'Kimyasal kullanımı bilgisi var ama hareket için siyasi irade yok'
- 09:01 22 Temmuz 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - AB Türkiye Sivil Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Kariane Westrheim, Türkiye’nin kimyasal silah da dâhil Kürtlere karşı her türlü askeri ve siyasi gücü kullandığını belirterek, “Kimyasala ilişkin bilgi ve belge var ama bir şeyler yapmaya, harekete geçmeye yönelik siyasi irade eksik. 1923'te Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından İsveç'in 2023'te NATO'ya üyelik başvurusuna kadar tarih boyunca Kürtleri piyon olarak ortaya koydular. ‘Daha önemli’ siyasi meseleler uğruna defalarca kurban edilen Kürtlerdir” dedi.
Türkiye'nin Güney Kurdistan sınırında bulunan Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine dönük 17 Nisan 2022'de başlattığı saldırılar devam ediyor. Saldırılarda kullanılan kimyasal silahlar insanlara etkileri ile birlikte ekolojik dengeyi de tehdit ediyor. Konuya ilişkin binlerce çağrı ve görüntüye rağmen Türkiye ve KDP tarafından incelemeler engellenirken, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) ise bir yandan milyonlarca kimyasalı imha etmekle övünürken diğer yandan Türkiye’nin saldırılarını sadece izlemekle yetindiğini bizzat dile getirmişti. Türkiye’nin kullandığı söylenilen beyaz fosforun ise kimyasal silah olarak değerlendirilmemesi ise başka bir çıkmaza işaret ediyor.
AB Türkiye Sivil Komisyonu (EUDCC) Başkanı ve Bergen Üniversitesi'nden Prof. Dr. Kariane Westrheim Türkiye’nin Kürtlere yönelik kimyasal kullanma, uluslararası sessizliği ve araştırmaya engel koyan KDP’nin durumunu değerlendirdi.
“Neler olup bittiğini bilen pek çok kişi var; OPCW, Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu… Bilgi ve belge var ama bir şeyler yapmaya, harekete geçmeye yönelik siyasi irade eksik. Birleşmiş Milletler gibi bir uluslararası dünya örgütünün Kürtler adına başvuruda bulunamaması anlaşılır bir şey değildir.”
*Türkiye son 1 yıldır Zap, Metina, Avaşin ve Kurdistan'ın birçok bölgesine saldırıyor. Bu saldırılarda özellikle kimyasal kullanımına ilişkin çok sayıda görüntü kaydedildi. Bu belgeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayısız saldırının ve bunların hem gerillalar hem de siviller için yarattığı ölümcül sonuçların birçok belgesini okudum, fotoğraflarını ve videolarını gördüm. Hem bizzat Kürtler hem de uluslararası uzmanlar tarafından yapılan çok yönlü raporlama ve belgelemelere rağmen, mesele hala askıda. Kürt sorunundaki diğer pek çok sorun gibi, bu da önde gelen kuruluşlar ve dünya toplumunun geri kalanı tarafından bazı kınama yorumları ve sessizlikle karşılanıyor. Neler olup bittiğini bilen pek çok kişi var; OPCW, Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve Avrupa'daki birçok devlet ve ABD gibi siyaset ve insan hakları çalışmalarında kilit oyuncular farkındalar. Bilgi ve belge var ama bir şeyler yapmaya, harekete geçmeye yönelik siyasi irade eksik. Kürt siyasi sorunları ve muazzam zorlukları mevcut siyasi gündemlerine uymamakta ve bu nedenle örtülü bir gizlilik içinde kalmaktadır. Ancak durum ne kadar umutsuz görünürse görünsün, burada umudumuzu kaybetmemek, belgelemeye ve baskı yapmaya devam etmek çok önemli.
*OPCW ve Birleşmiş Milletler şimdiye kadar bölgeyi araştırmak için ekip göndermeyi reddetti. OPCW "İddiaları izliyoruz" açıklaması yaptı. OPCW'nin harekete geçmemesini neye bağlıyorsunuz?
OPCW, Türkiye'nin bu tür silahları kullandığına dair iddiaların farkında olduğu için durumu 'izlediğini' iddia ediyor ki bu bile abartılı bir iddia çünkü bu tür gözlemler Türkiye'nin bu alandaki kötülüklerini ortaya çıkarmalarına yol açacaktı. Türkiye'nin elinde OPCW'nin arkasına saklanmak için dünyanın en iyi bahanesi var; yani bir ülkenin kimyasal silah kullanımını çevreleyen koşulları soruşturmak için yapılan herhangi bir başvurunun bir üye devlet tarafından ileri sürülmesi gerekiyor. Dolayısıyla Türkiye'den veya Irak'tan bir başvurunun gelmesi tamamen olasılık dışı olduğu için böyle bir dava ve soruşturmanın gündeme gelmesi ihtimal dışıdır. Ancak Birleşmiş Milletler gibi bir uluslararası dünya örgütünün Kürtler adına başvuruda bulunamaması anlaşılır bir şey değildir.
“Türkiye hala Kürtlere karşı kimyasal silah kullanma konusunda hevesli. OPCW'nin Türkiye'nin ikiyüzlülüğünün farkında olmasına rağmen, 'bilinen tüm kimyasal silahların artık ortadan kaldırıldığını' iddia ederek kendi mükemmellik hikâyesini anlatmaya devam etmesi hayal kırıklığı yaratıyor.”
*OPCW ABD'nin bildirdiği son kimyasal silah stoğunu da imha ettiği açıklamasını yaparak 1997 yılından beri birçok kimyasalı imha ettirdiklerini açıkladı. Bunun yanında Türkiye'nin kimyasal silah iddialarını da araştırmaya yanaşmıyor. Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şubat 2021'de Gare bölgesinde Türkiye'nin başlayan işgal operasyonundan bu yana ordu savaş uçakları, insansız hava araçları ve daha sonra kimyasal silahlarla saldırılar gerçekleştiriyor. Ancak bundan kısa bir süre sonra, 7 Haziran 2023'te, OPCW bir basın açıklamasında üye devletlerde kendilerine bildirilen ve depolanan tüm kimyasal silah stoklarının imha edildiğini iddia etti. Bu arka planda, bilinen kimyasal silah stoklarını yok etmeyi başardığı ve böylece dünya çapında insanlığa yönelik önemli bir tehdidi ortadan kaldırdığı için 2013'te Nobel Barış Ödülü'nü alan bir kuruluş olarak kendilerini tebrik ediyorlar. Ama hayır, bu doğru değil. Üye devlet Türkiye hala Kürtlere karşı kimyasal silah kullanma konusunda hevesli ve bunu sürdürüyor. OPCW'nin Türkiye'nin ikiyüzlülüğünün farkında olmasına rağmen, 'bilinen tüm kimyasal silahların artık ortadan kaldırıldığını' iddia ederek kendi mükemmellik hikâyesini anlatmaya devam etmesi hayal kırıklığı yaratıyor.
“Kürtler Ortadoğu'da barış ve demokrasi açısından en büyük rolü oynayabilecek tarafı temsil etseler de, Kürt sorunu dünya siyasi gündeminde değil. Bu sivillerin imdadına kim yetişecek peki? Muhtemelen hiç kimse!”
* Bir taraftan çatışmaların olduğu bölgelerde küçük yerleşim yerleri köyler var ve siviller çatışmalarda katlediliyor veya köylerini terk etmek zorunda kalıyorlar. Sivil halka yönelik savaş suçuna uluslararası kurumlar NATO, BM, insan hakları izleme örgütleri neden sessiz?
Daha önce de belirtildiği gibi, Kürtler Ortadoğu'da barış ve demokrasi açısından en büyük rolü oynayabilecek tarafı temsil etseler de, Kürt sorunu dünya siyasi gündeminde değil. Birleşmiş Milletler, NATO gibi kuruluşlar ve çeşitli insan hakları kuruluşları yapılan tüm soruşturmalara, raporlara, incelemelere rağmen konuyu araştırmaya yüz çevirmeye devam ediyor. Sivil halk, Kürtler kurban ediliyor, köyler yok ediliyor, topraklar ve hayvanlar öldürülüyor. Ama kimsenin umurunda değil, odak tamamen başka yerde! Geçenlerde İsrail, Cenin'deki Filistin mülteci yerleşimine saldırdı, elbette korkunç ve affedilemez bir saldırıydı. Tüm dünya basını saldırıyı haber yaptı ve bu konuda görüş bildirdi. Ancak kimse, 12 bin Kürt mültecinin kapatıldığı ve Türk insansız hava araçları tarafından defalarca saldırıya uğradığını ve her defasında kampı yok etmek için bulabildikleri her şey kullandıkları Mexmûr’dan bahsetmiyor. Bu sivillerin imdadına kim yetişecek peki? Muhtemelen hiç kimse!
“KDP'nin Türkiye'nin kimyasal silah kullanımına yönelik araştırmaya dayalı soruşturmaların önüne engeller koyduğu tamamen doğru. Bu birçok yönden trajik bir tutumdur. Kürtlerin birbirine sorun çıkarmasından ve çatışmasından tek faydalanan Türkiye oluyor.”
*Devam edelim, sizde belirttiniz OPCW Irak ve Türkiye’nin başvurması olası değil. Bizzat KDP Avrupalı heyetin inceleme yapmasına izin vermedi. Peki, ulus devletler ki silahları kullananlar, siyasi çıkarları uğruna kuruluşa başvurmadığında halkı savaş suçlarından kim koruyacak?
Buna kısmen cevap verdim ancak KDP'ye gelince, Türkiye'nin kimyasal silah kullanımına yönelik araştırmaya dayalı soruşturmaların önüne engeller koydukları tamamen doğru. Burada, biyolog Nükleer Savaşları Önleme için Doktorlar Danışma Kurulu üyesi ve Birleşmiş Milletler’in önceki biyolojik silah müfettişi Jan Van Aken tarafından hazırlanan 2022 tarihli bir rapora atıfta bulunmak istiyorum. Van Aken, kendisi ve müfettiş arkadaşının soruşturma yapmak üzere Kürt Kuzey Irak'ına girdiklerinde, bölgedeki Kürt yönetimi tarafından saldırıların gerçekleştirildiği iddia edilen dağlık bölgelere gitmelerinin engellendiğini söylüyor. Bu engelleme nedeniyle OPCW'ya bir başvuru için destekleyici bulgular olarak masaya koyabilecekleri gerçek kanıtlar yerine, kendilerini olasılıklara dayandırmak zorunda kaldılar. Halihazırda toplanan belge ve videoları ve Türk ordusunun geride bıraktıklarını inceledikten sonra varabilecekleri sonuç, büyük olasılıkla kimyasal silahların kullanıldığıydı. Bu birçok yönden trajik bir tutumdur ve belki de en önemlisi Kürtlerin "kendi ayaklarına kurşun sıkarak" kendilerinin en başta sorun yaratmasıdır. Kürtlerin birbirine sorun çıkarmasından ve çatışmasından tek faydalanan Türkiye oluyor.
“Kürtler devleti ve temsili olmayan bir halktır. O zaman durumlarını ve davalarını nasıl sunabilecekler? Türkiye, PKK ve Kürtlere askeri güç, yasal ve yasadışı silahlarla saldırmak için elinden gelen her şeyi yapmakla kalmıyor, Kürtleri yok etmek için tüm siyasi kanalları da kullanıyor.”
*Sizce sözleşmenin bu hükmü, bağımsız bir insan hakları mücadelesinin yürütülmesini engelleyen bir kural değil mi?
Evet, bu düzenleme, Kimyasal Silahlar Sözleşmesi (CWC) gibi uluslararası sözleşmelerin bariz ihlallerinin, suçu işleyen taraf açısından incelemenin tartışmasız ve sonuçsuz olarak gerçekleşmesi olasılığını önlemektedir. En savunmasız kişilerin soruşturmalarını yürütmek için OPCW'ye başvurarak davalarını sunmaktan men edilmesi anlamına gelen bir düzenlemeyi sürdürmek, bence temel hakların ihlaline yönelik ciddi bir suçtur. Kürtler devleti ve temsili olmayan bir halktır. O zaman durumlarını ve davalarını nasıl sunabilecekler? Bu statüsüz konuma ve herhangi bir uluslararası tanınma olmadan yerleştirilirlerse, görünüşe göre kimsenin gerçekten umursamasına gerek yok anlamı çıkıyor. Kürtler, temsil edilmeyen uluslar içinde olan Birleşmiş Milletler bünyesinde bile temsil edilmiyor. Büyük bir halk, tahmini olarak dünya çapında en az 50 milyonluk bir nüfustan bahsediyoruz.
*Türkiye'nin Kürt sorununun çözümünde en ufak bir ilerleme kaydettiğini düşünüyor musunuz?
Hayır, şimdiye kadar Türk makamları Kürt sorununu çözmek için hiçbir şey yapmadı. Tam tersine cepheler keskinleşiyormuş gibi görünüyor. Türkiye, PKK ve Kürtlere askeri güç, yasal ve yasadışı silahlarla saldırmak için elinden gelen her şeyi yapmakla kalmıyor, Kürtleri yok etmek için tüm siyasi kanalları da kullanıyor. 1923'te Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından İsveç'in 2023'te NATO'ya üyelik başvurusuna kadar tarih boyunca Kürtleri piyon olarak ortaya koydular. Kürtler tanınmaz, boyun eğdirilen hep onlardır, "daha önemli" siyasi meseleler uğruna defalarca kurban edilen Kürtlerdir. Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğine oy vermesinin koşulu, önce İsveç'in adı geçen Kürtleri sınır dışı etmesiydi, ancak on ikinci saatte yeni bir koşul geldi; Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyeliğine ilişkin müzakereleri yeniden başlatması… Sürecin durma nedeninin çoğu, diğer şeylerin yanı sıra, bazıları özellikle ciddi olan tekrarlanan insan hakları ihlalleriydi. AB bu ve diğer konularda Türkiye'deki değişim taleplerini sürdürecek mi bilmiyoruz. Bu süreci daha yakından takip etmek ilginç olacak.
“Savaş suçlarıyla mücadele mekanizmaları yeterli olmaktan çok uzak. Ama her şey çok karanlık göründüğünde bile, Kürtlerin davası için her gün çalışan, kendi çıkarlarını ve güvenliklerini gözetmeksizin onlar için barikatlar kuran dünya çapındaki tüm kişi, kuruluş ve partileri unutmamak lazım. Bu umuttur.”
*Uluslararası kurumların savaş suçlarıyla mücadele mekanizmalarının yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? Çözüm önerileriniz nelerdir?
Savaş suçlarıyla mücadele mekanizmaları yeterli olmaktan çok uzak. Türkiye'nin hem Suriye ve Irak'taki hem de kendi sınırları içindeki Kürt hedeflerine saldırdığında, uluslararası toplum, Avrupa devletleri, NATO, büyük örgütler ve ABD tarafından tamamen rahatsız edilmeden gerçekleştirmesine izin veriliyor, bunların hiçbiri umursamıyor gibi görünüyor. Ama her şey çok karanlık göründüğünde bile, Kürtlerin davası için her gün çalışan, kendi çıkarlarını ve güvenliklerini gözetmeksizin onlar için barikatlar kuran dünya çapındaki tüm kişi, kuruluş ve partileri unutmamak lazım. Bu umuttur ve önümüzdeki tünelde ışık var. Bu kesinliğe çok değer vermeliyiz ve bugün ya da yarın eninde sonunda eve zaferi nihai olarak getirecek olan odur.