Her kadın doğası gereği özgürlük eğilimi taşır

  • 09:11 5 Mart 2024
  • Kadının Kaleminden
 
 
“Toplumsal özgürleşmenin en büyük koşullarından biri de kadın özgürlüğüdür ve her kadın doğası gereği, içerisinde özgürlük eğilimi taşır. Toplumsal gelişme ile kadın özgürlüğünün paralel ilerleyişi bu noktada inkar edilemez bir gerçeklik olarak kendini göstermektedir. İktidarın, tarihten bugüne en büyük korkusunun “kadın” olması da bu gerçeklikten dolayıdır.”
 
Arjin Yüksekbağ
 
Şiddetin sistematik olarak ortaya çıkıp yaygınlaştığı tarihsel dönem ile devletli uygarlığın ortaya çıktığı tarihsel dönemin aynı olması bir tesadüf değildir elbette. Devlet ve şiddet birbirini yeniden üreten bileşik iki yapıdır diyebiliriz. Şiddet dediğimiz şey ise salt fiziki bir saldırı değildir. Bir devlet ve erkek icadı olarak şiddet, günümüzde sadece bedene değil, bütün bir hayata ve hayatın değerler sistemine yönelen çoklu bir karakter sergilemektedir. Devletin bizzat kendisi de ilk saldırıyı düşüncede başlatıp, kendisini yegane düzen koyucu ve koruyucusu olarak göstererek en büyük tarihi yalanı başlatmıştır. Kadınların yüzyıllardır maruz kaldığı şiddet kendini hukuk, aile, sokak, eğitim başta olmak üzere bütün toplumsal alanlarda yeniden üretmektedir.
 
Devlet yapısının özünde şiddet vardır
 
Bir karabasan gibi hayatlarımıza çöken devlet, toplumun boş bıraktığı bütün yaşamsal alanları kendisi doldurmakta ve bir rejim inşa etmektedir. Politik ve ahlaki olarak kendini savunamaz hale getirilen toplum, maruz kaldığı şiddet eylemlerinde bu kez devletin kurumlarına bel bağlamak zorunda bırakılmıştır. Toplumsal ahlaki kuralların yerini yasalar, maddeler gibi “hukuk” denilen yazılı kurallar almıştır. Gelinen aşamada aslında topluma rağmen oluşan yapılar bütünü içerisinde, hak ve adalet arama gibi bir aşamaya gelinmiştir. Tüm bunların kabulü de başka bir adaletsizliği doğurmaktadır. Çünkü devlet, şiddet ve suç olmadan ayakta kalamayacağını çok iyi bilmektedir ve özünde de bu vardır.
 
Adalet iddiasından adaletsizliğe giden yol
 
İktidara ilk geldiği günlerde eşitlik, hak, hukuk, adalet ve özgürlükler gibi değerleri dolaşıma sokan AKP iktidarı, toplumun yüzlerce sorunun çözümünün ancak büyük bir toplumsal dönüşümle ve sistem değişimiyle mümkün olabileceğini anladıkça daha otoriter, daha erkek, katı bir karaktere bürünerek kendini yaşatmaya çalışmaktadır. Faşizm kurumsallaştıkça kadın örgütleri de dahil toplumun bütün muhalefet dinamiklerine karşı yoğun saldırı ve tasfiye girişimleri devreye konmuştur. İktidarın en büyük korkusu, onları ifşa edecek gücü ve örgütlülüğü olan kesimlerdir. Bu nedenle de saldırının en fazla yoğunlaştığı alanların başında kadınlar ve kadın örgütleri gelecektir. Bu yönüyle kadın örgütlerine karşı geliştirilen saldırı ve her gün medyadan topluma enjekte edilen cinsiyetçi söylem ile her yıl artan kadın katliamı arasında doğrudan bir ilişki vardır. 
 
En büyük korku kadın özgürlüğü
 
Toplumsal özgürleşmenin en büyük koşullarından biri de kadın özgürlüğüdür ve her kadın doğası gereği, içerisinde özgürlük eğilimi taşır. Toplumsal gelişme ile kadın özgürlüğünün paralel ilerleyişi bu noktada inkar edilemez bir gerçeklik olarak kendini göstermektedir. İktidarın, tarihten bugüne en büyük korkusunun “kadın” olması da bu gerçeklikten dolayıdır. Bu hakikati iyi bilen erkek egemen sistem, zindanlardan sokaklara, evlerden fabrikalara kadar her yeri kadınlar için bir cehenneme çevirmiştir. Kadın katillerinin mahkemelerde iki milliyetçi söylem ve kravatlı şık bir görüntü ile işin içinden sıyrılabildiği bir düzende hukuk şiddeti engelleyen değil bizzat şiddeti doğuran bir mekanizmaya dönüşmüştür. İyi hal indirimini uygulayan mahkemeler yeni kadın kırımına yeşil ışık yakarken, bu durum da bütün egemenlerin ve araçlarının bu oyunun içinde olduğunu göstermektedir.
 
Şiddet her yerde!
 
Kadın düşmanlığı ve kadına karşı tutumları toplumun her nezdinde, ülkenin her şehrinde, sokak ve evlerde kendini hissettirirken, bu gerçekliği anlamamak imkansız hale gelmiştir. Zindanlarda, sokaklarda, okullarda aklımıza gelecek her yerde kadına yönelik büyük bir şiddet uygulanmaktadır. Devlet ve iktidar zihniyetinin bizzat kendisi bunu yapmaktadır. Eşini, sevgilisini, kardeşini veyahut hiç tanımadığı bir kadını katledebilme, saldırabilme cesaretini bulan bir erkeğin sırtını dayadığı, güç aldığı yer de aynı akla hizmet eden iktidardır. “Bir iki güzel söz söylerim, kravat takarım, pişmanım derim ve az ceza ile yırtarım” algısını erkeklerde oluşturan da bu iktidardır. Bugün her afette, her toplumsal olayda, hatada kameraların karşısına geçerek ajite yapan, bir iki söz ile sıyrılmaya çalışan da bu iktidar değil midir? Ama aynı zaman da “Bir kereden bir şey olmaz” diyen de yine bu iktidar değil midir? Tecavüz, taciz, katliamların artması; toplumsal değerlerin, ahlakın aşındığı ve sapmanın bunun yerini aldığının göstergesidir. Türkiye toplumuna dayatılan da budur, bunun teşvikidir.
 
Kazanan, direnenler olacak…
 
Sonuç olarak; kendi öz örgütlülüğümüzü ve savunma alanlarımızı boş bıraktığımız sürece, her gün “Kadın katilleri neden yargılanmıyor”, “Hukuk ve adalet nerede” diye sormaya devam edeceğiz. Faşizm güçlendikçe kitleler sisteme duymaları gereken öfkelerini en kırılgan gruplara yöneltirler. Bu grupların başında da göçmenler, emekçiler ve kadınlar gelmektedir. AKP-MHP iktidarının kadınlara ve kadın kazanımlarına karşı bu öfkesinin temelinde toplumsal özgürleşme tahayyülünün kadın eliyle gerçekleşeceği gerçeği yatmaktadır. Fakat aynı zamanda şunu da unutmamak gerekir; şiddet sadece kendinden göreli de olsa zayıf olana uygulanmaz; aynı zamanda kendinden korkulan topluluklara da uygulanır. Erkek egemen sistemin büyük korkusu aynı zamanda çaresizliğinden kaynaklanmaktadır. Büyük kadın kırımına ve hayatın her alanına yayılmaya çalışılan cinsiyetçi söylem ve pratiklere rağmen kadının özgürlük ve eşitlik mücadelesi günbegün büyümeye devam edecektir. Çünkü günün sonunda kazanan direnenler olacaktır.
 
8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun…