Medya manipülasyonun parçası mı?

  • 09:05 16 Mart 2025
  • Medya Kritik
Elfazi Toral
 
HABER MERKEZİ – İktidarın şiddet politikaları dijital medya aracılığıyla derinleşirken, hedef gösterme, manipülasyon ve nefret söylemi normalleşiyor. Hayvan haklarını savunanlar sistematik olarak linç ediliyor, Ülker Güleryüz’ün şüpheli ölümü bu karanlık tablonun en çarpıcı örneği olarak karşımıza çıkıyor. Peki, medya bu linç kültürünün neresinde duruyor? Hakikatin yanında mı, yoksa manipülasyonun bir parçası mı?
 
Dijital medya, başlangıçta bireylerin sesini duyurabildiği, hak ihlallerini ifşa edebildiği bir alan olarak görülüyordu. Ancak zamanla, iktidarların ve medya tekellerinin yönlendirdiği bir araca dönüştü. Sosyal medya platformları, haber ve bilgi akışını hızlandırırken, aynı zamanda hedef gösterme ve itibarsızlaştırma operasyonları için bir zemin oluşturdu. Manipüle edilen içerikler, kitlelerin duygusal reflekslerini harekete geçirerek bireyleri ve grupları hedef hâline getiriyor. Bugün iktidar yanlısı medya, yalnızca haber üretmekle kalmıyor; aynı zamanda belirli kesimleri ötekileştirerek toplumsal tahammülsüzlüğü besliyor. Dijital medya, böylece, yalnızca bir bilgi paylaşım platformu olmaktan çıkıp sistematik linçlerin bir parçası hâline geliyor.
 
Hayvan ‘uyutma’ yasasının medya eliyle meşrulaştırılması
 
AKP iktidarı, sokak hayvanlarının toplu şekilde öldürülmesini “uyutma” adı altında sunarak, bu uygulamayı meşrulaştırmaya çalıştı. İktidara yakın medya kuruluşları, yasa tasarısının altyapısını hazırlarken dijital platformlarda "Başıboş sokak köpekleri çocuklara saldırdı" gibi haberleri dolaşıma sokarak kamuoyu algısını yönlendirdi.
 
Bu süreçte, hayvan haklarını savunan bireyler ve aktivistler hedef tahtasına konuldu. Dijital medyada başlayan linç kampanyaları, fiziksel şiddete varan sonuçlar doğurdu. 30 Temmuz 2024'te Meclis’ten geçen ve 2 Ağustos’ta Resmî Gazete’de yayımlanan bu yasa, sadece hayvanları değil, onları korumaya çalışan insanları da tehdit altına aldı.
 
Bir yaşam savunucusunun şüpheli ölümü
 
Hayvan haklarını savunan yurttaşlar, sadece dijital medya linçine uğramıyor, fiziksel saldırılarla da karşı karşıya kalıyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, 18 Şubat’ta Ankara’nın Altındağ ilçesinde yaşandı. Olayın üzerinden zaman geçti, hatta unutuldu, değişen gündemler arasında. Ama hatırlama, unutmama, unutturmama sorumluluğumuz var. 
 
Evet neydi olay, bir hatırlayalım. 82 yaşındaki Ülker Güleryüz, belediye ekiplerinin sokak hayvanlarını toplamasına direnmiş, bu anlar cep telefonuyla kaydedilerek dijital medyada paylaşılmıştı. Aynı günün akşamında ise Ülker Güleryüz’ün yaşadığı evde yangın çıktı ve kendisi hayatını kaybetti.
 
Komşularının ifadelerine göre, Ülker Güleryüz soba kullanmıyordu ve yangın çıkmasından korktuğu için çay içmeye bile komşularına gidiyordu. Ancak medya kuruluşları yangının sebebini "elektrikli soba arızası" olarak duyurdu. Mahalle sakinlerinin kundaklama ihtimalini gündeme getirmesiyle olay daha da şüpheli bir hâl aldı.
 
Neden hedef alındı?
 
Burada kritik soru şu: Ülker Güleryüz neden hedef alındı? Onu kim, neden ölümle burun buruna getirdi? Dijital medya, yalnızca olayın teknik detaylarına odaklanarak bu soruların üzerini mi örtmeye çalışıyor?
 
Medyanın kör noktası: Linç kültürünü kim besliyor?
 
Bu olay, medya kuruluşlarının habercilik reflekslerini ve etik sorumluluklarını sorgulamayı gerektiriyor. Hemen hemen tüm medya organları olayı aynı şekilde aktardı: Yangın “elektrikli sobadan” çıktı. Ancak komşuların beyanları, dijital medyada yürütülen linç kampanyaları ve hayvan haklarını savunan bireylerin sistematik olarak hedef alınması, olayın bir başka boyutunu gözler önüne seriyor.
 
Bazı basın yayın organlarında olayın yansımaları
 
Hürriyet gazetesi, Ülker Güleryüz'ün belediye ekipleriyle yaşadığı gerginliği ve sonrasında meydana gelen yangını haberleştirirken, mahalle sakinlerinin kundaklama şüphesi taşıdığına dikkat çekti. Euronews Türkçe, Ülker Güleryüz’ün sokak hayvanlarına sahip çıktığı için dijital medyada hedef gösterildiğini ve aynı gün evinde çıkan yangında yaşamını yitirdiğini aktardı.
 
BirGün gazetesi, Ankara Barosu Hayvan Hakları Merkezi Başkanı Tuğba Gürsoy’un, olayın cinayet olarak değerlendirilmesi talebiyle adli makamlara dilekçe verdiklerini belirttiği açıklamasına yer verdi. Evrensel gazetesi ise yangının çıkış sebebi olarak elektrikli soba arızasının yanı sıra kundaklama ihtimalinin de soruşturulduğunu ve Ülker Güleryüz’ün dijital medyada hedef gösterildiğini yazdı.
 
Cumhuriyet gazetesi, Ankara Barosu’nun soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunduğunu ve yangının çıkış sebebiyle ilgili farklı görüşlerin olduğunu aktardı. Gazete Duvar da Ülker Güleryüz'ün köpeklerini beslediği için dijital medyada hedef gösterildiğini ve aynı gün evinde çıkan şüpheli yangında hayatını kaybettiğini haberleştirdi.
 
Akşam gazetesi, "Ankara'da önceki gün çipli köpeğini alan ekiplerle tartıştığı görüntüler dijital medyada yayınlanan 81 yaşındaki Ülker Güleryüz, kaldığı gecekonduda çıkan yangında öldü. Komşuları yaşlı kadının evinin kundaklandığını ileri sürdü" ifadelerine yer verdi. Yeni Şafak ve Milliyet gazetelerinin ise bu konudaki haberlerine dair spesifik bir bilgiye ulaşılamadı.
 
Hayvan haklarına yönelik sistematik düşmanlık
 
"Güvenli sokaklar, güvenli şehirler" gibi masum görünen söylemler altında açılan bazı dijital medya hesapları, hayvanlara yönelik düşmanlığı giderek yaygınlaştırıyor. Bu tür platformlar, yalnızca toplumsal bir tartışma başlatmakla kalmıyor; aynı zamanda hayvan haklarını savunanları hedef göstererek nefret söylemini normalleştiriyor. Bu durum, insanlar arasında derin çatışmalara yol açarken, linç kültürünü ve toplumsal tahammülsüzlüğü daha da büyütüyor.
 
Ülker Güleryüz’ün şüpheli ölümü, bu nefretin yalnızca sokak hayvanlarıyla sınırlı kalmadığını, yaşam hakkını savunan bireyleri de hedef aldığını açıkça ortaya koyuyor. Komşularının duyarlılığı sayesinde, yangının basit bir elektrik arızası olmadığı ve “kundaklama” ihtimalinin güçlü bir olasılık taşıdığı gündeme taşınabiliyor. Ancak, ana akım medya bu kritik noktayı sorgulamak yerine, olayı yüzeysel şekilde ele alarak gerçek sorumluların üzerini örtüyor.
 
Dijital medya katliamı
 
İktidar, toplumun gerçek taleplerine karşı duyarsız kalırken, otoriter politikalarını meşrulaştıran yasaları hızla devreye sokuyor. Hayvanların toplu şekilde öldürülmesini öngören “uyutma” yasası, bunun en somut örneklerinden biri.
 
Ancak burada mesele yalnızca hayvanların katledilmesi değil; bu vahşete karşı çıkanların sistematik şekilde susturulmasıdır. Hayvanları korumaya çalışanlar, dijital medyada karalama kampanyalarıyla itibarsızlaştırılıyor, hedef gösteriliyor ve fiziksel saldırılara maruz bırakılıyor. Bugün tek bir paylaşım veya retweet, bir insanın hayatını tehlikeye atabiliyor.
 
Bu noktada, dijital medyanın yalnızca bireylerin değil, toplumun kolektif vicdanının da katline zemin hazırladığını görmek gerekiyor. Öyle ki, yasaları çıkaran siyasi otoriteler kadar, onların yönlendirdiği medya organları da bu katliamların bir parçası hâline geliyor. İktidar, yalnızca kendi bekasını korumak için hareket ederken, toplumun ahlaki değerlerini, vicdanını ve sesini susturmaya çalışıyor. Yaygınlaştırılan ırkçı ve nefret içerikli politikalar, yalnızca hayvanlara karşı değil, toplumun farklı kesimleri arasında da "düşmanlık" kültürünü derinleştiriyor.
 
Medyanın asıl sorumluluğu ne?
 
Medyanın yalnızca bu tür olayları haberleştirmesi yeterli değildir. Esas sorumluluk, olayların arka planındaki nedenleri sorgulamak, bu şiddet döngüsünün nasıl ve kimler tarafından yaratıldığını ortaya çıkarmaktır. Ancak günümüz medyası, dijital linçlerin bir parçası olmayı tercih ediyor ve olayları sadece yüzeysel şekilde aktarıyor.
 
Dijital medya, dünyadaki en güçlü araçlardan biri hâline gelmişken, iktidarın yönlendirdiği bazı çevreler bu gücü bir linç mekanizmasına dönüştürüyor. Sonuç olarak, linç kültürü özellikle kadınları, hayvan hakları savunucularını, çevrecileri ve muhalif kesimleri hedef alan bir noktaya ulaşıyor. Peki, medya bu noktada ne yapmalı?
 
Medyanın temel görevi, toplumun çıkarlarını gözetmek, hak ihlallerine karşı durmak ve kamuoyunu doğru bilgilendirmektir. Ancak şu anki medya düzeni, halkı bilinçlendirmek yerine, otoriter düzenin aracı hâline geliyor. Gerçekleri aktarmak yerine, manipülasyonun bir parçası olmayı seçiyor.
 
Özgürlük mü, manipülasyon mu?
 
Dijital medya, bilgiye hızla ulaşmayı ve düşünceleri özgürce ifade etmeyi mümkün kılıyor. Ancak bu “özgürlük” kavramı, çoğu zaman toplumu ve doğayı hedef alan bir linç kültürüne dönüşüyor. Bir olay, dakikalar içinde çarpıtılabiliyor, yanlış bilgilerle büyük kitleler yönlendirilebiliyor ve bireyler toplumsal şiddetin hedefi hâline getirilebiliyor.
 
Bu süreç, yalnızca bireyleri değil, toplumun bütününü etkiliyor. Dijital medya üzerinden yayılan nefret söylemi, insanları duygusal ve radikal tepkilere sürükleyerek kutuplaşmayı artırıyor. Aynı zamanda, belirli gruplar üzerinde psikolojik baskı oluşturarak bireylerin ruh sağlığını ciddi şekilde zedeliyor.
 
Bu durumdan en çok zarar gören kesimlerin başında ise kadınlar geliyor. Kadınlar, dijital linç kampanyalarından orantısız şekilde etkileniyor; cinsiyetçi hakaretler ve tehditlerle hedef gösteriliyor. Bu saldırılar yalnızca bireylerin onurunu değil, yaşam hakkını ve güvenliğini de tehdit ediyor. Dijital medya, kadınların susturulmasına, dışlanmasına ve toplumdan izole edilmesine hizmet eden bir araca dönüştürülüyor.
 
Bugün gelinen noktada, şu soruları sormak gerekiyor:
 
“*Dijital medya gerçekten bireylerin özgürleşmesini mi sağlıyor, yoksa yeni bir baskı mekanizmasına mı dönüşüyor?
 
*Dijital medya platformları ifade özgürlüğünü mü destekliyor, yoksa manipülasyon ve hedef gösterme için mi kullanılıyor?
 
*Medya, toplumun sesi mi olacak, yoksa otoriter rejimlerin propaganda aracı mı olmaya devam edecek?”
 
Dijital medyanın geleceği, toplumun bu sorulara vereceği yanıtlarla belirlenecek. Eğer medya kuruluşları ve bireyler bu linç mekanizmasına karşı bilinçli bir duruş sergilemezse, özgürlük vaat eden dijital dünya, otoriterleşmenin en güçlü aracına dönüşecek.