74 defa soykırıma uğramış bir halk: Êzidî kadınların soykırım hafızası -1

  • 09:03 19 Ağustos 2022
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Şengal’e, Êzidî halkına DAİŞ’in yaklaşımı farklıydı. Burada diğer yerlerdeki katliamlar gibi yapmadılar. Çocukları annelerinin gözleri önünde canlı canlı ateşe atıp, yakıyorlardı mesela. Bunun örneğini başka yerlerde kolay kolay göremezseniz, belki Hitler’in Yahudi katliamında benzer örnekler bulabilirsiniz.”
 
Jineolojî dergisi
 
Jineolojî dergisinde yer alan Êzidî kadınlarla yapılan bir söyleşiyi iki bölüm halinde yayınlıyoruz. İlk bölümünü bu hafta yayınladığımız söyleşide, 2014 yılında DAİŞ tarafından alıkonulan S.S.X. ile yapılan söyleşide soykırım sürecini ve DAİŞ şiddetini kişisel tanıklıklarıyla aktardı. Yine bu söyleşide soykırım sonrası kadınların Şengal’de hayatta kalma mücadeleleri ile örgütlenme deneyimlerini Tevgera Azadiya Jinên Êzidî (TAJE) üyesi S.D. anlatıyor. 
 
*3 Ağustos 2014 tarihinde başlayan 74. Ferman ile Êzidî halkının ve kadınlarının yaşadıklarına tüm dünya tanıklık etti. DAİŞ Şengal’e girdiğinde neredeydiniz, esir alınma sürecini ve neler yaşadığınızı kısaca bize anlatabilir misiniz?
 
S.S.X.:  Ben şu an 33 yaşındayım. Ferman yaşandığında Şengal’in Domîz köyündeydim. DAİŞ Şengal'e geldiğinde kimse kalmadı, köyümüzdeki herkes bir yana dağıldı, bir kısmı Suriye’ye bir kısmı Kürdistan bölgesine gitti. Biz de köyden çıktık. Evden çıktığımızda saat sekizdi. Lofa’ya ulaştığımızda DAİŞ’le karşılaştık. Esir alınan ilk aile bizim aile oldu. Müslüman olmayanları alıyoruz dediler, biz Müslüman değiliz dedik. Kadın ve erkekleri ayırdılar, Şengal’e götürdüler, erkekleri binanın içerisine, kadın ve çocukları bahçeye koydular. Bahçede kızların olduğu bölüme girdiler, Rojava saatiyle akşam 18.00’den sabah 06.00’ya kadar sayım yaptılar, kızlardan bazılarını seçip götürdüler. Kızları götürdükten sonra biz orda bir gece daha kaldık. Diğer gün Şengal’in içinden, Şengale bağlı Sitîl Zeynep’e (Şia Camisi) geldik. İki gün daha orada kaldık. Sonra olduğumuz yeri uçak vurdu. Uçak vurduktan sonra başka bir yere naklettiler. Bir süre orda kaldıktan sonra yine aramıza girdiler, kızları yaşlı kadınları ayırıp götürdüler, sadece 3-4 çocuklu kadınları bıraktılar geride. Orda da uçak vurdu. Oradan da Til Afer’de okul bahçesine alındık, orda da bir kısmımızı götürdüler. 3-4 gün geçti geçmedi yine aramıza girdiler, çocuksuz kadınları götürdüler. 20 gün civarı orda kaldıktan sonra gelip, “kocası ya da oğlu elimizde olan gelip söylesin, bunlardan Müslüman olmayı kabul edenleri kocalarına kavuşturacağız” dediler. Kocası olmayanları oradan çıkarıp, kuma olarak birilerine verdiler. Necad'ın babasının yerine gittik. Burada 5 ay boyunca kadın-erkek hep birlikteydik. 5 ay sonra bizi Musul’a gönderdiler. Orda da içimize girdiler, bir kısım kadın ve kızları bizden ayırdılar. Til Afer’e geri gönderdiler. 4 ay boyunca orda kaldım. O zamana kadar da erkekler ayrı yerlerde kalsa da bizimleydi. 4 ay sonra gelip erkeklerin ellerini gözlerini bağlayıp götürdüler. O gün bugündür onların nerede olduğunu bilmiyoruz. Bizi, küçük çocukları ve kızları Suriye’ye gönderdiler. 40 gün hapsedilmenin ardından her birimizi köle olarak bir eve verdiler. Evlerine hizmetçi olarak satın alıp götürdüler. Bize, 6 deftere sizi salarız dediler. “6 defteri nerden getireyim?” dedim. Orada kaldım. Sonra bir gece bizi Baxoz’a getirdiler. Sonra Baxoz’da asayişe ulaştım. Asayiş beni Mala Êzidîyan’a bıraktı. 25 gün onların yanında kaldım. Sonra Irak sınırından geçirip buraya ulaştırdılar. Eve geldim.
 
* Êzidîler tarihte pek çok katliamla karşılaştı. Êzidîlerin bu konuda derin bir bilgisi ve hafızası var. Siz daha önceki “ferman”ları yaşamamış olsanız da bu hafıza yeni kuşaklara mutlaka aktarılıyordur. Bundan yola çıkarak bu fermanla önceki fermanlar arasında bir fark var mıydı? 
 
S.S.X.: Doğrudur, önceden de çok ferman görmüş geçirmişiz ama hiçbir fermanda kadın ve çocukları esir alarak, kendi yanlarına alıp bu tarzda götürmelerine şahit olmadık. Hiçbiri bu kadar ağır olmamıştır. En ağrıma giden şey annelerin kucaklarından çocuklarını çekip almaları, gözümüzün önünde erkeklerin ellerini gözlerini bağlayıp, götürmeleriydi. Ne kadınlar konuşabildi ne erkekler konuşabildi. DAİŞ'in elinden kurtulup, Xanesor’a geldikten sonra, halkımı, akrabalarımı gördüm çok sevindim çok mutlu oldum. Ama geride kocamın diğer eşinin kızı kaldı, 9 yaşındaydı, onu kendimle getiremedim, onların elinde kaldı. DAİŞ köyümüze saldırmadan önce kocam iki kez evlenmişti. Yani bir kadına kuma olarak gitmiştim. Biz kaçırıldığımızda ve sonrasında kumamın kızı da yanımdaydı. Onu yanımda getiremedim.  Buna çok üzülüyorum. O gelemedi, “ ya o da gelseydi, ya da ben de kalsaydım keşke” diyorum. Benim çocuğum yoktu o zaman. Eve geldikten sonra çocuğum oldu, şimdi 5 aylık. Geldikten sonra, ailem çok sevindi ama eşimin kızı benimle gelmediği için üzüldüler, kızdılar. “Birlikteydiniz, niye birlikte gelmediniz” diye. Binlerce anneyi, çocuğu birbirinden ayırdılar. İnşallah bir gün o da dönecek evine. Bir gün erkekler de dönecek, kızlarımız da dönecek, buna inanıyorum.
 
* Sizce özsavunma gücünüz o zaman olsaydı, değişen bir şey olur muydu?
 
S.S.X.: Daha önce şimdiki gibi Êzidîlerin arkasında güç olsaydı ferman olmazdı. Şimdi fermandan sonra Êzidîleri destekleyenler çok. Êzidîler de kendini savunuyor. Artık ferman olsa da eskisi gibi olmaz. Êzidîler, onların dostları ayağa kalkar, izin vermez. İnşallah bir daha bir fermanla karşılaşmayız, bir daha o günleri görmeyiz. Her akşam bunun için dua ediyoruz, bir daha o günleri görmemek için.
 
*Şimdi de Tevgera Azadiya Jinên Êzidî (TAJE) üyesi S.D. ile yaşananları değerlendirmeye devam etmek istiyoruz. “Dincilik” adına Şengal üzerinde yürütülen bir katliam vardı. Fakat aynı zamanda bir direniş de vardı. Yine DAİŞ’e karşı geliştirilen direnişte Êzidî toplumundan da insanlar ve özellikle kadınlar yer aldı. Radikal dine dayanan bu fermanda çok sert bir fiziki ve kültürel kırım gerçekleşti. Özellikle kadınlar üzerinden yürütülen politikalar daha uzun yıllar etkisini gösterecek kapsamda sorunlar. Sen bir süredir o alanda TAJE adına çalışma yürütüyorsun. Bu katliamın ardından Êzidî toplumu, özellikle kadınlar yaşamlarını yeniden nasıl kurdular? 
 
S.D.: Tecrübe, gözlem ve halkın içinde yürüttüğümüz tartışmalardan, özellikle de geri dönen kadınların döndükten sonra yaşadıklarından yola çıkarak dinciliğin etkilerinin nasıl olduğunu biraz konuşabiliriz. Aslında Şengal’de yaşanan fermanda katledilenlerin sayısı Rojava ile kıyaslandığında belki çok yüksek bir sayı değildi. Rojava’da daha fazla insan katledildi. Ama Şengal’e, Êzidî halkına DAİŞ’in yaklaşımı farklıydı. Burada diğer yerlerdeki katliamlar gibi yapmadılar. Çocukları annelerinin gözleri önünde canlı canlı ateşe atıp, yakıyorlardı mesela. Bunun örneğini başka yerlerde kolay kolay göremezseniz, belki Hitler’in Yahudi katliamında benzer örnekler bulabilirsiniz. Ya da belki sizlerde duymuşsunuzdur Êzidî annelerine çocuklarının eti yedirildi zorla. Çok vahşi uygulamalara maruz kaldılar. Öte taraftan, dinciliğin kadınlar üzerinde büyük etkisi olmuş. Hem örgütler olarak bizler hem de bu esir kadınların aileleri bu anlamda zorlanıyor. Eski toplumsallık ve inanç sisteminde ciddi krizlere yol açacak durumlar açığa çıktı. İslamiyet’ten bir şekliyle etkilenenler de oldu.  DAİŞ’in yarattığı dehşet iklimi içinde İslam inancının terbiyesi korku üzerine kurulu.  Gerçekten kadınların beynini yıkadıklarını görüyoruz. Sadece çocuklar değil bazen yetişkin kadınların da dillerini unuttuklarını görüyoruz mesela. Kimi kez kendi varlığını unutma, Êzidî olduklarını inkâr etme noktasına bile varabildiğini görebildik. Çocuklar Şengal’e geldikten sonra yıllarca namaz kılmaya devam ettiler, kadınlara selam vermiyorlardı, yanlarına gelmiyorlardı. Çok küçük bir çocuk vardı mesela, senin saçın niye açık, günah diyerek yanıma gelmiyordu. Maalesef kurtarılan Êzidîlerin bir kısmında Êzidî dinini küçük görme, Şengal’den kaçma isteği, Arap kültürüne, diline özentinin ve onları taklit etmenin geliştiğini görebiliyoruz. 
 
*Peki DAİŞ’in zulmüne, kaçırılanların ailelerinin katledilmesine rağmen kimi kadınların geri dönme isteğinin nedeni nedir?
 
S. D.: DAİŞ, esir aldığı bütün kadınlara aynı yöntemlerle yaklaşmamış. Evli veya çocuğu olan kadınları köle olarak satmışlar, evli olmayan özellikle genç ve güzel kadınlara ise çok yumuşak yaklaşmışlar. DAİŞ bu kadınlara köle gibi yaklaşmamış, aksine her birinin hizmetine bir köle vermiş. Bir hanım gibi yaklaşmış, gözlerini doldurmuş. Ya zenginlikle gözlerini boyama durumu söz konusu ya da korkuyla. Korkutularak sindirilen, köle olarak satılan kadınların kendi Êzidî dinlerine dönme isteği daha güçlü. Ama korku, zulüm görmeyenlerin, evin hanımı gibi yaşayanları ise etkileme, kendi düşüncelerini kabul ettirme durumu gelişebilmiş. Burada hem kimi bu tür ayrıcalıklı kılınan kadınlar hem de kimi çocuklar üzerinde "Êzidîler kafirdir, dinleri yanlıştır. Muhammed son peygamberdir, İslam en doğru dindir" propagandasının etkili olduğunu görüyoruz.
 
*İnsan toplumsallığından koptuğu zaman savunmasız kalıp her tür etkiye açık hale geliyor. Sizce bu davranış biçiminde bunun da etkisi var mı?
 
S.D.: Her türlü saldırı yöntemini kullanmışlar. Kadınları, çocukları, kızları güzelliklerine göre, yaşlarına göre birbirinden ayırmışlar. Her birine özel bir yaklaşım geliştirmişler. Kaçırılan kadınların bu dönemde çocukları oluyor. Çocukları DAİŞ’in yanında veya geldikleri yerde kalan kadınlar, çocuklarının yanına dönmek için ya da çocuklarını getirmemiz için baskı yapıyor. Diğer taraftan Êzidî toplumunun bir gerçekliği var; DAİŞ'lilerden olan bu çocukları kabul etmiyorlar.  Bu çok zor bir durum. Bu durum, kadınların Şengal’den çıkmak istemesine sebep oluyor. Dış devletlere çıktıklarında BM ve AB gibi kurumlar destek veriyor. Sözde onların haklarını koruyor, çocuklarına kavuşmalarını sağlıyor. Bundan bir hafta önce BM devreye girdi, resmi olarak QSD’nin bu çocukları teslim etmesini, bu çocukların annelerine kavuşturulmasını istedi. Çok ince bir siyaset söz konusu burada.