Umutlar yeniden büyüyecek!

  • 09:01 22 Mart 2023
  • Güncel
Dilan Babat
 
HABER MERKEZİ - Elbistan'a vardığımda yakınlarını mezarlığa gömmek için toplanan beş kadının yanına gittiğimizde, “Daha dün bir anne ve çocuğunu gömdük. Yanarak ölmüşler küllerini gömdük” sözleri karşısında yaşadığım acının tarifinin bulunmayacağını bir kez daha anladım. Nasıl iyileşeceğiz, iyileştireceğiz bilmiyorum ama acıların, çaresizliğin karşısında deprem bölgelerinde el ele vererek yeniden filizlendirmeye çalıştığımız umutlar elbet yeniden büyüyecek. 
 
Mereş merkezli depremin ilk sabahında Malatya’ya doğru hızla yola çıkışımla beraber yıkımın etkilerinin göreceklerimin yanında düşündüğüm kadar olmadığının gerçekliği... Gece geç saatlerde vardığım Malatya’da yıkımın tazeliği, yıkımların yanındaki bekleyiş,  tenha sokaklar, binaların olmadığı alanlarda ateşin önünde bekleyen insanların soğuktan korunma çabaları. 
 
Yetişemeyen ‘devlet’…
 
Depremin yarattığı yıkımın gerçekliği karşısında girdiğim şoktan çıkmam uzun sürmeden hemen kendimi eniştesini ve yengesini bir apartman dairesinin enkazında arayanlara mikrofon uzatarak buluyorum. “Devlet saatlerdir ortada yok” sözlerini ne ilk ne de son kez duyacağımı bilmeden soru sorma çabası içinde de kendimi buluyorum. Enkazlar başında bekleyenlerin gözlerindeki çaresizliğin ne denli beni de çaresizliğe ittiğinden haberim olmadan sabah 05.00’e kadar daha çok insana ulaşıp seslerini duyurmaya çalışma çabalarım, her bir yıkımın karşısında insanların gözlerinde bir saniye dahi bitmeyen gözyaşı, bekleyişe sessizce ben de konuk oluveriyorum. Sabah saatlerinde çıktığım yola gece saatlerinde vardığım Meletî’de devletin tüm imkanlarına rağmen “ulaşamaması” halkta yarattığı gibi bende de derin bir öfkeye neden oluyor. 
 
Yıkımların gerçekliği 
 
Uzun bir süre kaldığım Meletî’nin ardından Mereş’in Elbistan ilçesine gazeteci arkadaşlarımla geçiyoruz. Meletî’deki yıkımın vahametini gördükten sonra yine iyi düşünerek Elbistan’ın o kadar yıkıma uğramadığını düşünüyorum.  Elbistan’a giriş yapmamızla beraber bizleri yıkımlar ve Hacı Bektaş Cemevi önünde yakılan ateşlerin etrafını saran yüzlerce insan karşılıyor. Bin bir emekle yaptıkları evler, hayalleri, yaşanmışlıklarının bir saniyede yok olmasının acısını her bir insanın yüzüne baktığımda bunu hissederken, girdiğim cemevinde insanların kendi imkanlarıyla buldukları sobaları soğuktan korunmak için yaktıklarını ve artçılardan kaynaklı geceleri uyumayan, sabahları diğer insanların verdiği güvenle uyuyan yaşlılar karşılıyor bizleri. 
 
Rüzgardan sallanan perdeler…
 
Cemevine girip hemen orada ilk günden bu yana bulunan ve köyleri bilen arkadaşlara hangi köylerin kötü durumda olduğuna dair bilgi alıp rotamızı Nurhak’a doğru belirliyoruz. Nurhak’a giderken bir saatlik yolculuk sırasında bir gün önce sağlam duran içerisinde kimi mutlulukları, mutsuzlukları, tartışmaları, sevinci barındıran evlerden geriye yere düşen eşyalar, pencereden sallanan perdeler… Adeta haritadan silinen Nurhak’tan geriye yakınlarını arayanlar kalmış. Fotoğraf makinamı çıkarıp bir yerden tüm yıkımları çekmeye çalışırken bir saat sonra fotoğraf makinamı bırakarak tüm yıkımları hafızama kazıyorum ki bu ülkede ölmenin bu kadar kolay oluşunu unutmamak için.  Hafızama kazdığım onca yıkımın ardından bir cemevine sığınan insanların yanına geçiyoruz. Kapıyı açar açmaz, enkazlardan çıkarılan yataklar ve yorganların sıralı dizilmiş halini görüyor ardından kızı ve torununu Elbistan’daki enkazda kaybeden bir annenin ağıtlarını dinliyoruz. “Ben ölseydim de bana öldüler demeselerdi” sözleri herkesi gözyaşına boğarken oturup annenin yanında onunla birlikte sessizce gözyaşlarımızı akıtıyoruz. 
 
Geriye sadece küller kaldı 
 
Gazeteci arkadaşımla birlikte annenin hikayesini dinledikten sonra orada bulunan kadınlarla da ihmallere dikkat çekmek için soru soruyoruz. Her bir sorunun verdiği ağırlık karşısında aslında ilk günden bu yana yabancı olmadığım “Geç kaldılar” sözleri bir an beliriveriyor burada da. Ardından dışarı çıktığımda bir amcanın gelini ve torununu kaybedişini her anlattığında o günü yaşıyormuş gibi çaresizce ellerini açıp kapatıp ağlaması hepimizi gördüğümüz acılarla baş başa bırakıyor. Elimizden sadece geçmiş olsun demenin yetersizliği içerisinde insanları acıları ile baş başa bırakıp yeniden rotamızı başka köylere çeviriyoruz. Gittiğimiz başka köyde dikkatimizi mezarlık çekiyor. Yakınlarını mezarlığa gömmek için toplanan beş kadının yanına gittiğimizde, “daha dün bir anne bir çocuğunu gömdük. Yanarak ölmüşler küllerini gömdük” sözleri karşısında yaşadığım acının tarifinin bulunmayacağını bir kez daha anladım. 
 
Kimsesizlik…
 
Yeniden döndüğümüz Elbistan’da kent merkezindeki büyük yıkımı da merak ederek kent merkezine geçiyoruz. Tek bir binanın dahi sağlam kalmadığı Elbistan’da geçtiğimiz enkazların birçoğu hala ilk günkü gibi bırakılmış. Yağan kârın enkazın üzerinde bozulmadan durması, arama ve kurtarma çalışmalarının yapılmadığı enkazlardan “ölü kokusu”. Hayatım boyunca bilmediğim “ölü kokusuna” Elbistan’ın tüm ara sokaklarında aşina oluyorum. Kurtarma çalışmalarının yapılmadığı bir enkaz başında beklerken, “neden arama yapılmadı burada” sorusunu soruyorum kendime. Ardından yoldan geçen birini çevirerek, “Burada neden arama yapılmamış ilk gün gibi” sorusunu sorduğum kişi, “AFAD’a gidip burada yakınlarım var burayı arayın başvurusu yapmak lazım” cevabının ardından “Ya kimsesizse” sorusunu soruyorum. “O zaman ölüme terk edildin” cevabı ise ilk günden bu yana omuzuma çöken ağırlığın üstüne bir yük daha alıp sessizce enkazın başından ayrılıyorum. 
 
Yıkımlara rağmen çocukların yüzlerindeki gülümse 
 
Her bir sokağında acının, umutsuzluğun hakim olduğu Elbistan’ı ardımda bırakarak, Mereş’e geçiyorum. İyi düşünme halimi bıraktığım Elbistan’da Mereş’te “kim bilir ne acılar var” diyerek yola koyuluyorum. Öğle saatlerinde vardığım Mereş’in Narlı ilçesinde kurulan koordinasyon merkezinde Mereş’e  ve mahallerine dair bilgiler toplayarak hemen işe koyuluyorum. Arkadaşların “yoldan geldin az dinlen gideriz” cümleleri karşısında dinlemenin yarattığı utanç duygusu sarıyor bedenimi ve fotoğraf makinamı çıkararak koordinasyon merkezini geziyorum. Gördüğüm alanlarda bende yarattığı umutsuzluk karşısında günler sonra içten bir gülümse tutuyor. Gönüllüler tarafından depremzede çocuklarla birlikte oynanan oyunlar, çocukların yüzlerindeki gülümsenin verdiği mutluluk karşısında saatlerce hepimize iyi gelecek çocuklardaki gülümsemeleri, kahkahalarını doya doya aileler ile birlikte izliyoruz. 
 
Peki, bundan sonra ne olacak? 
 
Bir gün sonra gazeteci arkadaşım ile birlikte mahallelere doğru yol alıyoruz. Yıkımın giderek çoğaldığı her bir mahallede gördüğümüz kadınların yanına giderek uzun uzun yaşadıkları acıyı dinliyoruz. Devletin diğer alanlarda bulunmadığı gibi buralarda olmayışı bizleri her ne kadar şaşırtmasa da devletin gerçek yüzünü bilmeyenler için durum acı verici bir hale geliyor. Genç gönüllülerin yoğun olduğu Mereş ve mahallelerinde insanların umutlarını ve yaşama tutunma sebepleri oluyor. Her gittiğimiz mahallede, “çadır ve su” eksikliği sıralanırken, ilk günden bu yana yabancı olmadığım “Devleti biz görmedik” sözleri konuşmalarının ardından sıralanıyor. “Bundan sonra biz ne yapacağız” belirsizliğine karşı “düzelecek yeniden hep birlikte el ele inşa edeceğiz” sözlerinin insanlarda bir nebze umut olmasını diliyoruz. Her bir evin avlusunda kurulan çadırlara yöneldiğimizde aşina olduğum acı hikayelere geliyor. 
 
Enkazlardan sürünerek çıktı 
 
Evde sadece eşi ve kendisi olan bir annenin hikayesine denk geliyoruz. Yürüme engelli olan anne enkazlardan sürünerek çıkmayı başarıyor ama “hayat arkadaşımdı, dostumdu her şeyimdi” dediği eşini enkazlarda bırakmak zorunda kalıyor. “Seslendim seslendim ses gelmiyordu” sözlerinin ağırlığı karşısında gözyaşları yavaş yavaş yanaklarından süzülürken, kendimi anneyle ağlarken buluyorum.  Gözyaşlarının yerine bıraktığı hıçkırık karşısında annenin elini sıkarak “sen kendine dikkat et” sözlerinin anlamsızlığını her ne kadar anlasam da elimden bir şey gelmemenin çaresizliği de sarıyor içimi. Saatlerce dinlediğimiz annenin gözyaşları bir dakika dahi durmazken, sorduğumuz her sorunun acıyı yeniden deştiğinin farkına vararak sormak istediklerimi bir kenara bırakarak mahalledeki yıkımları görmek için yolumuza devam ediyoruz. 
 
Yarın: Dîlok ve Hatay’a yolculuk