Distopya ve ütopya arasında pandemik tartışmalar

  • 09:10 23 Şubat 2024
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
 
 
“Kapitalist sermayenin her çağın başlangıcında yaşamı ve toplumu dizayn etme politikası sağlık alanında da salgınlar yoluyla oluyor. Virüs ile beraber bu dizayn sağlık temelinde tüm yaşamı etkileyen bir norma dönüştü.”
 
Nagihan Akarsel
 
Pandemi sürecinin geçici olduğuna inanmak isteyen insan sözün, bilimin, rasyonel düşünce tarzının ve tahlillerinin yeterli olmadığını gördü, yaşadı. Bir yandan uygarlığın yıkılmaya başladığını belirten teoriler diğer yandan medeniyetin sadece felç olduğunu belirten görüşler öne sürüldü. Virüsün kaynağına ilişkin bilimsel düşünceden uzaklaşma, aşırı kentleşme, doğadan uzaklaşma, laboratuvar üretimi başta olmak üzere çokça görüş dile getirildi. Bütün bunlar gelecek hakkındaki tahayyüllerimizi de etkiledi. Giorge Agamben, Slovaj Zizek, Tithi Bhattacharya, Yan Lianke, Byung Chul Han başta olmak üzere birçok filozof değerlendirmelerde bulundu. Yan Lianke hatırlamanın önemine değinerek; “Geçmişte ve günümüzde bireyler, aileler, toplumlar, çağlar ya da ülkeler neden trajediler ve felaketlerle karşı karşıya kaldı? Ayrıca tarihteki felaketlerin bedeli neden on binlerce sıradan insan hayatıyla ödendi? Bilmediğimiz ya da sorgulamadığımız (ve uysallıkla dinlediğimiz) sayısız unsur arasından biri öne çıkıyor: Biz insanlar (ırk olarak hepimiz, karıncaya benzer önemsizliğimizle) unutkan canlılarız” dedi. (Yan Lianke, “Koronavirüsten sonra ne olacak?”, Vesaire)
 
Yüzyıllar önce gelişen salgınları unuttuğumuz hatta 18 yıl önceki SARS salgını ile Covid-19 salgını aynı olduğu halde hatırlamadığımız ve dolayısıyla hesap sormadığımız için aynı “ölüm oyunu”nu yaşadığımızı belirtti.
 
Oysa “Her çağın nevi şahsına münhasır hastalıkları vardı.” (Byung-Chul Han, Yorgunluk Populum) ve bu salgınların belleği vardı. M.Ö 430’da Atina’da görülen ve Atina halkının yüzde otuzunu öldüren Atina vebası, M.S 541’de Doğu Roma’da görülen Jüstinyen Vebası buna örnek olarak verilebilir.  Diğer yandan 1346-1353 yılları arasında ortaya çıkan ve 18. yüzyıla kadar tüm dünyada yüz milyon insanın ölümüne neden olan Kara Veba, yüz bin insanın ölümüne neden olan Büyük Londra Vebası (1665-1666), 16. yüzyılda Kuzey Hindistan’da ortaya çıkan koleranın 6 büyük pandemi olarak dünyada ne kadar kırıma neden olduğu biliniyor. 20. yüzyılda görülen İspanya Gribi ile Mart 2020’den bu yana gündemimizde olan Covid-19’da bunun bir sonucu. 
 
Salgın ve nüfus politikaları 
 
Ve bu salgınların nüfus politikaları başta olmak üzere halk sağlığı, çevre sorunları, etik estetik sorunlar, iktidar ve sermayenin azami kâr kanunu ve bu eksende gelişen politikaları ile bağlantısı vardı. Dolayısıyla 21. yüzyılın başında baş gösteren Covid-19 salgınını ele alırken bunların farkında olmak önemlidir. Zira iktidar en çok belleksizlikten beslenir. Kapitalist sermayenin her çağın başlangıcında yaşamı ve toplumu dizayn etme politikası sağlık alanında da salgınlar yoluyla oluyor. Virüs ile beraber bu dizayn sağlık temelinde tüm yaşamı etkileyen bir norma dönüştü. Milenyumun tam da başında gündemimize giren SARS virüsü başta olmak üzere yakın ve uzak tarihte gündemimize giren salgınları hatırlamak ve bunlarla baş etme yöntemlerine odaklanmak en başta dikkat etmemiz gereken yöntem oluyor. 
 
Bu dönemde ayrıca küresel neo-liberalizmi sorgulama, küreselciliği baş sorumlu olarak görme gelişti. Giorgio Agamben, “Bir Salgının İcadı”, “Öğrencilere Ağıt” ve “Yüz ve Ölüm” makalelerinde virüsün bir istisna hali olduğunu ve bu halin normal bir yönetim paradigması olarak bilinçli kullanıldığını ifade etti. Bu istisna halinin gerçek bir militarizm ve kolektif panik hali yarattığını belirtti. Terörizmin bahane olarak kullanılamadığı durumlarda salgınların icat edildiğini vurguladı. 
 
Radikal bir değişim gerekli 
 
Slavoj Zizek, salgını şimdiye kadar yaşayageldiğimiz haliyle devam edemeyeceğimizi ve radikal değişimin gerekli olduğunu gösteren bir işaret olarak değerlendirdi. Herkesin aynı gemide olduğunu belirten Zizek, kuraklık, sıcak hava dalgaları, iklim krizi gibi durumların da yaşandığını ifade ederek bu tür durumlarda paniğe kapılmadan küresel koordinasyon oluşturmanın önemini belirtti. Komünizmin ulus devlet egemenliğini kısıtlayabilecek küresel bir organizasyon türü olarak bu dönemden çıkışın temel gücü olduğunu anlattı. Will Hutton da benzer şekilde, “Şimdi, krizlere ve salgınlara yatkın, her tür düzenlemeden azade serbest piyasa küreselleşmesi kesinlikle ölmekte. Ama karşılıklı birbirimize bağımlı olduğumuzu, kanıtlara dayanan kolektif eylemin önceliğini kabul eden başka bir küreselleşme biçimi doğmakta” dedi. 
 
‘Virüs kapitalizmi yenemeyecek’
 
Virüs ile beraber oluşan panik durumunu ölçüsüz olarak değerlendiren Güney Koreli Byung- Chul Han ise bu tepkinin dijitalleşmeyle alakalı gösterildiğini ifade ederek, “Gerçeklik, direnç, düşman kendini virüs kılığında yeniden gösteriyor. Virüse gösterilen bu şiddetli ve abartılı panik reaksiyonu gerçekliğin sebep olduğu bu karmaşa üzerinden açıklanıyor” diyordu. Zizek’in virüsün kapitalizme ölümcül bir darbe indirdiği ve gizli kalmış bir komünizmi uyandırdığı düşüncesine katılmayan Han, “Bunların hiçbiri gerçekleşmeyecek. Çin artık dijital polis devletini pandemiye karşı başarılı bir model olarak satabilecek. Üstelik sisteminin üstünlüğünü daha da gururla gösterecek ve pandemiden sonra, kapitalizm daha da güçlü bir şekilde devam edecek” diyerek virüsün kapitalizmi yenemeyeceğini söylüyordu. 
 
Dijital gözetim
 
Bu dönemin distopyası kapitalist ekonomiyi yeniden başlatacak tekno-totaliter bir sistem olurken, ütopyası da fayda üstüne kurulu moleküler bir toplum modeli oldu. Çin başta olmak üzere Asya’nın bazı ülkelerinde yaşanan dijital gözetim rejimi tekno-totaliter bir sistemin ilk denemeleri olarak nitelendirildi. Tekno-totaliter sistem teknoloji ile sağlamlaştırılan ve mutlak itaati gerekli kılan devlet iktidarıydı. 
Bu dönemin ütopyası da fayda üstüne kurulu moleküler toplum modeli oldu. Toplumsal dayanışma ve bilimsel zeka ile küresel karantinadan kurtulmanın imkanları araştırılırken, neye ihtiyacımız olduğu, neyin üretiminin faydalı olduğu başlıca gündemlerdendi. Birikim ve ekonomik büyüme baskılarının olmadığı bir toplumsal şekillenme mümkün mü tartışmaları yapıldı. Kapitalizmin dayattığı tekno-totaliter denetim sistemine karşı üretim ilişkilerini yeniden düzenlemenin gereği açığa çıktı. Bu üretim ilişkilerinde faydalı olanın üretimi ve kullanım değerinin esas alınması tartışılan temel noktalardan biri oldu.  
 
Krizlerle başa çıkabilmek
 
Piyasanın ihtiyaçları yerine insan odaklı bir toplumun nasıl olabileceği üzerine çalışan Tithi Bhattacharya, toplumsal yeniden üretimi, yaşamın idame ettirilmesini ve yeni kuşaklara aktarılmasını sağlamak için gereken faaliyetler ve kurumlar olarak tanımlayarak bunları “yaşamı yaratan” faaliyetler olarak adlandırdı. (Tithi Bhattacharya ve Sarah Jaffe, “Toplumsal Yeniden ;Üretim ve Salgın”, Terrabayt,) Koronavirüs krizi ile birlikte bakım işi ve yaşamı yaratan işlerin toplumun işi olduğunun netleştiğini ifade eden Bhattacharya’nın “İhtiyacımız olan şey ise küresel olarak karşılıklı birbirimize bağımlı oluşumuzu ciddiye alan ve uluslararası ilişkilerin genelde temelini oluşturan eril gerçekçiliğe karşı duran geniş çaplı bir bakım politikası” önerisiyle toplumların pandemi gibi krizlerle başa çıkabilmesinin önemli koşullarından birine işaret etti. 
 
*Yazının devamı “Analizler Alternatif Üretemedi” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
 
*Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Pandemi” özel sayısından kısaltılarak alınmıştır.