Hatay’da hayat çadıra sığmıyor: Depremzedeler unutuldu 2025-01-30 09:05:08   Pelşin Çetinkaya   HATAY - 6 Şubat depreminin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen Hatay’da yaşam mücadelesi sürüyor. Depremzedeler hâlâ çadır ve konteynerlerde yaşarken, temel ihtiyaçlara erişimde büyük zorluklar yaşanıyor. “Hatay sahiplenilmedi” diyen Filiz Gül, deprem sonrası yaşadıkları ağır koşulları ve dayanışmayla ayakta kalma çabalarını anlattı.   Birçok kentte büyük yıkımlara neden olan 6 Şubat depreminin üzerinden yaklaşık iki yıl geçti. Bu depremde binlerce kişi yaşamını yitirdi, binlerce yapı enkaza dönüştü. Enkaz yığınına dönen ve en fazla can kaybının yaşandığı yerlerden biri de Hatay oldu. Kentte hâlâ depremin ilk izleri silinmezken, depremle birlikte ortaya çıkan sorunlar ise giderek büyüyor.   Depremzedelerin yaşam savaşı verdiği kentte, hava da toprak da kirli ve sorunlar katlanarak artıyor. Depremin ikinci yılı geride kalırken, Hatay'da insanlar hâlâ çadır ve konteynerlerde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Deyim yerindeyse, kıyametin koptuğu bu bölgede hasta ve mağdur edilen insanlar, hem konteyner ve çadırlardaki zorlu koşullarla hem de bu alanlar dışındaki çeşitli engellerle mücadele ederek hayatta kalmaya çalışıyor.   Yıkımın, enkazın ve acıların hâlâ ilk günkü tazeliğini koruduğu Hatay'da, tüm gücüyle yaşam mücadelesi veren depremzedelerden biri de Filiz Gül. Depremden sonra çadırda verdiği yaşam mücadelesini ve sonrasında yaşadıklarını JINNEWS ile paylaştı.    ‘Çığlık sesleri durmuyordu’   Acıların ve etkilerin hala ilk günkü gibi taze olduğunu belirten Filiz Gül, deprem anında neler yaşadığını anlattı: "Deprem ilk başladığında, her zamanki gibi hafif bir sarsıntı olacağını düşünüyorduk. Ama hiç beklediğimiz gibi olmadı, giderek şiddetlenmeye başladı. Panik içinde çocukların odasına koşup onları korumaya çalışıyorduk. Tabii o sırada etraftan çığlık sesleri ve yıkılan duvarların sesi geliyordu. Ancak aklımıza koca bir şehrin yıkıldığı gelmedi; yalnızca bizim binamızda böyle bir şey yaşanıyor sanıyorduk. Büyük bir telaşla çocuklarıma sarılıp depremin bitmesini bekledim. Ama bitmiyordu. Etraftaki çığlık sesleri durmuyordu ve olayın şokuyla ne ben ne de çocuklarım ne olduğunu anlayabildik.    Her yer karanlıktı, önümü göremiyordum   Zaten duvarlardan düşen tuğlalardan bazıları bana isabet etmişti. Kafamdan darbe almıştım, kanıyordu ama ben o kanı hiç hissetmiyordum. Bir şeylerin aktığını hissediyordum ama ne olduğunu anlayamıyordum. Tam deprem biteceği sırada çocukları alıp hızlıca dışarı çıkmaya çalıştım. 7 katlı binanın 3’üncü katındaydım. Her yer karanlıktı, önümü göremiyordum. Çocuklarımı alıp çıkarken, yıkılan bir duvar varmış ama fark etmediğim için takılıp yuvarlandım. Daha sonra hemen kendimi toparlayıp dışarı attım.    Çocuklarımla birlikte üşüyordum, korkuyordum   O sırada hastane arıyordum. Tabii ben hastanelerin de yıkılmış olabileceğini, şehirde bu kadar büyük bir yıkım yaşandığını düşünememiştim. Bir yandan da sadece benim yaralandığımı sanıyordum. Ama dışarı çıkıp manzarayı görünce her şeyi unuttum. Bir anda ‘Ne yapabilirim?’ diye düşünmeye başladım. Gün hafif hafif aydınlanmaya başladığında, kaynanamın köyde olduğunu hatırladım. Köye gitmeye çalıştık ama yollar yıkılan binalarla kapalıydı. Normalde 15 dakikada ulaştığım köyüme ancak 2,5 saatte varabildim. Çocuklarımla birlikte üşüyordum, korkuyordum…"   ‘Bizi iyileştirecek şartlar oluşturulmadı’   Filiz Gül, depremin üzerinden çok zaman geçmesine rağmen hâlâ çok zor şartlarda yaşadıklarını ifade ederken şunları söyledi: "Köydeki ev de yıkılmıştı. Kalacak bir yerimiz yoktu. O anki telaşı anlatamıyorum. Dışarıda, soğukta kaldık. O sırada kendi başımıza çözüm bulmaya çalışıyorduk. Köyde bir tane seram vardı. Hemen seranın naylonunu çıkarıp eşimle çadır yaptık. Tabii, ailemizin diğer bireylerinin de evleri yıkılmıştı. Onlar da köye gelerek sığınmak zorunda kaldılar. Bir çadırın içinde 40-50 kişi kalmaya başladık. Büyük zorluklar yaşadık. Çadırda mutfak yok, banyo yok, yiyecek bir şey yok. Ve sen bir annesin. ‘Çocuklarımı beslemem lazım’ diyorsun. ‘Ne yapabilirim?’ telaşına kapılıyorsun. O sırada kendini hiç düşünmüyorsun.   Kendimizi mücadeleye vermeye çalıştık   El birliğiyle bir şeyler yapmaya çalıştık. Biraz zaman geçince belirli yerlerde çadırların dağıtıldığına dair duyum aldık. Biz de gidip çadır alıp belki orada ısınırız diye düşündük ama çadır bulamadık. Çadır veren de olmadı. O süreçte kendi mücadelemizi kendimiz vermeye çalıştık. Ben de bir sağlık emekçisiyim. ‘Bu süreçte evde oturmak bana göre değil’ diye düşündüm. Çocuklarımı yerleştirdikten sonra kendimi bir merkeze attım. Depremin ikinci günüydü. ‘Kime, nasıl yardım edebilirim?’ diye etrafta dolanıyordum. Daha sonra bir şeyler bulup çalışmaya başladım. Sabah destek olurken, akşam eve gidince anne oluyordum. Çocuklarımın beslenmesini, banyosunu, her şeyini yapmaya çalışıyordum. Üzerinden çok zaman geçti ama şartlar bizi iyileştirmedi."   Nöbetleşerek çadıra geçiyorduk’   Zorlu hava koşullarında çadırda çok kalabalık kaldıklarını ve çadıra sığamadıkları için nöbetleşerek gruplar hâlinde çadırda kaldıklarını söyleyen Filiz Gül, şunları dile getirdi: "Çadırı ilk yaptığımız zaman, önce etraftan malzeme bulmaya çalıştık. İki taraflı yatak açtık ve ortaya bir tane soba koyduk. Etrafına da üşümeyelim diye evimizde ne bulduysak, battaniye ve pike ile kapladık. Bu şekilde soğuğu engelleyecektik. Yataklarımızı kurduktan, yatacak yerimizi ayarladığımızdan emin olduktan sonra bu sefer banyoya ihtiyacımızı karşılamak için bir yer yaptık. Kimse binaya giremiyordu. Kaynanamın tek odalı bir evi vardı, içinde banyosu da bulunuyordu. Ama tek katlı olmasına rağmen, yaşadığımız korkudan sonra kimse cesaret edip o banyoda yıkanamıyordu. Yarısı kerpiçten, yarısı çadırdan oluşan bir banyo yaptık. Bulaşıklarımızı dışarıda yıkıyorduk. Elektrik yoktu, el fenerleriyle idare ediyorduk. Gençler dışarıda ateş yakıp orada kalıyordu. Herkes içeri sığmadığında, nöbetleşe içeri girip yatıyorduk. Çok zordu gerçekten ve bu şekilde sekiz ay kaldık.   ‘Kendi çabamızla bir yer inşa ettik’   Temmuz ayına doğru, ‘Artık bir yerler yapmamız lazım’ diye düşündük kendi çapımızda. Hiçbir şekilde işçi yoktu, çalışacak kimse yoktu. Yedi yaşındaki çocuktan elli yaşındaki yetişkine kadar hepimiz el birliğiyle bir şeyler yapmaya çalıştık. Kendimize bir ev yapmaya çalıştık. Kendi çabamızla, 150 metrekarelik bir evden 50 metrekarelik bir yer inşa etmeye çalıştık. Yemeği dışarıda yapıyorduk çünkü kalabalıktık. Üç kadın yemekle ilgileniyordu: Eltim ve iki görümcem. Üç kadın da çamaşırlarla ilgileniyordu. Bu şekilde kendi aramızda iş bölümü yaptık. Yemekleri kazanlarda pişirip, herkes sırayla tabağına yemek alıp bir köşeye geçerek yiyordu."   ‘Birliktelik bize çok şey kazandırdı’   Filiz Gül, yaşadıkları o zorlu dönemde bir arada bulundukları kişilerle dayanışma içinde olduklarını vurgulayarak, "Daha sonra köyde prefabrik bir ev yaptık. Kadınlar olarak işçiler bizdik. Kerpiç, çimento; ne gerekiyorsa taşıdık. Kadın erkek el birliğiyle bir yer yapmaya çalıştık, birlikte evlerimizi inşa etmeye çalıştık. Deprem bize çok şey öğretti. Evet, çok şey kaybettik ama birlikteliğin bize çok şey kazandıracağını gösterdi. Bazen başkalarından bir şey beklememek gerektiğini öğrendim. Bir şeyleri yapmak için yöneticilerden bir şey beklemeyin. Eğer sizin yapabileceğiniz bir şey varsa, yapın. Çünkü beklerseniz, çok şey kaybetmeye devam edeceksiniz. En azından birbirinize sahip çıkarak, birbirinize destek olarak güçlü olduğunuzu hissedin. Bu bile sizin için yaşama tutunmanın bir sebebi oluyor” dedi.    ‘Hatay sahiplenilmedi’   "Hatay sahiplenilmedi" diyen Filiz Gül, şöyle konuştu:"Depremden önce de ben Hatay'a dair bir gelişme görmedim. Kendimi bildim bileli, kendi çabasıyla, kendi insanıyla ayakta durmaya çalışan bir şehirdi. Diğer şehirlerde metrobüsler varken, biz hâlâ burada eski dolmuşlarla gidiyorduk. Çünkü buraya herhangi bir destek gelmiyordu. Biz, buranın halkıyla bir şekilde ayakta duruyorduk. Zaten o beklentiyi çok uzun zaman önce de görmemiştik, şimdi de görmedik."