Barış ve çözüm odaklı habercilik tartışıldı 2025-11-15 17:03:33   ANKARA - “Barış Gazeteciliği: Çatışmadan Çözüm Odaklı Haberciliğe” başlıklı panelde süreç ilerlerken militarist dilin barışa ve uzlaşıya hizmet etmeyeceği ortaya konuldu.    DİSK Basın-İş, Mezopotamya Kadın Gazeteciler Derneği (MKG), Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG), Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda “Barış Gazeteciliği: Çatışmadan Çözüm Odaklı Haberciliğe” başlıklı panel gerçekleştirdi. Panele gazeteciler ve MKG, DFG temsilcileri katıldı.    DİSK Basın-İş Yönetim Kurulu Üyesi İzel Sezer’in moderatörlüğünde gerçekleşen panelde, konuşmacı olarak Doç. Dr. Tezcan Durna ve Doç. Dr. Ayşe Nevin Yıldız yer aldı.   ‘Nasıl bir basın özgürlüğü sorusuna yanıt verilmeli’   Öncelikle “Barış için Gazetecilik Yeni Bir Dil Yeni Bir Kültür” başlığı üzerine Doç.Dr. Tezcan Durna söz aldı. Yıllarca mevcut iktidarın “savaş var ve bu savaş nihayetinde hep devam eder” söylemini işlediğini belirten Tezcan Durna, “Burada ana akım medya bu vahamet içinde nasıl barış temelli bir gazetecilik yapar sorusu önemli bir yerde duruyor. Bu koşullar altında tabii ki ana akım medyadan barış gazeteciliği gazetecilik beklemek biraz saf dillik olur. Fakat bu beklentiyi tümüyle rafa kaldırmak ve üzerine hiç konuşmamak da mümkün değil. Çünkü biraz önce söylediğim gibi bir sürü şey bir sürü imkânsız olan doğallaştırılmış şey ancak hayal kurarak gerçekleşiyor. O karanlık engizisyon ortamında eğer hayal kurmayı ‘var olan gerçeklik bu’ diyerek kabullenseydi insanlar Galileo veya buna benzer insanlar dünya düz diye düşünmeye devam edilecekti. Bunun için özellikle öncelikle nasıl bir basın özgürlüğü sorusuna yanıt vermemiz gerekiyor. Meseleye negatif özgürlük tasarımı açısından değil de pozitif özgürlük açısından yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü batıdaki basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü burjuvazinin özgürlük tasarımı genellikle negatif özgürlük tasarımı içerisinden düşünüldü. Ve bu negatif özgürlükle değil de pozitif özgürlük tasarımı tarafından denetleyici ve düzenleyici kuruluşlara bu özgürlük perspektifinden görev yapma yönünde baskı uygulayarak başlayabiliriz”  sözlerini kullandı.    ‘Barış verilmez inşa edilir’   Ardından “Gazetecilikte Barış İnşası ve Barış Söylemi” başlığı altında Doç.Dr. Ayşe Nevin Yıldız söz aldı. Gazetecinin mesleği itibariyle başına “muhalif” konulmasına bile gerek olmadığını söyleyen Ayşe Nevin Yıldız, “ Gazeteci muhalefet yapmayacaksa zaten gazeteci değil. Zaten bilimin de gazeteciliğin de misyonu nedir? Toplumun yanında halkın yanında bilgi, haber üretmek. Haliyle biz bir Ana akım medyadan da bahsedemiyoruz. 90 öncesi ana akım neydi? Bayağı bir savaş propagandasıydı. O zaman Türkiye'de bir ‘ana akım’ vardı. Amiralin gemisi denen Hürriyet de Milliyet de gazetecilik yapıyordu. Bir barış dili var mıydı, yoktu. 90'lar zaten malumunuz. E geldik önceki çözüm sürecine; bir barış diline doğru küçük bir evrilme hissediyorsunuz, bazı gazeteler dikkat ediyor vesaire. Özellikle hükümete yakın olan gazeteler. Sonra barış süreci bittiği anda ne oldu? Fabrika ayarlarına geri dönmediler mi? Neden bu kadar hızlı bir dönüş oldu? O dil daha da sertleşti çünkü barış tepeden inme, birileri oturdu masaya karar verdi ve hadi alın barışalım gibi algılayan bir ülkeyiz maalesef. Barış dediğimizde,  dünyadaki bütün çözüm ve çatışma çalışmaları bize şunu söylüyor; barış verilmez inşa edilir. Sokaktan başlar, medyanın dilinin dönüşmesini ister. Haliyle siz zamana ihtiyacı olan bir şeyi bir anda bitirebileceğinizi düşünüyorsunuz. Öyle olunca da pat diye çok daha kötü, nefret içeren bir dille geri dönüş oluyor” sözlerini kullandı.    ‘Kültürel şiddet gazetecinin ilgilendiği alandır’   Ardından Nevin Yıldız, tarihsel kavramlar üzerinden söylemlerin inşa ve etkisine değindi. Nevin Yıldız, “Barış inşası kavramının sahibi Galtung diye Danimarkalı biri ve bir travması üzerinden bu alana yöneliyor. Çalışma yaparken dünyada birçok çözüm çatışma yerlerini geziyor, inceliyor, örneklere bakıyor ve üç tane kavram geliştiriyor. Birinci kavramı fiziksel şiddet zaten hepimizin bildiği. İkinci kavramı yapısal şiddet. Üçüncü kavramı kültürel şiddet. Kültürel şiddet burada bir gazeteci topluluğunun ilgilenmesi gereken ya da bir sosyal bilimcinin ilgilenmesi gereken alan. Türkiye’de kültürel şiddet dediğimiz şey yapısal ve fiziksel şiddeti meşrulaştıran söylemlerdir. Bu illa haber olmak zorunda değil, bir yasanın kendisi bir meclis konuşması, adına kamusal söylemler ya da küresel söylemler dediğimiz hatta bilimsel bir çalışma olabilir.  Kültürel şiddet, birilerinin birilerine fiziksel şiddet ya da yapısal şiddet uygulamasını meşru kılıyor. Aslında insanlıktan çıkartıyor. Butler'ın çok güzel bir tartışması vardır, ‘Kimin yası tutulabilir? Kimin yasını tutuyoruz biz?’ Kime insan denir? Çünkü çeşitli söylemlerde üretilen ve savaşı da şiddeti de ayrımcılığı da ırkçılığı da cinsiyetçiliği de meşru kılan şey aslında bu kültürel şiddet dediğimiz alanda kimin insan olarak tanımlandığı ve kimin insan haklarının o zırhını giymeye, yasaların zırhını giymeye layık görüldüğüyle ilgili” sözlerini kullandı.    'İnsanı söylemle insansızlaştırma pratiği'   Nevin Yıldız konuşmasına şöyle devam etti. “Agambe'nin homosaker kavramıyla açıklayayım. Agamben Roma tarih sahnesinden çıkartıyor bu kavramı. Bir insanın homosakerleştirilmesi demek onun öldürülebilir ama ölümünün cinayet sayılmaması demek. “İmha edildi” deniyor. BBC İngilizcesinde de var ‘So called’ deniliyor. Bir insandan bahsediyor hissi veriyor mu, vermiyor. Roma'da özgür bir insanı öldürmek idam cezası gerektiriyor ama öldürdüğünüz kişiyi homoseker ilan ederseniz topluma karşı bir sorumluluğu yerine getirdiğiniz var sayılıyor ve siz bu cinayet için kahraman sayılıyorsunuz. Kimler homoseksüel ilan ediliyor? Bir baba katline niyet etmediği ya da babasını öldürmesinden şüphe duyulduğu, bakın şüphe, insanın akrabası tarafından öldürülmesi onun homosaker olmasını sağlıyor. İki, cinsel saflığından şüphe duyulan kadının kocası ya da ailesi tarafından öldürülmesi. Alın size namus cinayetlerinin kökeni. Bu iki şey toplumun nomosu sayılıyor çünkü toplumun sınırlarını koruyan babayı, getirin günümüze; Devlet baba. Oradaki koca figürünü getirin bugünün, ataerkisi. Şimdi bizim şiddet dili dediğimiz ya da barıştan uzak çatışma dili dediğimiz şey sizin için kimin ‘terörist’ olduğunu, kimin öldürülebilir olduğu, kimin öldürülmesinin insan öldürmek sayılmadığı söylemlerle meşrulaştırıyor. Bu da insanlıktan çıkartılması, sonrasında da zaten yasının tutulmaması demektir. Savaş dili bize ne diyor? Galtung'un çatışmanın olmaması demek barışın olduğu anlamına da gelmez diyor. Hakikaten çatışmasızlık barış anlamına gelmiyor. Barışın oluşabilmesi için çok uzun süreli tabandan başlayan bir dönüşümün sağlanması gerekiyor. Dilin, zihniyetin, Türkiye örneğinde ya da ETA örneğinde gördüğümüz gibi yıllarca anaakım, devlet kanalları bu homosakerleştirilmiş bir kesime bir anda artık barışalım diyor.  Bu medya yapısı içinde ne yapılabilir sorusu çok önemli. Gazetecinin basın özgürlüğüyle korunması gerekiyor. Biz bunların hiçbiri olmadan şunlara dikkat etmeli diyoruz. Bu yapı içinde ne kadar mümkün? Barış Gazeteciliği için nefret dilinden kaçınmak gerekiyor her şeyden önce. Çözüm odaklı gazetecilik önce bu çatışmanın kökenlerini merak eder. Çünkü anlamak, çözmektir. Dilini de böyle kurar. Yani bunu anlamadan, bununla ilgili bir sağlıklı bir söylem geliştiremez. Ve siz bir şeyin kökenine samimiyetle gittiğinizde hakikate gitmiş olursunuz. Hakikatin peşinde olunmalı. Hakikat olmayan propaganda olur. Yani siz orada gazetecilik yapmazsınız.Bu propaganda da elitlerin lehine olur; savaştan para kazananlar, çocukları o savaşın içinde ölmeyeceğini bilen insanların lehine.  Haberin içeriği militarist bir dil olursa, bu habercilik toplumsal barışın ne de uzlaşmanın aracısı olamaz. Aksine tabanda çok ciddi bir düşmanlık yaratır.”   DFG Eşbaşkanı Selman Çiçek ve DİSK Basın İş’ temsilcisi Turgut Dedeoğlu’nun konuşmasıyla panel sona erdi.