‘Yakın geleceğin Ortadoğu'su belki de İran üzerinden şekillenecek’

  • 09:01 26 Eylül 2022
  • Güncel
 
 
HABER MERKEZİ - Rojhilat ve İran’da kadınlar öncülüğünde gelişen halk eylemlilikleri bir kez daha gözleri İran’a çevirdi. PKK Lideri Abdullah Öcalan, değerlendirmelerinde İran’daki çoklu toplumsal yapı ve demokratik geleneğe dikkat çekerek “Yakın geleceğin Ortadoğu’su belki de İran üzerinden şekillenecektir” tespiti yapıyor.  
 
İran rejiminin “ahlak polisi” tarafından katledilen Kürt kadını Jîna Mahsa Amînî’nin ardından başlayan eylemler Rojhilat ve İran’ın tüm kentlerinde devam ederken, dünyanın birçok ülkesinde de kadınlar alanlara çıkarak destek veriyor. İran’da daha önce yaşanan halk eylemliklerinden farklı olarak bu kez kadınlar öncülüğünde rejime karşı büyük protesto eylemleri yapılıyor ve halk rejimin baskılarından kurtulmak istediğini dile getiriyor. 
 
İran’da yaşanan bu eylemlilikler başta İran olmak üzere Ortadoğu’nun durumunu bir kez daha gündeme getirerek neler olduğunu tartışmaya açtı. İran’daki durum, kapitalist modernitenin bölgeye müdahalesi ve yaşanan krizden çıkışın nasıl olabileceğine ilişkin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın savunmalarında yaptığı tespitlerin güncelliği de bir kez daha ortaya çıktı. 
 
Ulus-devletlerin yarattığı travma
 
Ortadoğu toplumlarına dayatılan ulus-devlet yapılanmalarının  ortaya çıkardığı tabloyu değerlendiren PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Ortadoğu kültürünü bıçakla paralar gibi paralayan ulus-devlet dayatması üzerinde ne kadar durulsa azdır. Çünkü yaşanan travmaların en onulmazı bu bıçakla açıldı. Hangi trajediye el atarsak atalım sonuç değişmiyor. Hindistan’ın içlerinden Sibirya’ya, Fas çöllerinden Arabistan çöllerine kadar yerleşik veya göçebe her kültür bu bıçak darbesinden payını almıştır. Yara halen sürekli kanamaktadır. Hindistan içinde her gün yaşanan Hindu-Müslüman çatışmasının, Keşmir, Çin’in Uygur bölgesi, Afganistan ve Pakistan’daki boğazlaşmaların, Rusya’da Çeçenler ve diğerlerinin kanlı kör dövüşünün, İsrail-Filistin, Lübnan ve tüm Arap ülkelerindeki kavgaların, Kürtlerin Türkler, Araplar ve Farslarla çatışmalarının, İran’ın mezhep savaşlarının, Balkanlardaki etnik boğazlaşmanın, Anadolu’da Ermeniler, Rumlar ve Süryanilerin tasfiyesi gibi saymakla bitmeyecek kadar bol olan, devam eden ve hiçbir kuralı bulunmayan bu çatışmalar ve savaşların kapitalist hegemonyacılığın ürünü olduğu inkâr edilebilir mi?” diye belirtiyor.
 
Ulus-devletin sonuçsuz diplomatik turları
 
“Ulus-devletlerin birliği olan BM’nin (Birleşmiş Milletler) müdahaleleri sonuç vermediyse, İslâm ulus-devletleri birliği İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü) etkili olamıyorsa, her günkü sayısız ulus-devlet diplomatik turları bıktırıcı olmaktan öteye rol oynayamıyorsa, bunun nedeni yine ulus-devletin zihniyeti ve yapılanmasıyla bağlantılıdır” diyen Abdullah Öcalan, devamla “İlk ve ortaçağların dinselliklerinden bin kat daha tutucu ve kapalı inşa edilen bu ucube gerçeklik eğer sık sık karşımıza faşizmin kendisi ve her yerdeki uygulamaları biçiminde çıkıyorsa hiç şaşırmamak gerekir. Ulus-devlet inşasının kendisi hep savaşla olmuştur. Savaşla inşa edilmeyen tek bir ulus-devlet gösterilemez. Daha da vahimi, içte toplumla, dışta başka ulus-devletlerle sürekli savaş, çatışma ve gerginlik içinde olmayan bir ulus-devletten bahsedilebilir mi?” değerlendirmesi yapıyor. 
 
Despotik bir rejimin ustaca uygulanması
 
İran’da günümüzde yaşanan sorunların, tarihsel süreçten bağımsız olmadığını ifade eden Abdullah Öcalan, şu tespiti yapıyor:  “Fars veya İran ulusal toplumundaki sorunlar tarihsel uygarlıklardan ve son iki yüzyılın kapitalist modernite girişimlerinden kaynaklanmaktadır... İran toplumu hem etnik hem de dinsel açıdan çok kimlikli nitelikleri itibariyle zengin bir kültüre sahiptir. Ortadoğu’nun tüm ulusal ve dinsel kimliklerine ev sahipliği yapmaktadır. Çoklu kimlikleri tek başına soycu veya dinci ideolojik hegemonyalarla bir arada tutmakta zorlanmaktadır. Çok ince bir tarzda dinci ve soycu bir milliyetçilik biçimini uygulamaktadır. Öte yandan kapitalist moderniteyi uyguladığı halde, işine geldiğinde anti-modernist propagandaya başvurmaktan da geri durmamaktadır. Devrimci ve demokratik gelişmeleri geleneksel uygarlık kültürü içinde eritmekte ustalaşmıştır. Despotik bir rejimin ustaca uygulanması söz konusudur. Ortadoğu’nun bünyesi çelişkili, en gergin devlet ve toplumlarının başında gelmektedir. Petrol kaynakları gerginlikleri kısmen yumuşatmaya yol açsa da, İran ulus-devletçiliğinin varlığı dağılmaya en müsait konumda bulunmaktadır. Bunda kapitalist modernitenin baş aktörleri olan ABD-AB hegemonyacılığıyla yaşadığı uyumsuzluklar da oldukça etkilidir.”
 
Kadın özgürlük hareketinin rolü üzerine
 
İran’da yaşanan sorunlara demokratik modernite kuramının uygulanması durumunda önemli çözümleyici sonuçlara ortaya çıkabileceğine ve buna yol açabileceğine işaret eden Abdullah Öcalan,  “Tüm merkeziyetçi çabalarına rağmen, alttan alta âdeta bir federal İran da yaşanmaktadır. Demokratik uygarlık unsurlarıyla federalist unsurlar (Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluciler, Türkmenler) buluştuğunda, İran Demokratik Konfederasyonu projesi anlam kazanabilir ve rahatlıkla çekim merkezi olabilir. Kadın özgürlük hareketi ve komünal geleneklerin de bu proje kapsamında önemli rolleri olacaktır. İran’ın aydınlık geleceği ve Ortadoğu’daki tarihsel rolünü yeniden kazanması ancak demokratik modernite unsurlarıyla (demokratik, ekonomik ve ekolojik toplum) bütünleşmesi ve çıkış yapması sayesinde mümkündür. İran ulusal toplumunun potansiyeli bunun için yeterince güçlü olduğu gibi, İran demokratik ulus gerçeği de bunu gerektirmektedir” diyor. 
 
 Aynı coğrafyada çok sayıda etnik gelenek
 
İran coğrafyasında çok sayıda etnik geleneğin olduğunun altını çizen Abdullah Öcalan, “İran sadece Pers etnik geleneğine sahip değildir; aynı coğrafyada çok sayıda etnik gelenek vardır. Toplumsal yarılmalarda etnik ve dinsel özellikler iç içe gelişmiştir. Üst toplum ve iktidar olarak İran’ı ne sadece dinsel ne de etnik yanı ağır basan özelliklerle tanımlayabiliriz. Etnik ve dinsel özelliklerin iç içe geçip kaynaşmasının özgün bir biçimi olarak tanımlamak daha öğretici olabilir. Her iki yandan biri zaman zaman öne çıksa da, tarih boyunca aralarında radikal bir bölünme pek izlenmemektedir. Örneğin ne Araplar gibi klasik anlamda bir kavim toplumu, ne de Yahudiler gibi dinsel bir toplum olmuştur. Kendiliğini âdeta üçüncü bir model olarak geliştirme gereğini duymuştur. Çok sayıda etnisite ve dinsel inancın mevcudiyeti bunda önemli rol oynamıştır. Kapitalist modernitenin son iki yüzyıllık etkisini bu gerçeklik temelinde karşılamıştır. Ne Avrupa ülkelerinde görülen türden bir milliyetçilik ve ulus-devlet deneyimini, ne de Arap ülkelerindekine benzer bir ulus-devletçiliği yaşamıştır. Tarihsel özelliklerini koruyarak, her iki modele karşılık kendi modelini sürdürmede ısrarlı olmuştur. Şahlık İran’ının tutunamamasının altında bu gerçeklik yatar. Fakat bu tarzdaki varoluşunu kapitalist moderniteye, küresel kapitalizme karşı çok fazla devam ettiremez. Ya köklü bir dönüşümü yaşayacaktır (İktidar ve devlet açısından bu çok zordur; liberal bir ulus-devlet olmak mevcut İslamî devlet modelinin çöküşü demektir), ya da parçalanıp alt tabakanın İslami geleneğinin sivil demokratik değerlerini esas alma ve güncel demokratik modernite değerlerini özümseme temelinde, Ortadoğu kaosundan çıkışta demokratik modernitenin önde gelen inşa güçlerinden biri olarak, bir kez daha geçmişine yaraşır biçimde tarihteki yerini alacaktır” diye belirtiyor. 
 
İran halkları ayağa kalkmakta kararlı
 
Ulus devlet uygulaması ve savaşlarının halklar ve kültürlere atom bombasından daha tehlikeli felaketler yaşatığına vurgu yapan Abdullah Öcalan, “Halklar tarihlerinin hiçbir çağında yaşamadıkları yıkımlar, suikastlar ve komplolara uğramaktadır. İran her an atom felaketiyle de karşılaşabilir. İran kültürü başından itibaren ulus-devletçilik başta olmak üzere kapitalist modernite ile kavgalıdır. Dayatılan tüm bu unsurlara karşı direnmektedir. Çok yerel ve tarihsel bir olguymuş gibi dayatılan Şiacılığın bile bir milliyetçilik olduğunu, kapitalist modernitenin bir türevini oluşturduğunu ve İran İslami Devrimi’nin bu maskeyle boşa çıkarıldığını İran halkları daha şimdiden kavramakta ve ayağa kalkmaktadır” ifadelerini kullanıyor. 
 
Acem kurnazlıkları
 
 İran rejiminin, moderniteyi tarihsel gelenekle, geleneği de moderniteye karıştırıp kendi ulus devletini ayakta tutma çabasını “Acem kurnazlıkları” olarak tanımayan Abdullah Öcalan, devamla şu değerlendirmeyi yapıyor: “Özellikle İran çok eski olan devlet geleneğini kullanarak sözüm ona kapitalist modernite ile baş edeceğini, daha doğrusu böylesi bir imaj yaratarak sistem tarafından kabul göreceğini sanmaktadır. Tarihi bu temelde kullanmak herhalde tükenmişliğin en gözükara biçimi olsa gerek. Moderniteyi bu kadar tarihsel gelenekle, geleneği bu kadar moderniteyle karıştırıp ulus-devletçiliğini kurtaracağını sanmak ancak ‘Acem kurnazlıkları’ ile izah edilebilir. Bu nedenlerle yakın geleceğin Ortadoğu’su belki de İran üzerinden şekillenecektir. İran gerçekten modernite tartışmalarının ana merkezi konumundadır. Şia milliyetçiliği ne kadar saptırsa da, modernite üzerindeki ideolojik ve politik tartışma büyüyerek devam edecektir. İran halkları kapitalist moderniteyi diğer halklardan daha fazla tanımaktadır ve ona boyun eğmemekte kararlı görünmektedir. Mevcut Şia milliyetçiliği ne kadar sahte anti-İsrailcilik, anti-Amerikancılık ve anti-Batıcılık yaparsa yapsın, uzun süreli olarak İran halklarının kendileri için uygun modernite arayışının önüne geçemez; hatta ABD ve İsrail’le uzlaşsa bile halkların bu arayışı karşısında maskeli duruşunu kurtaramaz.”
 
Hakikat arayışı
 
“İran kültüründe hâkikat arayışı güçlüdür. Ayrıca İran’da tarih kadar eski bir komünal yaşam geleneği vardır” tespiti yapan Abdullah Öcalan, “Dolayısıyla İran’ın yakın geleceğinde gerçek anlamda bir modernite savaşına tanık olabiliriz. Aslında 1979’daki İslami Devrim de bir modernite savaşıydı, ama saptırıldı. İran halkları bu devrimden ve tarihlerinden çıkardıkları derslerle yakın gelecekte tüm Ortadoğu halkları için çığır açıcı olacak modernite savaşlarıyla tarihlerine, Ortadoğu tarihine layık gelişmelere yol açabilirler. Bu nedenle demokratik modernite tartışmaları ve pratik deneyimleri büyük önem arz etmekte ve yol gösterici olmaktadır” diyor. 
 
Demokratik ulus zihniyeti vurgusu
 
İran’in bölünmeye uygun bir potansiyelinin olduğunun altını çizen Abdullah Öcalan, bu konuda da şu tespitleri yapıyor: “İran gibi her an parçalanmaya ve bölünmeye uygun potansiyele sahip bir ülke için ulus-devletçilik, dibine yerleştirilmiş atom bombası gibidir. Sürekli ulus-devletçiliği daha da katılaştıran Şia milliyetçiliği de, tüm modernite cambazlıklarına rağmen, İran’ın bölünmesini ve parçalanmasını durduramayacağı gibi daha da hızlandırır. Özellikle İran için demokratik ulus kuramı günlük olarak kullanılması gereken bir ilaç gibidir. Kapitalist moderniteye karşı oldukça direngen olan İran kültürünü ve halkını tarih boyunca peşinde koştuğu eşit, özgür ve demokratik bir dünyaya ancak demokratik ulus zihniyeti taşıyabilir. Önündeki çatıştırıcı ve savaştırıcı ulus-devletçi komplo ve suikastları boşa çıkartıp onurlu bir barışa kavuşturabilir.”
 
 

Etiketler:

Okumadan geçme!