Filiz veren topraklar: Kadın Devrimi'nin izinde Rojava 2025-05-04 09:06:01   Saliha Aydeniz   "27 Şubat’ta Sayın Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”yla başlayan sürecin ardından, Türkiye’de, Kürdistan’ın dört parçasında ve dünyada bu çağrıyı toplumla buluşturmak, farklı kesimlerden katkı almak için DBP, DEM ve TJA temsiliyetlerinden oluşan heyetimizle çeşitli planlamaları önümüze koymuştuk. Bu planlamalar kapsamında Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye’ye gitmeye hazırlanırken, Qamişlo’da “Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı”nın gerçekleştirileceğini öğrendik. Bu konferans, hem demokrasi ve özgürlüklerin inşası hem de Sayın Öcalan’ın çağrısının yaygınlaşması ve toplumsallaşması açısından ilk somut adım niteliğindeydi. Kürtlerin ulusal birliği için atılan bu güçlü adımın, kadın devriminin topraklarında gerçekleşmesi ise ayrıca anlamlıydı. Görüş alışverişi ve süreç aktarımı hedefiyle çıktığımız bu yolda, kendimizi bir anda kadın özgürlükçü, demokratik ve ekolojik paradigmanın hayata geçtiği büyüleyici bir atmosferin içinde bulduk."   Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye ziyaretlerimiz, bizim için sadece politik değil; aynı zamanda mücadele ortaklığının ete kemiğe büründüğü, ortak bir geçmişin bugüne taştığı sahici bir karşılaşmaydı. Bakur’da her konuşmamızda andığımız, yazılarımıza ilham olan, mücadeleye yön veren; kazanımlarını uzaktan hayranlıkla izlediğimiz, örnek gösterdiğimiz, kalben hissettiğimiz ama bir türlü yerinde gözlemleyemediğimiz Rojava Kadın Devrimi’nin kalbindeydik.   İlmek ilmek örülen bir tanıklık süreci    Kadınların öncülüğünde kurulan bu yeni yaşam düzeni, biz daha sınırı geçmeden heyecanını içimize işlemişti. Kısa süre sonra gördük ki gözlemleyeceğimiz her şeyin bu kadar canlı ve dönüştürücü olacağına dair içimizde taşıdığımız beklenti boşuna değilmiş. Bu yolculuk kısa sürede bir ziyaret olmaktan çıkıp, düşünsel ve duygusal anlamda derin bir öğrenme; ilmek ilmek örülen bir tanıklık sürecine dönüştü.   Gittiğimiz her alanda; ister kadınlara özgü yapılarda, ister karma kurumsal zeminlerde, kadınların yalnızca varlığı değil, belirleyici gücü ve öncülüğü göze çarpıyordu. Her kurumda kadınların sesine, sözünü kurma becerisine ve karar alma mekanizmalarındaki doğrudan etkisine tanık olduk. Karma alanlarda kadınların varlığı çok belirgindi. Bunun yanında elbette özgün kadın yapılanmaları da mevcuttu. Bunun üzerine oradaki arkadaşlara sordum: “Yönetimlerde kadın arkadaşların sayısı fazla mı? Bu kadar çok kadın arkadaşın varlığı çok dikkat çekici.”   ‘Aslında yüzde 75 görünürlüğümüz var’   Kadınların cevabı kurucu bir iradeyi yansıtan açıklıktaydı: “Bildiğiniz gibi biz özgün-özerk örgütleniyoruz. Bu ilke burada da yürürlükte. Karma zeminde de yüzde 50 eşit temsiliyeti baz alıyoruz. Her karma zeminin özgün kadın yapılanması da var. Dolayısıyla aslında yüzde 75 görünürlüğümüz var. Aynı zamanda karma zemine, kadın özgün meclisinin eş sözcüsü de katıldığından, karma zeminde de yüzde 51 olarak varız.”   Bu yalnızca bir oran değil; zihniyet devriminin ta kendisiydi. Kadın yalnızca temsiliyetin öznesi değil; sistemin kurucularındandı. Sadece dahil edilen değil, belirleyen; sadece görünür kılınan değil, çıkış noktası olan bir iradeden söz ediyoruz. Rojava’da kadınlar, toplumsal yaşamın tüm alanlarında hem fiilen var hem de paradigmasal bir dönüşüme öncülük ediyor.   Bu dönüşüm, çok zor koşullar altında harikalar yaratmaya devam ediyor. Kadını yok sayan, tahakküm altına alan, yaşam alanlarını daraltan zihniyet ve yapılar; bölgeye dışarıdan yönelmeyi sürdürüyor ve hem zihni hem fiziki saldırılarına devam ediyor. Geleneksel feodal tortular, yaşam alanlarına yönelik bombalamalar, kadın bedenine ve aklına düşman IŞİD benzeri yapıların saldırıları, bugün de Rojava Kadın Devrimi’nin karşısında en temel engel olarak durmaya çalışıyor.   Rojava’daki kadın devrimi somut bir yeniden inşa   Ama bütün bu kuşatmalara rağmen -hatta onların tam ortasında- devrim kendini yalnızca korumakla kalmıyor; yaşamı yeniden örmeye devam ediyor. Çünkü Rojava’daki kadın devrimi bir hayal ya da ütopya değil, somut bir yeniden inşa hali. Bu devrim, kâğıt üstünde kalan bir teori olarak değil; yaşanan hayatın, yürünülen sokakların, gündelik yaşamın her alanına sinmiş canlı bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.   Kadınlar burada sadece var olmuyor, sistemi de kendileriyle birlikte dönüştürüyor. Yönetim mekanizmalarından adalet sistemine, ekonomik dayanışma ağlarından eğitime, sağlık ve altyapı alanlarına kadar her yerde bu dönüşümün izlerini görmek mümkün. Kadın özgürlüğünü bilgiyle derinleştiren jineoloji çalışmaları, toplumsal belleğe yön veren güçlü bir hat oluşturuyor. Rojava Üniversitesi’nde bir “Jineoloji Kürsüsü”nün olması ve yetişen her öğrencinin bu doğrultuda dönüşüme katılması, devrimin ne denli temelden inşa edildiğinin göstergesiydi. Sadece kadının toplumsal rolleri dönüştürülmüyor; halklar ve inançlar arası ilişkilerde de yeni bir eşitlik zemini yaratılıyor. Her halktan kadının kendi diliyle, kimliğiyle yer aldığı bu alanlarda çok dilli ve çok inançlı yaşamı mümkün kılmaya çalışan bir toplumsal örgütlülük kurulmuş durumda.   Bugün, ulusal birlik ve toplumsal barış çabalarının da kadın öncülüğünde şekillenmesi, Rojava’daki deneyimi salt bir yönetim modeli olmaktan çıkarıp toplumsal bir devrime dönüştürüyor.   Yaşamın kendisi direnmenin en yalın biçimine dönüşüyor   Kadınların yürüttüğü bu devrimsel inşa süreci, eş zamanlı olarak hem savaş koşullarına, hem eril tahakküme, hem de toplumu baskı altında tutmaya çalışan yapısal dayatmalara karşı bir cevaba dönüşmüş durumda. Tüm saldırılara rağmen Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye’de halklar her sabah güneşi selamlıyor; dükkanlar kepenk açıyor, çocuklar okula gidiyor, öğretmenler ders anlatıyor, hastaneler iyileştirmeye devam ediyor, belediye çalışanları sokakları temizliyor, kısıtlı imkânlara rağmen yollar onarılıyor. Herkesin bildiği o büyük kuşatmanın ortasında, yaşamın kendisi direnmenin en yalın biçimine dönüşüyor. Bu yaşamsal cevabın yalnızca bölgesel değil, evrensel bir karşılığı ve çağrısı var.   Bu devrim yalnızca Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye sınırları için değil; bütün Ortadoğu’ya ve dünyaya bir çağrıdır. Çünkü bu devrim, sadece bir halkın ya da bölgenin değil; tüm kadınların, tüm halkların, tüm özgürlük arayışlarının ortak umududur. Gördüğümüz şey, yalnızca bir model değil; yaşanmış, savunulmuş, büyümüş ve kökleşmiş bir toplumsal hakikattir.   Bu hakikat, yalnızca izlenmesi gereken bir deneyim değil; omuz verilmesi gereken bir sorumluluktur aynı zamanda. Türkiye halkları, kadınlar, muhalefet, iktidar ve devlet; Rojava devrimi ile açığa çıkan bu iradeyi anlamalı, tanımalı ve birlikte demokratik bir geleceğin yolunu örmelidir. Başta kadınlar olmak üzere herkesin bu iradeyi gidip yerinde görmesi, bizim yaşadığımız heyecanı herkesin yaşaması dileğiyle.    Jin, Jiyan, Azadî!