Kadınsız kadını, Kürtsüz Kürt’ü tartışma geleneği…

  • 09:17 26 Eylül 2021
  • Medya Kritik
Gülşen Koçuk
 
HABER MERKEZİ - Dönemin siyasi ruhuna göre şekil alan, “konuşulması gerekenlerin, konuşulmaması gerekenlerin” talimatlarla belirlendiği ana akım medya, “muhatapsız” şekilde kadınları, Kürtleri ekranlara taşıma konusunda oldukça tecrübeli… Son günlerde de yine Kürtsüz “Kürt meselesi” tartışmalarına bakakalıyoruz.
 
Sistematik ve kesintisiz olarak neredeyse 6 yıldır ana akım medyanın adeta yok saydığı, görmemekte direttiği Kürt meselesi, ne olduysa, bir anda tüm havuz medyasının pek çok yayın organında konuşulur hale geldi. Ve ne hikmetse erken seçim tartışmalarının siyasetin birçok kanadında gündeme alınması ile meseleyi ana akım da işlemek zorunda kaldı. Ancak HDP’siz ve Kürtsüz.
 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun lütfederek “HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz” şeklindeki söylemlerine HDP Milletvekili Sezai Temelli’nin “çözümün tek muhatabının HDP olmadığı, asıl muhatabının İmralı olduğu yönündeki -havuz medyanın deyimiyle- “skandal, korkunç” söylemleri, -yine havuz medyanın deyimiyle- gündeme “bomba gibi” düştü. Öyle ki, “çözümün adresi olarak İmralı’nın gösterilmesi” ilk kez ifade ediliyormuş gibi herkes bi’ şokta. Sanki daha önce hiçbir siyasetçi İmralı’yı işaret etmemiş gibi, bu mesele hiç konuşulmamış gibi, Sezai Temelli hiç söylenmemiş, söylenemeyecek sözleri ağzına almış gibi.
 
Çözümün fragmanı
 
Türkiye, 2013-2015 yılları arasında İmralı ile sağlanan görüşmeler sayesinde demokratik-barışçıl bir sistemin fragmanını yaşadı. Belki yıllardır hiç konuşulmadığı kadar konuşuldu Kürt sorunu. Hangi haber sitesini tıklasanız, hangi kanalı açsanız Kürt sorunu ve çözüm yolları konuşulur oldu. Ama onaylayan, ama onaylamayan. Hem de BDP’lilerin, HDP’lilerin de dahil olduğu zeminlerde bu mesele kamuoyu önünde tartışıldı. Medyadaki görünürlüğün artmasıyla da toplumsal bir sorun olarak Kürt sorunu neredeyse her kesimin dert edindiği bir gündem oldu. Ana akımda, en azından son 20 yılda Kürtlerin bu kadar konuşulduğu, Kürt siyasetinin kendini ifade edebildiği bu kadar geniş bir zeminin olduğu başka bir süreç yaşanmadı belki. Çünkü siyasi atmosferin medyaya yansıması açık şekilde görüldü.
 
Medyanın U dönüşü
 
Ve 6-8 Ekim 2014 Kobanê eylemlerinin ardından 30 Ekim’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan savaş kararı ve 2015 seçimleri öncesi müzakere atmosferinin AKP’ye oy kaybettirdiği görüşü ile yeni bir döneme giriş yapılmış oldu. İşte bu karar, havuz medyada da yayın politikası değişikliğini getirdi. Aslında “değişim” demek de pek doğru sayılmaz. Zira havuz, 2013 öncesinde de devlet söyleminden bağımsız bir kelam dahi edemezdi, etmedi. Bu “değişime” direnen gazeteciler ise kimi “gazetelerde” adeta “tetikçilik” yapılan köşe yazıları ile hedef alınarak, işlerinden edilmişti. Tabi bunun örnekleri, öncesinde de mevcuttu. 
 
Sen neymişsin HDP(!)
 
90’ların ruhuna rahmet okutan bu süreçte katliamlar, saldırılar, siyasi soykırım operasyonları gündemin değişmez unsurları oldu. Müzakereden, çözümden yana kim varsa bir bir hedef alındı. Medyanın görevi ise “devletin-hükümetin, ülkenin bütünlüğüne kast eden kimseye göz açtırmadığını” bangır bangır vermek oldu. Tabi “çıbanın başı”, şaşırılmayacak şekilde HDP idi. HDP’nin “tüm kötülüklerin, kaosun, çatışmaların, uçanın, kaçanın müsebbibi olduğunu” ana akım medyadan öğrendik. Ana akım, bize daha neler neler öğretti…
 
‘Ben de vurayım HDP’ye’
 
Neredeyse 6 yıldır, HDP’siz, Kürtsüz programlarda HDP’yi Kürt’ü tartışmayı kendine alışkanlık edinmiş havuz medyası, Kürt siyasetine “sayıp söven”, “Ben de vurayım” diyen kim varsa mikrofon uzatmaktan, programında konuşturmaktan da geri durmadı. Her “fırsatı” kollamayı kendine görev bildi. Şimdi de bunun devamını izler gibiyiz. Adı “tarafsız” olan programlarında dahi taraflılığı dibine kadar yaşatan havuz medyası, yine siyasi gelişmelere göre şekil alma ve şekil verme geleneğini sürdürüyor.
 
Kadınsız, Kürtsüz medya…
 
İstanbul Sözleşmesi’ni, erkek-devlet şiddetini “kadınsız” konuşan medya, Kürt meselesini, HDP meselesini de onlarsız konuşuyor. Ancak bu bir tercih değil, onlar için yayın politikası gereği bir zorunluluk. Abdullah Öcalan’ın adının dahi anılmaması da bu zorunlulukların başında geliyor. Kadın örgütlerinin, somut olarak yaşanan şiddet sarmalının sorumlusunun “erkek-devlet” olduğunu söyleyeceklerini bildikleri için; HDP’yi, iktidara yandaş olmayan Kürt kişiliğinin krizli sürecin, kaosun, savaşın sorumlusu olarak AKP-MHP iktidarını göstereceğini bildikleri için iki kesime de havuz kanallarında yer yok. Kadınlar ve Kürtler havuzun-iktidarın kırmızı çizgisi!
 
Muhalif gazeteciyi muhatap alan da hedef!
 
Şimdi buradan, şu eleştiri yapılabilir: Kürt medyası da iktidar yanlısı söylemlere yer vermiyor. Ancak arada bir fark var. Kürt medyası-özgür basın geleneği bunu yayın politikası olarak uygulamıyor. İktidar, Kürt medyasına, muhalif basına konuş(a)madığı için onların söylemlerine yer vermeme pratiği açığa çıkıyor. İktidar ve yandaşları çok iyi biliyor ki, özgür basın gerçekleri cesurca yazabildiği, çekebildiği için hedef. Bu nedenle amasız, fakatsız gazetecilik yapan kurumlara sözünü söyleyen de hedef. Hatta buradan “muhataplık” konusuna atıfta bulunursak, muhalif gazetecileri muhatap alan da hedef.
 
Objektifler direnenlere dönerse…
 
Böylesi, dezenformasyonun ana aracı olarak kullanılan tüm dijital medya organlarına karşı hala özgür basın geleneğini, gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için onurlu gazeteciliğin mücadelesini sürdüren basın kuruluşları, emekçileri var. Toplumun, hala tükenmeyen umudunun sebebi de belki objektifini direnenlere çevirenlerdir…
 

Etiketler:

Okumadan geçme!