Özgürlüğün tohumları (2)

  • 09:07 24 Mayıs 2024
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“ ’Talebeler’in her türlü fedakarlığı göze alarak yaşamlarını ortaya koyarak, bağımsızlık ve özgürlük için yollara düşmesi, halktaki sempatiyi derinleştirmiştir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin hızla kitleselleşmesi ve halklaşmasının tohumları bu sempati içinde filizlenmiştir.”
 
Zilan Narin
 
1970’ler sürecinin ayırt edici bir diğer yanı, büyük kentlere okumaya giden Kürt gençlerin, oralarda sol kültür içindeki kimlik arayışları sonucunda feodal örgüye sıkı sıkıya bağlı aile yapılarıyla çelişkiye girmeleri, sistemi sorgulamaları, sınıfsal ve ulusal çelişkilerine tanım koymaya başlamalarıdır. Bu gençler, bu arayışlarını kendi memleketlerine taşımış, hangi fraksiyondan olduğundan bağımsız olarak, kendi kentlerine köylerine döndüklerinde “bilinçlenme-aydınlanma” odaklı çalışmaları yürütmüşlerdir. Mesela üniversiteli gençler, lise öğrencileri için gönüllü takviye dersler vermekle kalmamışlar, gençleri Gorki, Balzac gibi klasikleri okumaya teşvik etmişlerdir (https://en.bellekmuzesi.org/oralhistory/rahime-kesici-karakas/). 
 
Solun bir saygınlığı, güvenilirliği vardır halk içinde, Denizlerin idamı ile birlikte gençlere karşı büyük bir sempati oluşmuştur. Büyük kentlere okumaya ve çalışmaya giden gençlerin Kürdistan kentleri ile buralardaki sosyal-kültürel-sınıfsal farkları bizzat tecrübe etmesi, Kürtlük bilinci edinmelerini, bunu kendi topraklarına taşımalarını ve siyasallaşmalarını hızlandırmıştır.
 
‘Kadınların da mücadelenin içinde olması gerekir’
 
Bu gençler ağırlıkla erkeklerden oluşmakla birlikte kadınların da bu siyasallaşma sürecinin dışında kalmadığını belirtmek gerekir. Doğu Mitinglerindeki kadın varlığından, 1971 sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan kadınlardan, 70’lerin sonunda kurulan Devrimci Demokrat Kadınlar Derneği (DDKAD) gibi kadın derneklerinden, o dönemlerde “sosyalist bir örgüt olmanın gerekliliği olarak kadınların da mücadele içinde olması gerekir" (Abdullah Öcalan) kabulünden anlayabiliyoruz. 1977 yılında Diyarbakır’da esasında Devrimci Demokrat Kültür Derneği’nin (DDKD) kadın örgütlenmesi olarak kurulan DDKAD’ın bir federasyon gibi hareket ettiğini, içinde 6 farklı fraksiyondan kadınların yer aldığını bilgisi, kadınların siyasal alandaki varlığının çeşitliliğine de işaret ediyor. Yine 1975’te İstanbul’da kurulan İlerici Kadınlar Derneği (İKD), 1980’e kadar en kitlesel kadın örgütü olarak Kürdistan’da da etkisini göstermiş, Kürdistan kentlerinde şubeler açabilecek bir etkinliğe sahip olmuştur (https://www.nupel.tv/rohat-alakom-ilk-kurt-kadin-dernegi-93839.html). Bir yandan sol-sosyalist örgütler içinde yer alan kadınların oluşturduğu miras, diğer yandan Zarife’den Leyla Qasim’a uzanan Kürt kadınlarının varlık ve özgürlük direnişinin yankıları, 1970’lerde Bakur’da Kürt kadınlarının siyasal mücadeleye katılımının zemini olmuştur. Bu var olma halinin biçimine, toplumsal ve siyasal alandaki karşılığına sonraki bölümlerde değineceğiz.
 
Ayrışmalar ve farklı fraksiyonlar
 
12 Mart 1971 darbesinin hemen öncesinde DDKO olarak özerk örgütlenme ilkesini pratikleştiren Doğulular grubunun çoğunluğu darbeden sonra tutuklanmıştır. Kürt siyasetçilerin 1974 yılında çıkan Rahşan Affı ile birlikte hapisten çıkmasıyla birlikte, Kürt sorununun nasıl çözüleceği konusundaki ayrışmalar farklı fraksiyonların oluşmasıyla sonuçlanmıştır. “Kürdistan sömürgedir” tezini esas alarak silahlı mücadeleyi ilkesel olarak reddetmeyen veya öngören Rizgarî, KUK, PSK, Kawa, Tekoşîn gibi birçok farklı radikal Kürt örgütü de bu dönemde açığa çıkmıştır. Enternasyonalizm, sosyalizm, devrimcilik gibi kavramlar, bütün örgütlerin farklı nüanslarla kullandığı kavramlar haline gelmiştir. Daha önce açıktan sağ bir çizgi izleyen TKDP bile, 70’lerde söylemini ve yönetimini sola kaydırma zorunluluğunu duymuştur (Orhan Kotan, “Kürt Sosyalist Hareketi”).
 
 
“Kürdistan sömürgedir” tespiti ekseninde kurulan örgütlerin çoğunluğu DDKO kökenli, siyasi mücadelede deneyimli kişiler etrafında oluşmuşken, DDKO’lular ile temas etmiş ancak DDKO içinden çıkmamış, daha bu kişiler hapisteyken “Kürdistan sömürgedir” tespiti etrafında gruplaşan genç, deneyimsiz bir grup, bütün bu örgütlerin içinden sıyrılıp, gelişip serpilip günümüze kadar etkisini sürdürebilmiştir. Bu durumun nedenlerini tahlil etmek hem dönemin sosyal yapısını hem de siyasal motivasyonları anlamak açısından önemlidir.
 
Asimilasyoncu politikalara karşı çıkmak
 
"İnkarcı asimilasyoncu politika ve uygulamalara karşı çıkmak, büyük bir risk almayı gerektiriyor. İnsanlar bu gibi riskleri alamadıkları için, bu tür risklerle karşılaşmamak için kendi temel sorunlarını enternasyonalizm gibi bir kavram içinde eritmeye çalışıyorlar. Enternasyonalizm, sosyalizm, devrimcilik gibi kavramlar, bu kavramların gereklerini gerçekten yerine getirmek için değil kendinden kaçışı ve temel sorunlardan kaçışı gizleyen bir perde olarak kullanılıyor" (http://kovarabir.com/ismail-besikci-hapisdeki-ddko/).
 
İsmail Beşikçi, 1970'lerin başında Kürt siyasetinin Türkiye sosyalist hareket içindeki varlık biçimine dair böyle düşündüğünü ifade ediyor. Aslında, bu niyetle söylememiş olsa bile, İsmail Beşikçi’nin o dönem için sahip olduğu düşünce bir gerçekliğe işaret ediyor. Yukarıda bahsettiğimiz diğer örgütler içinde öne çıkıp serpilen grubun temel özelliği, kendinden kaçışı ve sorunları perdelemeyi reddedip sömürgeleştirilen Kürt kişiliğine, feodallere, kendinden kaçanlara, reformizme karşı doğrudan ve açıktan eyleme geçmesidir.
 
‘Kürdistan devrimcileri’
 
“Kürdistan sömürgedir” tezini siyasal bir söylem olmanın ötesinde ele alarak, o zaman “sömürge nasıl özgürleştirilir?” yoğunlaşması içine giren Abdullah Öcalan, daha 1972 yılı itibariyle Ankara’daki öğrenci ve emekçi gençler içerisinde, dönemin Ankara Demokratik Yurtsever Öğrenci Derneği (ADYÖD) gibi örgütlenmeleri içerisinde bu yoğunlaşmalarını paylaşma sürecindedir. İdeolojik doğrultuyu oluşturacak teorik birikim olgunlaştıkça, yeni bir grubun temelleri atılır. Temel tespit şudur: “Bir toplumun hem sosyal hem ulusal yöndeki gelişmesi önünde en büyük engel olarak sömürgecilik dikilmişse, bu toplum için acil görev sömürgeciliğin tasfiyesidir.” (Abdullah Öcalan, Kürdistan Devriminin Yolu). İlk gruplaşma süreci 1972-74 yıllarına dayanan bu grup, 1974 yılı itibariyle “ülke”deki faaliyetlerini yoğunlaştırır. O dönem gittikleri Kürdistan illerinde halkın devrimci gençlere genel hitabı doğrultusunda “talebeler” olarak anılırlar. Diğer sol örgütler içinde “ulusal kurtuluşçular” diye anılırlar. Kendilerine “Kürdistan devrimcileri” derler. 1977 yılında tamamen Kürdistan’a geçiş sağlanır. İşçi, öğrenci ve köylü kesimi arasında karşılık bulurlar. Daha sonra 1978 yılı sonunda PKK olarak kendini ilan eden “talebeler”in çıkışı böyle gerçekleşir. 
 
Grubun öncüsü ve kurucusu konumundaki Abdullah Öcalan, ilk çıkış sürecindeki yapılarını şöyle ifade etmektedir: "Bizim sömürgeci ülke kentlerinde okuma-yazma, yani aydın olma, Türk sömürgeci devlet yapısı içinde yer alma durumumuz vardır. Kimimiz işçi sınıfından, çoğumuz Kürdistan köylülüğünden, yarı-köylülükten ve lümpenlikten geliyorduk. Kısaca sınıf temelimiz istikrarlı bir sınıf temeli değildir. Zaten Kürdistan’da istikrarlı bir sosyal yapı da yoktur. Fakat güçlü bir sömürgecilik ve feodalizmden zarar gören ve bunun yaptığı etkilerden kaçınmak isteyen ve buna karşı isyan eden insanlar topluluğu olduğumuz da açıktır. Başlangıçta hiç olmazsa nefret eden bir zihniyette olduğumuz halde, bunu bir sınıf, ideolojik veya örgütsel temele oturtamadığımız da bir gerçektir." (Abdullah Öcalan, Elazığ Konuşması).
 
‘Mücadelemiz bizi halkla birleştirdi’
 
“Talebeler”in her türlü fedakarlığı göze alarak yaşamlarını ortaya koyarak, bağımsızlık ve özgürlük için yollara düşmesi, halktaki sempatiyi derinleştirmiştir. Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin hızla kitleselleşmesi ve halklaşmasının tohumları bu sempati içinde filizlenmiştir. İlk 10 yıl içinde propaganda, eğitim ve örgütlenme faaliyetlerinin yanı sıra, ideolojik-politik-örgütsel hedefler doğrultusunda doğrudan eylemler de kesintisiz sürmüştür. Bu dönemde “Kürdistan devrimcileri”nin yöneldiği temel hedefler arasında, faaliyetlerini artıran faşist örgütlenmeler ve feodaller-ağalık sistemi, sosyal şoven ya da reformist olarak tabir ettikleri mücadelenin gelişimi önünde engel olarak gördükleri sol ya da Kürt örgütler vardır. Kürt siyasal mücadelesini yürütme yeterliliği ve kabiliyetini sadece kendilerinde gören Kürt örgütleri tarafından “Kürdistan'ı yönetmeye yeteneği olmayan anarşist ve terörist örgüt” olarak itham edilmiş. Devlet ve devletle iş birliği içindeki yerel feodal-burjuvazi tarafından “bir grup çapulcu” olarak küçümsenmiştir. Parti kuruluş kongresinde şöyle bir tespitle bu ithamlara cevap verilir: "Sosyal-şovenizmle mücadelemiz bizi ülkeye götürdü. Ülkedeki yerel-hakim güçlerle, burjuva, küçük-burjuva, feodal kesimlerle, bunların temsilcileriyle yaptığımız ideolojik, örgütsel, eylemsel mücadelemiz bizi halkla birleştirdi." (Abdullah Öcalan, Kongre Konuşması).
 
Not: Yazının devamı haftaya yayınlanacaktır.
 
Bu yazı, Jineolojî dergisinin “BAKUR” dosya konulu 29. sayısından kısaltılarak alınmıştır.