Ayşegül Doğan: Komisyon sorularını bizzat giderek Sayın Öcalan’a sorsun 2025-10-16 11:35:01   ANKARA - DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, İmralı görüşmesinin komisyonun gündemine gelmediği tartışmalarına ilişkin, “Komisyon bir şekilde Öcalan'ın görüşlerinin komisyona akmasının formülasyonunu bulmak zorunda. Çünkü komisyon bununla sorumlu. Sayın Öcalan yalnızca kurucu önder değil, barışın ve demokratik çözümün kurucu gücü. Niye kurucu gücü olduğunu direkt kendisine sorup dinlesinler” dedi.   Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan, güncel gelişmelere ilişkin partisinin genel merkez binasında düzenlenen basın toplantısında konuştu.   ‘Bu hassas konuyla ilgili koltuk hesabı yapmayın’   27 Şubat çağrısının yeni bir dönemi çok net tariflediğini belirterek sözlerine başlayan Ayşegül Doğan, “Bu süre zarfında atılan adımlar Türkiye'nin demokratikleşmesi ve kalıcı barışın sağlanması için çok önemli adımlar. En başından beri ayrıştırıcı olanları uyarmaya çalıştık. Yapmayın. Bu hassas ve kırılgan konuyla ilgili siyasi ikbal, çıkar, rant ve koltuk hesabı yapmayın dedik. Burada hesaba katılması gereken tek bir şey var; Türkiye'de yaşayan farklı kimliklerin, inançların, görüşlerin geleceği. İşte bunların bir arada kardeşlik hukuku içinde yaşayabilmesi için yıllardır süren çabamızı hep birlikte bir sonuca vardırmak istiyoruz dedik” diye belirtti.   ‘Sorunlarını diyalog siyasetiyle çözebiliriz’   Her alanda barışın toplumsallaşması için çalıştıklarını söyleyen Ayşegül Doğan, “Türkiye'nin en temel sorunlarını ancak kapsayıcı bir barış, demokratikleşme ve diyalog siyasetiyle çözebiliriz. Burada oy, seçmen, anket kaygısı yaşamadık. Çünkü Türkiye’nin demokrasi sorununa, Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümüne bir mesele olarak yaklaşıyoruz. Bu süreç 86 milyonu ilgilendiriyor. Bu, bir slogan değil. Bu bizim amacımız, varmak istediğimiz yer, hedefimiz bu. Toplumu kucaklayan, birleştiren ve ötekileştirmeyen bir dil kullanmaya hassasiyetle yaklaştık. Bu konuda çağrılar yaptık. Bu dönemin dilinin nasıl olması gerektiğini söyledik. Bu dönemin dilinin güvenlikçi bir paranteze konulamayacağının özellikle altını çizdik. Yine çiziyoruz, yine uyarıyoruz. Türkiye'nin bu dönemde ihtiyaç duyduğu dil de, yöntem de diyalog, çözüm, barış ve demokrasiyi içermeli. Geçmiş tecrübelerden yalnızca ders çıkarması gereken biz değiliz” ifadelerini kullandı.   Ayşegül Doğan’ın konuşmasının devamı şu şekilde:   “Dünyanın hiçbir yerinde süreçler bir anda olup bitmez. Bunun farkındayız. Ancak yapılması gerekenler de var. Günlerdir DEM Parti'yi linçe kalkışanlar, asıl tartışmamız gereken konunun odağını değiştirmeye çalışanlar, DEM Parti'nin bu süreçteki kurucu özne, kurucu siyasi aktör olma halinden rahatsızlık duyanlar var. Bu sebeple de bize dönük saldırılar var. Bunun tesadüf olmadığını biliyoruz. Bunun örgütlü ve organize bir aklın işi olduğunun farkındayız. Türkiye kamuoyunu, siyasi partileri ve hak savunucularını sorumluluğa davet ediyoruz. Herkes bilir ki bunlara pabuç bırakmayacak kadar deneyim sahibiyiz.   Sürece kategorik karşıtlığın beslendiği kökü biliyoruz   Süreç karşıtlığı üzerinden hesaplar yapanlar var. Süreci eleştirmek başka bir şey ki, biz de süreci eleştiriyoruz. Bugüne kadar yol alınabilirdi, komisyon dinlemelerle bu kadar çok vakit geçirmeyebilirdi. Şu ana kadar Sayın Öcalan'la görüşmüş olabilirdi diyoruz. Bunlar ortak kaygılarımız. Ancak süreci eleştiriyoruz diye kategorik karşıtlık yapanlar olduğunu da biliyoruz. Bu kategorik karşıtlığın beslendiği kökü de biliyoruz.   Korkuyorlar!   Nefret, düşmanlık ve ırkçılıkla var olmaya çalışmak dün İyi Parti Genel Başkanı'nın partimizi temsil ettiğimiz milyonları ve değerleri hedef alan diliyle göründü bir kez daha. Kan, ölüm ve hamasetten besleniyor. Korkuyorlar. Niye korkuyorlar? Çünkü tarihin çöp sepetine doğru yol almaya başladıklarının farkındalar. Kandan, ölümden, hamasetten beslenen siyasi partiler, dönün lütfen Türkiye'nin yakın siyaset tarihine bakınız. Bugüne kadar tabela partisi olarak bile kalamadılar. O yüzden bunu görenler, miadı dolanlar çırpınıyorlar. Ancak bu son çırpınışları. Bu zatın sözleri sadece partimize değil, bu ülkede onurlu bir yaşam, eşitlik ve demokrasi talep eden herkese yönelmiş sözlerdir. Ölümden başka bir siyaset önerileri varsa buyursunlar açıklasınlar. Kendilerini daha önce komisyona davet ettik. Gelin, varsa bir eleştiriniz, varsa bir öneriniz, söyleyin, yerinizi alın dedik. Yapmadılar. Niye? Çünkü varlık nedenleri işte bu siyaset.   Öcalan’ın doğrudan kendisi dinlenmeli   Komisyon önümüzdeki günlerde dinlemeleri tamamlıyor. Her siyasi parti kendi raporu için çalışıyor. Tamamlandığında buna ilişkin detayları paylaşacağız. Tabii önemli konulardan biri komisyonun dinleme faaliyetlerini bitiriyor olmasına rağmen halen Sayın Öcalan ile görüşmemiş olması. Komisyonun varmak istediği hedefle ilgili çelişkisi orta yerde duruyor. Bunun giderilmesi gerekiyor. Şimdi çeşitli açıklamalar geliyor. Soruların muhatabı oluyoruz. Aslında doğrudan Öcalan'ın cevap vermesi gereken sorular. Doğrudan kendisinin dinlenmesi gerekir. Bunu bu kadar uzatmak, ‘yok komisyonun gündemine gelmedi, yok öyle, yok böyle’ demek, olmazlar üzerinde gitmek, bu sürecin ne doğasına, ne ruhuna, ne temposuna, ne de ritmine uygun. Komisyon bir şekilde Öcalan'ın görüşlerinin komisyona akmasının formülasyonunu bulmak zorunda. Çünkü komisyon aynı zamanda bundan sorumlu. Çünkü komisyon çatışmanın sonlandırılmasını istiyor. Sayın Öcalan yalnızca kurucu önder değil. Aynı zamanda barışın ve demokratik çözümün kurucu gücü. Niye kurucu gücü olduğunu direkt kendisine sorup dinlesinler. Türkiye’ye zaman kaybettirmesinler. Kimsenin Türkiye’ye zaman kaybettirmemesi gerekir. Esas vatanperverlik, esas ülke sevgisi, esas yurtseverlik, vatan sevgisi budur.   Hiç kimse basın özgürlüğüne yaklaşımımızı sorgulama haddine sahip değil   Pervin Buldan'a dönük saldırılar tesadüf değil. Herkes yıllardır DEM Parti'nin, özellikle de İmralı heyeti üyesi Pervin Buldan'ın ne için mücadele ettiğini biliyor. Kişisel tarihini de biliyor. Tüm bunlara rağmen sanki medyaya sansür istemişiz ya da Öcalan medyaya baskı ve sansür istemiş gibi veya Pervin Buldan bunu böyle aktarmış gibi bir algı yaratmaya çalışmak, işte o kutuplaştırmayı, o kutuplaştırıcı siyaseti, o ayrıştıran, ötekileştiren, yakınlaştırmayan, uzaklaştıran siyasetin işine yarıyor. Hiç kimse bizim basın özgürlüğüne yaklaşımımızı, düşünce ve ifade özgürlüğüne yaklaşımımızı, Türkiye'nin demokratikleşmesi ile ilgili mücadelemizi ya da buna dair yaklaşımımızı sorgulama haddine de sahip değildir.   Barışın kurucu gücü olan bir ismin sansür istemesi mümkün olabilir mi?   27 yıllık tecride rağmen demokratik bir çözüm önermesi olan, özgürlük yasalarından bahseden, demokratik entegrasyondan söz eden, bunu bir program olarak Türkiye'ye teklif eden, barışın kurucu gücü olan bir ismin sansür ve ambargo istemesi mümkün olabilir mi? Olamaz. Bu bir çarpıtma. Ancak şu bizim de eleştirimiz: Evet, barış gazeteciliği yapılabilir. Elbette çatışmalı dönemlerden çatışmasızlık dönemine geçişte, savaştan barışa geçişte eğer bir geçiş süreciyse bu süreç, demokrasiye geçişse, işte bu süreçte medya sorumlu bir rol oynamalı.”