Siyaseti iktidardan arındırmak

  • 09:06 26 Aralık 2025
  • Jineolojî
“Bu anlamıyla, egemen erkek aklının aşılması temelinde zihniyet devrimini gerçekleştirmek; demokratik siyasetin olmazsa olmaz koşulu olduğu kadar, dönüşmeyen ve egemenliği üreten zihniyet, söylem ve eylemler karşısında toplumun kendi öz savunmasını geliştirmesi demektir.”
 
Ayşegül Ayaz
 
Daha da sıralayabileceğimiz örneklerden de görüldüğü üzere, hakikate temas eden ve siyaseti özgürlükle ilişkisi temelinde köklü biçimde ele alan yaklaşımlar da bir hayli fazladır. Ancak günümüz koşullarına baktığımızda, tüm bu tanımlamalar ve açılım çabalarının yeterli olduğunu söylemek ne kadar mümkündür? Kapitalist modernitenin, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar toplumu kıskaca aldığı, postmodernizmin sonsuz seçenekli gibi görünse de tercih şansı bırakmadığı bir zaman diliminde, sistemin çizdiği sınırları radikal biçimde aşma iradesini bu çerçeveden sağlamak zor görünmektedir. Siyaseti inşaya dayandırarak iktidardan arındırmak ve demokratikleştirmek gerekmektedir. Sözün, eylemin ve isyanın; iktidar ve devlet dışı kılmadan dönüp dolaşacağımız yer yine egemenlik ilişkilerine hapsolan yaşamlar olacaktır.  Bu gerçeği, “başka bir yaşam mümkün” diyen kadınlar başta olmak üzere tüm demokratik toplumsal kesimlerin, en radikal çıkışlarında bile nasıl bir despotik sisteme mahkûm bırakıldığını, yakın geçmişi kasıp kavuran Arap Baharı gerçeğinde acı bir şekilde deneyimledik. Bu nedenle, özgür yaşamı inşa sürecinde siyaseti Üçüncü çizgi ekseninde yeniden ele almak, tam da dünya sisteminin bu kaos aralığında daha da önemli hale gelmiştir. 
 
17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta, Mohamed Bouazizi adındaki seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç, Ortadoğu ve dünya siyaseti tartışmalarında yeni bir dönemi beraberinde getirdi. Kadınlar ve gençler başta olmak üzere, demokratik toplum güçlerinin isyan dalgası olarak gelişen bu süreç, direniş dinamiklerinin güçlü bir örgütsel altyapı ve politik perspektife sahip olamamalarından dolayı kimi yerlerde kaosu derinleştiren, kimi yerlerde halkların özgürlük talebinin darbeler ve yaşanan iktidar değişimleri ile manipüle edilip özünün boşaltıldığı mecralara kaydı. Süreç boyunca görülen gerçek; Ortadoğu coğrafyasında kendi hegemonik çıkarları doğrultusunda bir sistem oluşturmaya çalışan, kendini iki farklı çizgi olarak yansıtan iktidar odaklarının çelişki ve çatışmalarına, halkların özgürlük taleplerinin kurban edilmesiydi. 
 
Bunlardan birincisi, ideolojik olarak mezhepçiliği esas alan; batı modernitesine kafa tuttuğu iddiasında bulunan, ancak kapitalist modernitenin farklı bir maskesi olmak dışında insanlığın sorunlarına çözüm alternatifi sunmayan; şeriatçı, dinci, anti bilimci, despotik karakterli çizgidir. Diğeri ise, kapitalist modernitenin liberal demokrasi kisvesiyle revize edilerek, yeni bir yönetim ve yaşam modeli sunma sahteliğiyle kendini Ortadoğu’da meşrulaştırmaya çalışan; ulus-devletçi, milliyetçi, batı hegemonyasının başını çektiği çizgidir. Her iki çizginin de devletli uygarlık sınırları içinde, dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilik kodları dışında bir yaşam alternatifi sunmayan; aynı iktidar ve sermaye odaklı yönetim modeliyle halkların özgürlük ve demokrasi taleplerini manipüle eden sistemler olduğu aşikardır. Yani, özünde sistemsel olarak yaşanan çelişki; kadınların, farklı halklar, inanç ve kültürlerin kapitalist moderniteyle yaşadığı bir kriz haliyken; yansıtılan ise bu iki çizgi arasında yaşanan kimin sermaye ve enerji yollarından daha fazla pay kapacağı ve yeni dünya düzeninin hangi hegemonya altında inşa edileceği mücadelesiydi. Nitekim, bu iki çizginin de kadınlar başta olmak üzere toplumun hiçbir kesimine özgür ve eşit bir yaşam sunmadığı gerçeği çok kısa bir sürede görünür hale geldi. 
 
Yeni yüz yılımızı şekillendirecek önemli dinamiklerden biri olan bu süreç, çok boyutlu ele alınıp değerlendirildi şüphesiz ki. Ancak sistem dışı güçler açısından belki de ele alınması gereken temel noktalardan biri; direniş süreçlerinin yalnızca sistem karşıtlığı temelinde örgütlenmesinin eksik kalacağı, demokratik değerler ekseninde toplumsal inşaya dayanmayan güçlerin, sistem karşısında kazanımla çıkamayacağı gerçeğiydi. Bu anlamıyla Arap Baharı sürecinde Özgürlük Hareketi ve Önderliği tarafından ifade edilen “Üçüncü çizgi esas alınmalı” söyleminin yaşam bulduğu zemin, diğer ülkelerin akıbetinden çok başka bir noktaya evrildi ve bugün tüm dünya ezilenlerinin özgürlük bilincinin aktığı bir mekâna dönüştü. 
 
Üçüncü Çizgi Demokratik Modernite Sisteminin Kendisidir
 
Tüm bu sistem kaosunun içinde bir özgürlük vahası olarak kendini inşa eden Rojava; demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü toplum paradigmasının bedenleşmesi olurken, üçüncü çizginin Ortadoğu merkezli yaşanan 3. Dünya savaşı gerçeğinden kazanımlarla çıkmanın da temel politikası olduğunu göstermektedir. Ruhunu demokratik ulus kuramından alan ve demokratik konfederal yapılanma ile pratik inşayı örgütleyen bu sistem, izlediği politik çizgiyle demokratik siyasetin nasılına dair de güçlü değerlendirmelerin yapıldığı bir modeli ifade etmektedir. 
 
Üçüncü çizgi demokratik modernite sisteminin kendisidir. İlk elden bu çizgiyi diğer sistemsel güçlerin bir sentezi olarak görme yanılgısından kurtarmak önemlidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi diğer sistem modellerinin toplum karşıtı çizgilerinin karşısında, üçüncü çizgi; toplumsalın kendini örgütlediği politik hattı ifade etmesi bakımından, sistem karşısında bir alternatiftir. Bu hat doğrultusunda, her kavramın kendi öz değerleriyle yeniden buluşma arayışında olacağı şüphesizdir.
 
Konumuz bağlamında, üçüncü çizgide demokratik siyaseti tartışırken; kavramla ilgili çoğu zaman yalnızca seçim dönemlerinde içine girilen ittifak arayışları, devletçi siyaset çerçevesinde muhalefet rolünün ötesine geçememe ve temsili demokraside yapılacak kimi reformlarla yaşama geçirilecek bir model olarak algılama gibi dar ele alışlar yoğunca yaşanmaktadır. Siyaset alanını, süregelen formundan uzaklaştırmak ve radikal bir demokrasi anlayışıyla yeniden yaşam bulmasını sağlamak; bu anlamıyla üçüncü çizgi kuramını doğru anlamaktan geçmektedir. Zira geçmişte olduğu gibi bugün de, toplum ve doğayı felaketlere sürükleyen tüm uygulamalar, devletçi siyasetin toplumda sağladığı meşruiyet ve rızaya dayandırılarak sürdürülmektedir. Temsili demokrasi bu rızayı sağlamada ve halk demokrasisinin maskelenmesinde ciddi düzeyde yanıltıcı bir rol oynamıştır. 
 
Geleneksel demokrasi anlayışlarının en yaygın biçimlerinden biri temsili demokrasi sistemi, dünya demokrasi mücadeleleri tarihinde kendi dönemi itibariyle bir açılımı ifade etse de, toplumsal sorunların çözümünde bütün dinamikleriyle birlikte toplumu özneleştiren ve yönetim anlayışını demokratikleştiren bir işleve sahip değildir. Bu yönetim biçiminde halk, doğrudan söz ve karar sahibi değildir; bunun yerine, belirli aralıklarla temsilcilerini seçerek nasıl yönetileceğine karar verir. Parlamentolar, meclisler veya hükümetler gibi kurumsal yapılar aracılığıyla yönetim sağlanır ve karar alma mekanizmaları çoğunluk ilkesiyle işletilir. Haliyle azınlık hakları çoğunluğun kararına bağlı bir çerçeveyle sınırlandırılır. Bürokratik işleyiş, merkezîleşme, halk temsilcilerinin elitleşerek kendi varoluş zemininden kopması, yönetim erkinin tekelleşmesi, farklılıkların karar süreçlerinde gözetilmemesi; kadınların, gençlerin ve toplumsal tüm dinamiklerin özne değil yalnızca seçmen olarak görülmesi; devlet gücünün bir kesim adına ele geçirilmesi gibi ulus devlet tekçiliğine ve demokrasinin inkarına ‘seçimlerle’ meşruiyet oluşturan bu sistemin yarattığı sonuçları son bir kaç yüz yılı bulan kanlı tarih kesitleriyle bilinmektedir. Süregelen bu sistemle demokrasi tanımı muğlaklaştığı gibi siyasete olan güven sarsılmış, yalan hile ve kandırma ile birlikte anılarak itibarını yitirmiştir. 
 
Demokratik Çözüm Demokratik Siyasetin Temelidir
 
Elbette bunun yanında, devlet odaklı merkeziyetçi, bürokratik, tekçiliği ve onu besleyen milliyetçiliği derinleştiren siyaset tarzına; toplumun çok önemli bir kesiminden itirazlar yükselmektedir. Bu itirazın radikal dönüşümlere evrilmesi ve toplumsal sorunların aşılması temelinde demokratik çözüm modellerinin oluşturulması, demokratik siyasetin kendini inşa edeceği modeli ifade etmektedir. Tarih boyunca toplumsal sorunlar karşısında geliştirilen çözüm yollarının, son kertede iktidara eklemlenme halleri; demokratik çözümü tartışırken algılarımızı en açık kılmamız gereken noktayı da ifade etmektedir. Her çözümün demokratik olmadığı; bilhassa kavramın iktidar, yönetim ve politika gibi mutasyona uğratılmış kavramlarla öz gücünden uzaklaştırıcı pozisyonu demokratik çözümün kendisini tartışırken göz önüne almamız gereken temel noktadır. Yani, demokratik siyaset kanalları ve yollarını örme sürecinde anti-iktidarcı çözümler üretebilmek; bu anlamıyla radikal demokrasi çizgisinden bir an olsun sapmadan yol alabilmek, esas alınacak çizgiyi gerçek bir alternatif haline getirebilir. 
 
En başta yöneten-yönetilen ilişkisini aşmayı hedefleyerek toplumsal varoluşla uyum içinde bir model oluşturan radikal demokrasi; demokratik çözümün nasıl gelişeceğinin cevaplandığı bir sistemi ifade etmesi bakımından, günümüz itibariyle olmazsa olmaz bir yönetim biçimidir. Bu anlayış, halkın yönetim süreçlerine yalnızca temsilcileri vasıtasıyla dolaylı değil, doğrudan katılımını esas alarak demokrasinin ruhunu hak ettiği tarihsel akışa denk biçimde yaşamsallaştırmanın yöntemini ifade eder. Demokrasinin yalnızca seçimlerle tanımlanmasına karşı çıkar; bu sistemde yer alan bireyden topluluğa tüm birimlerin özne olduğu gerçeğiyle tüm yaşamı barış içinde inşa etmenin mekanizmalarını yine yerelin iradesi ve katılım gücüyle oluşturur. Böylece bireyden topluma demokrasi kültürü gelişerek, bilinçli ve özgür yurttaş haline gelinir. Bir kesimin başka bir kesim üzerinde karar aldığı ve yerele aldığı çoğunluk kararına uymayı dayattığı bir sistemi reddeder. Toplumsal tüm yapıların kendilerinden ve yerellerinden başlayarak genele dair sözünü ve iradesini ortaklaştırdığı bir sistemle denetim mekanizmalarını şeffaf kılar, uygulama yöntemlerini de birlikte oluşturur. Böylece söz ve eylem bütünlüğünü yaratırken, her dinamiğin iradesi de açığa çıkar. 
 
İlkelerini devlet ve iktidar karşıtlığı, kadın özgürlük çizgisi ve içinde yaşadığımız doğayla uyum esaslarıyla oluşturur, politikanın uygulanma zeminlerinde ise sonsuz yaratıcılığa dayanır. Kapitalist modernitenin farklılıkları zıtlaşma ve çatışma zeminine çekerek savaşlara ve toplumsal yıkıma yol açan ideolojik saldırıları karşısında, kimliklerin bir aradalığı, her kesimin kendini demokratik temelde örgütlemesini esas alarak farklılıkları zenginlik olarak tanımlar. Bu anlamda belirtilen yaşam ve yönetim sistemine dahiliyeti zora ve baskıya değil, her kesimin kendi rızasıyla katılımına dayandırmak temel anlayış olur. Belirtilenler çerçevesinde radikal demokraside çözümün dili de savaş değil barış dilidir. Sorunların çatışma ile değil diyalog, müzakere ve demokratik siyaset kanallarıyla çözümünü esas alır. Bu yaşam ve yönetim tarzının toplumun doğal bir aradalık süreçlerindeki sistemle uyumu ifade ettiği açıktır. Barışın, demokrasinin, eşit ve özgür bir aradalığın ruhu kadının demokratik komünal ruhu olmaktadır. 
 
Haliyle, bu dünyayı kadın ruhuyla dokuma mücadelesinde, siyasete kadın ruhunun dokunması, temas halinden özne olmaya evrilmesi, dönüşümün esaslarını radikal bir zemine oturtması da olmazsa olmaz kabilinden bir mesele olmaktadır. Çünkü kadın varlığı, sadece günümüzle sorun yaşamaz. Tarihten günümüze varlık bulan tüm iktidar biçimlenmeleriyle yaşadığı yapısal kriz, kadının bugününe dair çözümlerini de radikal kılar. Bunu, yaşamın her alanını ördüğü gibi toplumsal inşa süreçlerinde de öncülüğü üstlenerek yapması; demokratik modernite paradigmasının da öz değerleri üzerinden yaşam bulmasını sağlar. Haliyle, demokratik ulus ruhunun kadın özgürlük bilinciyle bedenleşmesi; demokratik konfederal yapılanmalar ile dikey ilişkilenme halinin demokratik ağlar bütününe evrilmesi ve toplumsal tüm kesimlerin kendi rengiyle ortak kanala akması, demokratik siyasetin de yaşam bulduğunu gösterir. 
 
Doğal toplum sürecinde, kadın öncülüğünde gelişen tabu ve kurallar toplumun politika yapma süreçlerinde esas aldığı ilkeler bütününü ifade ediyordu. Toplumun üretkenliği, bereketi, doğa ile uyumu, ahlaki niteliği, sanatsal estetik değerleri; bu ilkelerin korunduğu yaşam sayesinde gelişip günümüze bir nehir gibi aktı. Günümüz politik alanının da benzer şekilde kadın özgürlük ilkelerine dayanması; siyasetin ruhundan, mekanizmalarına, savaş ve barış hallerinde ahlaki ilkelerin korunmasından süregelen dil ve üslubun estetize edilmesine kadar dönüştürücü bir rol oynayacaktır. Bu anlamıyla, egemen erkek aklının aşılması temelinde zihniyet devrimini gerçekleştirmek; demokratik siyasetin olmazsa olmaz koşulu olduğu kadar, dönüşmeyen ve egemenliği üreten zihniyet, söylem ve eylemler karşısında toplumun kendi öz savunmasını geliştirmesi demektir. Tam bu noktada, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketinin siyasal alanda yürüttüğü mücadele ve süreç boyunca geliştirdiği ilkelerin; mevcut siyaset tarzını nasıl dönüştürdüğüne bir kez daha bakmak öğretici olacaktır. 
 
Not: Yazının devamı haftaya “Kadın Özgürlük Çizgisinin Siyaset Tarzı” başlığıyla yayınlanacaktır. 
 
Bu yazı Jineolojî Dergisinin “Üçüncü Çizgi” dosya konulu 34. Sayısından kısaltılarak alınmıştır.