'Göç ve yoksulluk derinleşiyor' 2025-10-19 09:02:08     Büşra Turan   WAN – İHD Göç Komisyonu üyesi Ayten Kıran, hem iç hem de dış göçün giderek derinleştiğini belirterek, “Orta Doğu’daki savaşlar, yoksulluk ve işsizlik, insanları doğdukları topraklardan koparıyor. Göçün en büyük mağdurları ise yine kadınlar ve çocuklar. Mülteci kadınlar fuhuşa, çocuklar ise suça sürükleniyor” dedi.   Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayımladığı “İç Göç İstatistikleri” raporuna göre, 2024 yılında ülkede 2 milyon 682 bin 673 kişi iller arasında göç etti. Bu nüfusun yüzde 47,6’sını erkekler, yüzde 52,4’ünü ise kadınlar oluşturdu. Rapora göre, Türkiye’de 2008 yılında yüzde 3,18 olan iller arası göç oranı 2024 yılında yüzde 3,13’e yükseldi.   İnsan Hakları Derneği (İHD) Wan Şube Eşbaşkanı ve Göç Komisyonu üyesi Ayten Kıran, göçün ve yoksulluğun temel sebeplerine dair değerlendirmelerde bulundu.   ‘Göçün büyük mağdurları kadınlar ve çocuklar’     Ayten Kıran, son dönemde Orta Doğu’daki savaşların etkisiyle bölgeye yönelik göçün ciddi şekilde arttığını belirterek, “Afganistan’daki Taliban rejimi ve İran’daki çatışmalar ile Orta Doğu genelindeki savaş ortamı nedeniyle çok yoğun bir göç hareketi başladı. Wan’ın göç yolu üzerinde bulunması, bu göçlerin burada yığılmasına neden oldu. Üçüncü bir ülkeye geçiş şansı oluşuncaya kadar mülteciler burada konaklamak zorunda kalıyor. Bu durum, hem iş hem de barınma anlamında ciddi sıkıntılar yarattı. Ne yazık ki her savaşta olduğu gibi, bu süreçte de göçün en büyük mağdurları kadınlar ve çocuklar oldu” dedi.   ‘Savaştan gelen kadınlar fuhuşa sürükleniyor’   Sahada mültecilerle yaptıkları görüşmelerde özellikle kadınların yaşadığı zorluklara dikkat çeken Ayten Kıran, “Suriye’den gelen kadınların Türkiye’de kalabilmek için kendilerinden yaşça büyük erkeklerle kuma olarak evlendirildiklerini gördük. İran ve Afganistan’dan gelen kadınların ise özellikle eğlence sektöründe çalışmaya zorlandığını, hatta fuhuşa sürüklendiğini gözlemledik. Bu durum, göçmen kadınların hem fiziksel hem psikolojik açıdan ağır mağduriyetler yaşamasına yol açıyor” ifadelerini kullandı.   ‘Mülteciler Türkiye’de sistematik bir sömürüye maruz bırakıldılar’   Mültecilerin yaşadığı ağır ekonomik koşullara değinen Ayten Kıran, Avrupa Birliği (AB) tarafından uluslararası anlaşmalar kapsamında sağlanan ekonomik desteğin doğrudan mültecilerin yaşam koşullarını iyileştirmek için kullanılmadığını dile getirdi. Ayten Kıran, “Eğer bu destekler gerçekten mültecilerin barınma, sağlık ve eğitim alanlarına aktarılmış olsaydı, bugün çok daha insani koşullarda yaşam sürdürebilirlerdi. Mülteciler Türkiye’de sistematik bir sömürüye maruz bırakıldılar. Sığınmacılar özellikle kayıt dışı sektörlerde ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor. Sigortasız, güvencesiz ve çok düşük ücretlerle emek sömürüsüne uğruyorlar. Çocukların büyük bir kısmı ise suça sürükleniyor, çeteler tarafından istismar ediliyor. 2000’li yıllardan itibaren, özellikle 2020’li yıllarda yaşanan yoğun Afgan göçünden sonra birçok sığınmacı İç Anadolu ve diğer bölgelerde ağır işlerde çalışmaya zorlandı. Sahadan bize gelen başvurularda, çalıştırılıp ücretleri ödenmeyen çok sayıda mülteciyle karşılaşıyoruz. Bu durum hem insan hakları hem de çalışma hakkı açısından ciddi bir ihlal anlamına geliyor” diye konuştu.   ‘Karların altından çıkan cenazeleri görmemize neden oluyor’   Mültecilerin geri gönderme merkezlerinde deport tehdidiyle karşı karşıya kaldıklarını ve çok zor durumda olduklarını dile getiren Ayten Kıran, bu sorunun sistematik ve köklü çözümler gerektirdiğini söyledi. Ayten Kıran, “Çünkü sistem bu sorunu çözebilecek kapasitede değil. Alınan tek önlem sınırlara duvarlar örmek ya da hendekler açmak oluyor ve bu uygulamalar kıştan sonra karların altından çıkan cenazeleri görmemize neden oluyor. Mülteciler burada gerçekten çok zor durumdalar. Üstelik kendi aralarında da hiyerarşik ve gruplaşma sorunları var. Suriyeliler İranlıları kabul etmiyor, İranlılar Afganları kabul etmiyor, bu da kendi aralarında çatışmaya dönüşüyor. Sahipsiz kalmaları kolayca suça sürüklenme riskini artırıyor. Oysa çözmemiz gereken, yerinden edilmiş insanlara yönelik köklü, insan haklarına uygun çözümler üretmektir. Türkiye’nin imzacısı olduğu uluslararası hukuk, mülteci hukuku ve sığınmacılar hukuku var. Mülteciler ve sığınmacılarla ilgili sözleşmelerin gerekliliklerinin uygulanması gerekirken, pratikte bunlardan habersiz bir yaşam sürülmeye çalışılıyor” şeklinde konuştu.   ‘Kürtler hem geçim sıkıntısıyla hem de ayrımcılıkla mücadele ediyor’   Kürdistan’da yaşanan iç göçün en az dış göç kadar derin etkiler yarattığına dikkat çeken Ayten Kıran, 1990’lı yıllarda köy boşaltmalarıyla başlayan zorunlu göç sürecinin bugüne kadar devam ettiğini söyledi. Ayten Kıran, “1990’lı yıllarda 417’nin üzerinde köyün boşaltılmasıyla karşı karşıya kaldık. O günden itibaren köylerinden koparılan insanlar kentlere göç etmek zorunda kaldı ve bu durum bölgede ciddi bir nüfus yoğunluğuna yol açtı. Kendi topraklarımızdan yine aynı ülkenin batısına, metropollerine çalışmaya gitmek zorunda kalan binlerce mevsimlik işçi var. İnşaatlarda, tarlalarda, ağır işlerde çalışıyorlar ve bu yıl içinde ekonomik nedenlerle göç etmek zorunda kalan pek çok insanın yaşamını yitirdiğine tanık olduk. Yerinden edilen Kürtler geldikleri yerlerde hem ekonomik sıkıntılarla hem de ırkçı saldırılarla karşılaşıyor. Çünkü Kürtler hem geçim sıkıntısıyla mücadele ediyor hem de kimliklerinden ötürü dışlanma ve ayrımcılığa uğruyorlar” sözlerine yer verdi.   ‘Kürt işçiler sürekli ırkçı saldırılara maruz kalıyorlar’   Ayten Kıran, Kürtlerin Türkiye metropollerinde ve tarım bölgelerinde uğradığı ırkçılığa işaret ederek şunları söyledi: “Bunu defalarca basından da gördük, birebir yaşayıp anlatanlar da var. Fındık, çay, mercimek, pamuk tarlalarında çalışan Kürt işçiler sürekli ırkçı saldırılara maruz kalıyorlar. Mesela Hatay’da TOKİ inşaatlarında çalışmaya giden Kürtler var, onlar da ekonomik nedenlerle oradalar. Eğer kendi memleketlerinde iş imkânı olsaydı, kimse memleketini bırakıp gitmek istemezdi. Ancak oralarda bile çoğu zaman emeklerinin karşılığını alamıyorlar. Paralarını ödememek için ırkçı saldırılar düzenleniyor, ardından da suçlu duruma düşürülmeye çalışılıyorlar. Zaten Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yoksulluk en üst düzeyde. Fabrika yok, iş alanı yok, üretim yok. Kış mevsiminin uzun sürmesi tarımı zorlarken, güvenlik gerekçesiyle yasaklanan alanlar, bombalanan dağlar, yayılan kimyasallar tarımı ve hayvancılığı tamamen bitirme noktasına getirdi. Bütün bu koşullar, insanları doğdukları topraklardan koparıp başka yerlere göç etmeye mecbur bırakıyor.”   ‘Demokratik toplum sürecinin hızlıca sonuçlanması gerekiyor’   Kürdistan’da 40 yılı aşkın süredir devam eden savaştan halkın etkilendiğine işaret eden Ayten Kıran, “Bu süreçten etkilenen insanlar metropollere göç etmek zorunda kaldı. Ancak bu göçün sonucuna sadece ekonomik açıdan bakmamak lazım. Çok ciddi bir asimilasyon politikası da yürütüldü. Metropollere göç eden Kürtlerin bir kısmı kimliğini gizleyerek yaşamaya çalıştı, böylece sistem onları kendince asimile etti. Ama Kürt kimliğini açıkça savunan, diline ve kültürüne sahip çıkan hiçbir Kürt’ün dışarıda özgürce yaşama olasılığı neredeyse kalmadı. Üniversitelerde Kürt öğrencilere saldırılar yapıldı, sokaklarda Kürt gençleri dövüldü. Kürtçe müzik dinleyen ya da yapan gençler gözaltına alındı, hedef gösterildi. Bütün bunların ortadan kalkması için içinde bulunduğumuz demokratik toplum sürecinin hızlıca sonuçlanması gerekiyor. Ancak o zaman bizler gerçekten nefes alabileceğimiz, kendimizi tanıyabileceğimiz, kimliğimizle onurlu bir şekilde yaşayabileceğimiz bir ortama kavuşabiliriz” sözlerine yer verdi.