Mücadelenin ‘aydınlığında’ özgürlüğe açılan kapı

  • 09:04 14 Ağustos 2022
  • Kadının Kaleminden
 
Dicle Müftüoğlu
 
HABER MERKEZİ - 19 yaşında bir fidan iken hapsedilerek kurutulmak istenen bir kadın, mücadelesi, direnişiyle bir çınar gibi belirdi demir kapının önünde. Onun duruşu, içeride ve dışarıda özgürlüğe sevdalı herkesin yüreğini aydınlattı.  
 
10 Ağustos akşamı özgür basın sayfalarında ve sanal medya hesaplarında bir görüntü yaygınlaşmaya başladı. Paylaşımların her birine baktım, her birini defalarca kez izledim. Görüntüye dokundum, içine girmeye çalıştım, gözlerim doldu, kadın bir gazeteci olarak böylesi bir güne tanıklık edemediğime üzüldüm. Benzer durumu özgürlükleri çalınan diğer tüm tutuklular için hissettim, ama çok bildiğimiz, okuduğumuz biri olunca bir başka hevesle izledim o anı. Görüntüyü paylaşan her bir kişiye ve orada karşılayan ekibe baktıkça büyük bir heyecana tanıklık ettim. Her birinin sanki göğüs kafeslerinde bir kuş çırpınıyor ve açılan bir demir kapıyla gökyüzüne doğru fırlıyor. Görüntüler, hapsedilmekle öldürülmek istenen özgürlük tutkusunun nasıl da direnişle ayakta kaldığını bir kez daha gösteriyor dünyaya. Egemen zihniyet hapsetmekle kalmıyor, sürgünlere gönderiyor, tecrit ediyor, yaşamdan kopartacak her şeyi yapıyor. 
 
Hapsedilemeyen mücadele
 
Mizgin Ronak ise 30 yıl boyunca tıpkı diğer özgürlük mahkûmları gibi bir mücadelenin hapsedilemeyeceğini pratiğiyle ortaya koyuyor. Kürtlerin mücadelesinin ateş olduğunu bilerek atlıyor içine. Bir kelebek gibi kanat çırpıyor bu ateşin içinde. Ateş onu küle çevirmiyor. Ateşle buluşuyor, hemhal oluyor, kendini buluyor, kendi mücadelesini yaratıyor bir örgütlülük içinde. Genç yaşta bir katliama yakılan ağıtta kendini buluyor, mücadele ediyor, dört duvar arasına konuluyor. Mizgin, bu karanlığa hapsolmuyor, kalemiyle bir sarmaşık olup duvarları aşıyor. Bu sarmaşık elden ele dolaşan bir kitaba dönüyor. Söylüyor, yazıyor, eylemlerle direniyor, teslim olmuyor karanlığa. Kelimeleriyle mücadele ediyor, cezaevinin ona getirdiği hastalıklarla mücadele ediyor ama yılmıyor… Yaşar Kemal’in dediği gibi “Demir olsam çürürdüm toprak oldum da dayandım” dercesine bu işkenceye karşı duruyor.
 
30 yılın ardından kapılar aralanıyor ve tüm her şeye rağmen dimdik çıkıyor Gebze Cezaevi’nden. 
 
Çiçeğin, baharın kokusu
 
Zılgıtlarla, çiçeklerle karşılanıyor Mizgin Ronak. 30 yılın ardından ilk kez çiçek kokusu duyuyor, sevdiklerine ve çeyrek asrı aşkındır görmediği bir kalabalığa bakıyor, tek tek sarılıyor. Jinnews’e verdiği röportajda da en çok mevsimlerin kokusunu özlediğini dile getiriyor. Şimdi onunla birlikte yakınları ve mücadele arkadaşları için mevsimler daha güzel kokacak o da biliyor sevdikleri de. Bahar daha bir anlamlı gelecek, kışın sertliği, karın soğuğu daha az etkileyecek, baharın sonunda yapraklar rızayla dökülecek, karışacak toprağa. 
 
Ondan yaşça büyük olduğu görülen bir kadın elini öpmeye çalışıyor. Yıllarca tutsaklığa rağmen dindirilemeyen mücadele azminin verdiği yücelik önünde eğliyor ve o eli öpmek istiyor. Mücadelesinden koparmak adına onu hapsetseler de bu mücadeledeki dik duruşu onu yüceltiyor.
 
Direniş haliyle vedalaşmak
 
Yıllarını geçirdiği cezaevinden Kürtlerin ulusal marşı Ey Raqîp’i okuyarak çıkıyor dışarıya. Onu hapsedenlere bir ağıtla tanıdığı mücadelenin nasıl da içinde büyüdüğünü bir kez daha haykırıyor. Yıllardır içeride birlikte mücadele ettiği arkadaşlarıyla da böyle bir direniş haliyle vedalaşıyor. 
 
Özgürlüğün toplumsallığı
 
Kırılmak istenen bu dal bir köklü çınar gibi çıkıyor demir kapının ardından. Özgürlük mücadelesini selamlıyor. Sırtını dayadığı kapıda konuşuyor ve 30 yıl sonra gelen bu özgürlüğü, direnişlerde yaşamlarını yitirenlere adıyor ve “Tek bir kişi bile içerideyse o özgürlük, özgürlük değildir” diyor. Özgürlüğün aslında nasıl da toplumsal olduğunu vurguluyor. Egemenler, direnen her bir dalı kırma, kıramıyorsa hapsetme anlayışını esas alıyor. Hapsetmenin kişilerden öte bir özgürlük umudunu hapsetmek olduğunu herkesin malumu. 
 
Çifte standart
 
Bir nevi cezaevleri de egemenlerin halka, kendinden farklı düşünenlere yaklaşımının aynasına dönüşüyor. Tam da burada bir kez daha tıpkı Mizgin Ronak gibi cezaevinde hastalanan Aysel Tuğluk ve ona yönelik düşmanca politikayı hatırlamak gerekiyor. Söz konusu Kürt ve kadın olunca hapsetmenin gerekçesinin aranmadığı, tahliyesine dair tüm yolların kapatıldığı görülüyor. Halka karşı darbe suçu işleyen Çevik Bir aynı hastalık nedeniyle serbest bırakılıyor. Ancak sadece siyaset yaptığı için yargılanan Kürt bir kadına işkence uygulanıyor. 
 
Tüm olumsuzluklara rağmen Kürtler, kadınlar direniyor. İçerideki ve dışarıdaki mücadele birleşince kırılmak istenen tüm dallar daha fazla kök salıyor, yeni filizler büyütüyor bu topraklarda. Sonra Mizgin oluyor bir müjde gibi aydınlatıyor içeride, dışarıda, dağlarda mücadele edenleri.