nisan tarihinde başlayan tecrit politikasının Türkiye’yi getirdiği nokta olarak görülmelidir. Türkiye toplumu bunu iyi görmelidir.   Dolayısıyla, Sayın Öcalan’ın 2013 Newrozu’nda Diyarbakır’da okunan mektubu milyonların şahitliğinde okunan bir mektuptu. Sayın Öcalan, ‘Bugün yeni bir dönem başlıyor silahlı direniş sürecinden demokratik sürece kapı açılıyor’ demişti. ‘Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler’ demişti Sayın Öcalan. Bu mesajlar tecridin neden başlatıldığını ortaya koymuştur. Barıştan korkanlar tecride karar verdiler ve tecridi başlattılar.”   AB, BM VE CPT’ye çağrı    İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı’ya dair açıkladığı rapora da değinen Pervin, “Ancak, AKP Hükümeti bu raporun açıklanmasına 2 yıl sonra karar verdi. CPT, 2015’te İmralı Adası’na giderek Sayın Öcalan ile görüşmüş ve bir rapor hazırlanmış ama raporun açıklanmasına AKP izin vermemiştir. Ta ki 15 gün öncesine kadar. 15 gün önce CPT raporu açıklanmış ve Sayın Öcalan’ın İmralı’da yaşadığı sıkıntılar ve maruz kaldığı baskılar ifade edilmiştir. Türkiye’ye, AKP Hükümeti’ne seslenmek isteriz. 2 yıl neden beklettiniz bu raporu? Bu, sizin barışa, bu sizin Kürt halkına olan yaklaşımınız, Sayın Öcalan’a olan yaklaşımınızdan kaynaklıdır. Her ne kadar bugün sesimizi duymasa bile, dış dünyayla bağlantısı kesilmiş olsa bile Sayın Öcalan’a sevgi ve selamlarımızı gönderiyoruz. Avrupa Birliği’ne (AB), Birleşmiş Milletlere (BM) ve CPT’ye bir kez daha çağrı yapıyoruz. Sayın Öcalan barışın ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin, Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözülmesinin baş mimarıdır. Bu anlamda Sayın Öcalan’la diyalog sürecinin tekrar başlatılması ve maruz kaldığı tecrit politikasına son verilmesi, ailesiyle avukatlarıyla siyasi heyetlerle görüşmesinin sağlanması Türkiye’nin geleceği açısından elzemdir” ifadelerini kullandı.   ‘Efrin’e yapılan işgaldir’   Pervin, konuşmasının devamında Efrin’de yaşanılanlara değinerek, “Efrin’e yapılan, bir işgal girişimidir” dedi. Pervin, şöyle devam etti: “Efrin’de yaşayan insanlar orada doğup büyüyenler, kendi yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmışlardır. Oradan sürgün edilmişlerdir ve akşam 20.00’den sonra başlatılan sokağa çıkma yasağıyla birlikte Efrinlilerin evleri talan ediliyor. Bu da ÖSO güçleri tarafından gerçekleştiriliyor. Habertürk yayını insanlık suçunun belgesidir. Çünkü Efrinliler, ÖSO çetelerinin zulmünü hırsızlığını, tecavüzünü anlatıyor ama tercüme yapan AFAD yetkilisi zat, ‘ÖSO değil YPG yaptı’ diye kandırarak ifade etmeye çalışıyor. Bu bir rezalettir. Efrin’deki gerçeklerin üzerini yalanlarınızla örtemezsiniz. İşte Habertürk kanalında tercümanlık yapan bir AFAD yetkilisinin tercümesiyle, ÖSO’nun yaptıklarını YPG olarak Türkiye halklarına yutturmaya çalışıyorsunuz ama Türkiye toplumunun sizin yalanlarınıza da yaptığınız haberciliğe de karnı tok. Cumhurbaşkanının Danışmanı olan bir zat ‘Efrin’de 50 küsur şehit verdik ama iki önemli kazancımız var. Oradaki ihalelerde büyük pastayı Türk müteahhitler alacak’ diyor. Bu zaten başlı başına tam bir rezalet. Orada insanlar ölüyor, insanlar evlerini barklarını terk etmek zorunda kalıyor. Ama AKP yetkilileri oradan rant elde etmenin, para kazanmanın yollarını arıyor. Birleşmiş Milletleri özelikle acil bir müdahaleye davet ediyoruz. Talan, yağma ve insanlık suçlarını önlemeye çağırıyoruz. Bir kez daha söz veriyoruz. Efrinliler kendi yaşadıkları topraklara mutlaka geri dönecektir. Çünkü Efrin Efrinlilerindir.”   ‘Sanatçıların durması gereken yer barış olmalıdır’    Kimi sanatçı ve sporcuların hafta sonu Hatay’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte sınır karakolundaki bir programa katılmasını eleştiren Pervin, “Sanatçıların durması gereken yer barış olmalıdır. Hiçbir sanatçı savaştan yana olmamalıdır. İnsan ölümlerinden yana olmamalıdır. Biz gerçek sanatçıları tanıyoruz. Ahmed Arifleri, Aşık Mahsunileri tanıyoruz. Biz Ahmet Kayaları, Yılmaz Güneyleri de tanıyoruz. Onlar Türkiye halklarının gönlünde, vicdanında gerçek sanatçılar olarak hala yaşıyorlar. Gerçek sanatçı halkına hizmet eder, barışın yanında saf tutar.  O yüzden Efrin sınırına gidip pozlar vereni şarkılar söyleyen sanatçıların bu ülkede yerleri elbette ki farklı olacaktır. Biz hiçbir sanatçımızın ölümlerden yana olmasını tercih etmeyiz. Eğer bu ülkeye katkı sunmak istiyorsanız, bu ülkenin geleceğine yatırım yapmak istiyor, işte o zaman barışın yanında saf tutacak ve barış türküleri söyleyeceksiniz. ‘Efrin’e gitmeyin Minbic’e gidin’ diyen sanatçılar şunu çok iyi bilsin Efrin’de Kürtlerindir, Minbiç de Kürtlerin, Diyarbakır da Kürtlerin, Şırnak da Kürtlerindir” dedi.    ‘Kahraman Meclis tarihine kara leke olarak geçti’   Meclis’teki bir tiyatro etkinliğinde kadın oyuncuların sahneye çıkarılmaması kararı veren Meclis Başkanı İsmail Kahraman’a da tepki gösteren Pervin, “Her sinemada, her filmde başrolde kadınlar oynayacak, Meclis’te kadınlar konuşacak. İşte bu yüzden kadına olan yaklaşımı Sayın Kahraman şahsında, TBMM tarihine kara bir leke olarak geçtiniz. Kadın tiyatroculara sahip çıkan kadın arkadaşlarımıza da seslenmek isterim. Bugün, ötekileştirilen, yok sayılan sadece tiyatrocu kadınlar değildir. Siyaset yapan kadınlardır aynı zamanda. Kadın milletvekillerimizden 9’unun cezaevinde olduğunu niçin görmüyorlar? Kadınların haklarını savunmak önemli. Fakat bir tarafta bunlar yaşanırken, HDP’den seçilen kadın milletvekillerini ve kadın belediye eşbaşkanlarının cezaevlerinde rehin tutulduğunu da kendilerine hatırlatmak isterim. Biz dünyada nerede olursa olsun kadınların yaşadığı her türlü sıkıntıya, müdahaleye karşı da birlik ve beraberlik içinde olmak istediğimizi belirtmek isterim” değerlendirmesinde bulundu.   Tayyip Erdoğan’a kamuflaj tepkisi: Son günlerinizi yaşıyorsunuz    Pervin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hatay sınırında askeri kamuflaj giymesini de eleştirerek, “En son, askeri kamuflajı kim giymişti? Tansu Çiller. O da şu anda yok. ABD’de ve Türkiye’de siyaset tarihinde adı bile okunmuyor. Çünkü Kürtler üzerinden Kürtleri inkar ve imha üzerinden yapılan politikalar hiçbir iktidara kazandırmaz. Askeri kamuflaj giyen Sayın Cumhurbaşkanı’na da ifade etmek isteriz ki siz de artık siyaseten son günlerinizi yaşıyorsunuz. Askeri kamuflaj giyen bir partinin geleceği tarihin çöp sepetidir” ifadelerini kullandı.    ‘AKP-MHP koalisyonu 2019’a kadar bekleyemez’   Erken seçim ihtimali olduğuna işaret eden Pervin, “Kamuoyuna yalan söyleyip seçimler zamanında yapılacak deyip arka kapılarda seçim tarihini bile belirliyorlar. AKP-MHP koalisyonu 2019’a kadar bekleyemez. Hayır, bekleyemez. 2018’in sonbaharında bu ülkeyi bir seçim bekliyor. Yalan söylemekten vazgeçin. Seçimler zamanında yapılacak deyip başka hesaplar içinde olarak seçim çalışmalarını hızlandıran AKP Hükümeti seçim hazırlığı yapıyor, biliyoruz. Ama şunu da bilmenizi isteriz ki biz de seçimlere hazırız. Bizim seçimlerden kaçtığımız, korktuğumuz yok. Her türlü hazırlığımız var. Sizin hilelerinize, yalanlarınıza karşı her türlü hazırlığımız var. Halkımızın, Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının hiçbir kuşkusu olmasın. HDP vardır, geliyor, HDP gelecek” dedi.   ‘Belediyelerimiz gibi halkın gazetesine kayyum atıyorlar’   Özgürlükçü Demokrasi gazetesi ve Gün Matbaası’na kayyum atanmasına da tepki gösteren Pervin, “Doğan Medya grubunu  parayla satın aldılar, Özgürlükçü Demokrasi’yi satın alamadıkları için hem gazeteye hem matbaaya kayyum atadılar. Tıpkı seçimlerde belediyelerimizi alamadıkları için belediyelerimize kayyum atadıkları gibi şimdi de halkın gazetesine kayyum atıyorlar. Oysa biz biliyoruz ki Özgürlükçü Demokrasi gazetesi, Musa Anter’in bıraktığı bir mirastır” diye konuştu.