Duygusal yoğunlukların alanı olarak cinsellik

  • 09:09 15 Mart 2024
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Cinsellik ile ilgili olan bütün bu tanımlar birey ile toplum arasında kurulan dokunun tarihsel, toplumsal ifadeleridir. Çünkü kadının kadınla, erkekle, doğayla, yaşamla ilişkisi, başlangıçta anlamaya dayalı bütünsel ve dengeli bir ilişkidir.”
 
Nagihan Akarsel
 
Duygularımız işgal altındaysa bunu yapamayız. Kadınların en büyük handikabı da burada başlar. Çünkü cinsellik duygulanımların, duygusal yoğunlukların alanıdır (Cinselliğin Felsefeye Büyük Geri Dönüşü: Jean-Luc-Nancy Cinsel İlişki, Arzu ve Keyif Üzerine, gazeteduvar). Bir yaşam enerjisidir (Wilhelm Reich, Cinsel Devrim). Bu enerjiyi tanıma, duygularımızın cüceliği ya da yüceliğinin de ölçüsüdür. Duyguların basit-cüce kalması kapitalizmin çok bilinçli psikolojik inşa süreçleridir. Değersizlik, aşırı kaygılı ve güvensiz ruh hali, seçilmek, beğenilmek, sevilmek başta olmak üzere birçok duygu, kapitalizm tarafından yapılan bilinçli duygu üretimleridir. Zihinsel dünya gibi duygu dünyası da üretilmiştir. Örneğin; histeri kavramı yaşanan duygusal taşkınlıklar anlamında, 19. ve 20. yüzyılda kadınlar için sıkça kullanılır. Foucault, kadın bedeninin 19. yüzyılda histerikleşme sürecine tabi kılındığını belirtir. Freud, histerik kadınları iyileştirme üzerinden psikanalizi geliştirir. Feminist yazarlar engizisyonun kapattığı kadınların, modern çağda da psikologlar tarafından histeri ve delilikle tanımlandığını belirtir. Aynı zamanda feministler, kadının çaresizliği ve öz tahribatını içeren bir protesto olarak ele alır. Histerik kelimesinin kadınların cinsel doyumsuzluğu olarak tanımlanması da buna örnek verilebilir. 
 
Oysa, “Bazı kadınlar için aşk/Şöyle bir rüyasız sere serpe/ Şöyle bir korkmadan uyumadır.” Ya da “Üşüyen burnunun kulağının/Parmak uçlarının göz kapağının/Öpüle hohlana ısıtılması”dır. Buluğ çağında cinsellik nedir diye soran devrimci bir kadına yengesinin verdiği, “O kadar güzel bir şey ki neredeyse öleceksin” cevabıdır. Evlendiğinde deneyimlediği bu merakının toprağına, ailesine, arkadaşlarına ihanet eden erkeğin gerçeği ile tam bir kabusa dönüşmesidir. Frida’nın sancısı, Virginia’nın akışı, Simon’un arayışı, Silvia’nın umutsuzluğu, Tezer’in inançsızlığı, Nilgün’ün yalnızlığıdır. Kadınların sevmekten ölesiye korkmasıdır. Ve sonra bunun temel mücadele gerekçesi haline gelmesidir. Erkeğin gerçeği ile karşılaşması, tanınmaz hale gelen duygu dünyası ile tanışması ve bunun yaşamın her boyutu ile iç içe olduğunun farkına varmasıdır. Ve bu farkındalığını özgürlük mücadelesi ile yeni kültür ve formlara kavuşturma arayışıdır. Bu arayışı tarihsel ve toplumsal gerçeği içinde benlik ve toplumsal inşa olarak özgür duygulara kavuşturması ve yaşam tarzı haline getirme mücadelesidir. Etik estetik olarak, bir sanatçı inceliğinde seveceği, güveneceği erkeği yaratma bilincini kuşanmasıdır. Bu nedenle de her kavram ve kuramı yeniden inşa etmek, xwebûn olmak hikayesinin anlama kavuşmasıdır. Bu da duygu, güdü, sevgi, aşk başta olmak üzere bütün kavram, kuram ve kurumların yeniden ele alınması demektir. 
 
Duygusal zeka
 
Duygu, duyularımız olan ses, tat, koku, görme ve dokunma üzerinden evrenle yaşadığımız canlı etkileşim dünyasıdır. Duygu kavram olarak bir canlının evrenle iletişime geçebilen tüm duyuları ve enerjisi ile gerçekleşen bir eylemdir. Bunun farkında olmak, kendi varlığına anlam vermektir. Çünkü; “İnsan dışında olup da insanda yeniden bir araya gelip yapılaşmayan, duygu ve düşünce haline gelmeyen hiçbir evren parçası, madde ve enerji bütünlüğü yoktur” (Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak). Duyu, dürtü, güdü, içgüdü bu canlı etkileşimin parçalarıdır. Dürtü ihtiyaç duyma halidir. Güdü ise canlıyı bu ihtiyacı karşılamaya yönelten davranıştır. Cinsellik, açlık ve güvenlik gibi ihtiyaçlardır. Bunlar aynı zamanda en eski yaşam bilgisini taşıyan duygusal zekayı ifade eden kavramlardır. Duygusal zeka içtenliğin zekasıdır. Etki ve tepki de duygularla düşünmeyi ifade ettiği gibi yaşamı korumaktadır. Canlı, evrimin başlangıcında geliştiği ve doğa dengesini gözettiği için güçlü ve bütünlüklüdür. Duyu, güdü, dürtü gibi temel yaşamsal işlevlerin duygular ile bütünlüğü bu zekanın gelişkinlik düzeyiyle bağlantılıdır. Aynı zamanda duygusal zekanın gelişmiş olması duyular arasındaki bütünlüğün de sağlanmasıdır. 
 
Duygusal zeka ile analitik zekanın birbirini tamamlaması duyguların sağlıklı olmasını sağladığı gibi aklın da akışkan ve üretken kılınmasıdır. Çünkü toplumsallığın her aşamasında farklı norm ve ilkelerle ahlaka bağlanan bir enerjidir. Ve cinsellikte bu enerjinin en yaşamsal alanlarından biri olarak biyolojik olanın ötesinde bu perspektifle ele alınmayı hak ediyor. Bunun tersi yani duygularda yaşanan tıkanıklık da insan aklının donmasıdır. “Kapitalizmin en vahşi uygulaması, bu anlamlandırmayı sağlayan ahlaki dokuyu yok saymasıdır.” (Jineolojî Akademisinin, “Duyguların Politikleştirilmesi” isimli broşür). Yine özgürlük adı altında güdülerin pazarlanması, güdü ticareti yapılmasıdır. Günümüzde kavramların içini boşaltmak, parçalamak, cins kimliklerini belirsizleştirmek, sonsuzlaştırmak bu pazarın temel malzemesidir. Kadın köleliği ve erkek egemenliğinden beslenen cinsiyetçiliğin, kadın ve erkek kimliklerini sorunsallaştırması bilinçli bir politikadır. Cinsiyetin sorunsallaştırılması, cinsiyetçiliğin görünmez kılınmasıdır.  Foucault’un dediği gibi bir biyo-iktidar alanı inşa edilmesidir. Ya da Cleude Levi-Strauss’un bir topluluğun idare edilmesi olarak ifade ettiği cinselliğin toplumsallıktan tamamen koparılmasıdır. 
 
Bütünselliğin bilgisi 
 
Çünkü cinsellik, “Hayatın kutsal bağıdır” (Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi). “Yoğun bir duyusal farkındalık durumudur” (Clarissa P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar). “İnsanın oluş halinde var olan bir paradigma, köklü bir zihniyettir” (Atakan Mahir). Ruhsal, düşünsel ve bedensel bütünselliğin aşk mealidir. Bir “biz” olma ya da sen ve benin dışında yeni bir kimlik oluşturma ve paylaşma halidir. Yaşamı boyunca yarım olduğunu hisseden insanın tamamlanma arayışıdır. “Bir sahiplenme arzusundan öte başkasıyla bağ kurma arzusudur” (Simon De Beauveur ile Aşk, Kadınlar ve Kıskançlık Üzerine). Derin ruhsal ve düşünsel yönleri olan bir realitedir. Ve bu yönler birbiriyle bütünsel bir bağ içindedir. 
 
Bütünlük arayışı
 
Bu bütünsellik arzusunun çeşitli kaynak kültürlerde ifadesi ise evrenin bütünlük arayışından bağımsız değildir. Örneğin Krişna kültüründe; Hermes’e ait olduğu düşünülen Zümrüt Tabletler’de, İslam’ın bilgelik geleneği İhvan-ı Safa’da, makro kozmos (dünya) ile mikro kozmos (insan) birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler. Güzel, iyi ve doğru olanın bilgisini taşıyan bir sırdır bu. Bu sır “Her Şeyin Teorisi” (Stephen Hawking, Her Şeyin Teorisi) dir belki de. Ya da evrenin anlamını taşıdığına inandıkları insanın kadın ve erkek somutunda bütünleşmesi ve yaşam kurmasıdır. Diyalektik bir ilişki içinde birbirini tamamlayan bir bağın etik estetik temelde dokunmasıdır. 
 
Birey ile toplum arasındaki ilişki
 
Cinsellik ile ilgili olan bütün bu tanımlar birey ile toplum arasında kurulan dokunun tarihsel, toplumsal ifadeleridir. Çünkü kadının kadınla, erkekle, doğayla, yaşamla ilişkisi, başlangıçta anlamaya dayalı bütünsel ve dengeli bir ilişkidir. Yaşamın ilişkilerin bütünselliğinde kutsal görüldüğü bu toplumda, “Kutsamanın kendisi değerlenmek, yüceleşmek, anlamlanmak, güzelleşmektir (Abdullah Öcalan). Kendi doğal ve besleyici döngülerine dayanan, yoğun bir duyusal farkındalık durumudur. Doğanın doğal ritimleri ile uyumludur. Ve bu süreç her canlıda her biri birbirine bağlı, kozmik düzenin bir parçası olan bağımsız varlıklar (Walter Burkert, İlkçağ Gizem Tapımları) tarafından gerçekleşir. 
 
Yaşamın değerlenmesi 
 
Cinsellikle ilgili her anlatım yaşamın değerlenmesidir. Sembol, simge ve öyküler kadın eksenlidir. Tarımın bereketi ile kadının bereketi birlikte kutlanır. Dionysos bayramlarında birdenbire büyüyen, bağ gibi doğaüstü bir hızda büyüyen ve olgunlaşan buğday, Demeter gizemlerinin bir parçası olur. Bu kimi zaman Eleusis, kimi zaman İsis, kimi zamanda Mitra gizemleri olarak anlam bulur. Bu gizemin en fazla korunduğu alan cinsellik olur. Kadın iradesinin belirleyici olduğu dönemlerde, bu doku sanatsal bir incelikle dokunmuştur. 
 
Kendini tanıma 
 
“İlk sanatsal gösterilerin yalnızca kadınlarla ilgili olması tesadüf değildir” (Kürşat Avcı, Kaan Özdedeli, “Kadın Cinselliği ve Kültürel Farklılıklar). Her biri bir sanat alanını temsil eden Müzeler bir diğer ifadeyle Musa’lar bunun güzel bir örneğidir. İlham perileri olarak da bilinen bu dokuz tanrıçanın her biri, bir sanatı temsil eder. Destan ve epik şiiri Kalliope, tarihi Kleip, aşk şiirlerini Erato, müziği Euterpe, tragedyayı Melpomene, kutsal şiirleri Polymnia, dansı Tersikhore, komedyayı Thalia ve astronomiyi Urania temsil eder. Hafıza tanrıçası Mnemosyne ise anneleri olarak tarih kayıtlarına geçer. Özgür kadın topluluklarını ifade eden bu gruplar Orpheus, Maneadlar, Dionysos kültürü ve Bakhalar alayı olarak bilinir. Hint mitolojisinde geçen Krişna kültürü de benzer bir kültürdür. Ortak özellikleri doğayla iç içe yaşamaları, müzik, dans ve bilgelik taşımalarıdır. Bilginin akıl ve duygunun yanı sıra bilincin en yoğunlaşmış ifadesi olan sezgi ile keşfedilmesi, maddiyattan arınarak ‘sır’lara ulaşmak, kendini bilmektir. Ve bu minvalde her hareket ve davranışları mikro evreni yani kendini tanımaya hizmet eder. 
 
*Bu yazı, Jineolojî Dergisinin “Cinsellik: Kutsallıktan İktidar İdeolojisine” dosya konulu 24. sayısından kısaltılarak alınmıştır. 
 
*Yazının devamı “Büyülü Formlarını Koruyan Kültürlerin Sırrı” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.