Çocuklar neden çalıştırılıyor?

  • 09:01 8 Haziran 2025
  • Çocuk
 
Derya Ceylan
 
HABER MERKEZİ – Çocuk yaşta çalıştırılma; krizle, zorunlu göçle, eşitsizlikle ve güvenlikçi politikalarla her geçen gün büyüyor. Türkiye ve Kürdistan’da çocukların çalıştırılması, 12 Haziran’da yeniden görünür hale geliyor. Ancak devlet politikaları çözüm yerine sorunun parçası olmaya devam ediyor. 
 
12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü, Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında, her yıl olduğu gibi bu yıl da aynı soruyu gündeme taşıyor: “Çocuklar neden hâlâ çalıştırılıyor?”  Bu soru yalnızca bir istisnayı değil, giderek normalleşen bir yapısal sorunu işaret ediyor. Son yıllarda derinleşen ekonomik krizle birlikte, çocukların tarımdan tekstile, hizmet sektöründen sokaklara kadar pek çok alanda sistematik biçimde çalıştırıldığına dikkat çekiliyor. Çocuk yaşta çalıştırılmanın yalnızca yoksullukla açıklanamayacağını söyleyen uzmanlara göre, bu tablo, sınıfsal eşitsizlik, zorunlu göç, kimlik dışlanması, eğitim politikalarındaki yetersizlik ve toplumsal cinsiyet rolleri gibi bir dizi faktörün birleşiminden besleniyor.
 
Tarihsel arka plan
 
Uzmanlara göre, Türkiye’de çocuk yaşta çalıştırılmanın tarihsel kökenleri Osmanlı dönemine kadar uzanıyor. Tarım toplumunun egemen olduğu bu dönemde, çocuk emeği aile üretim birimlerinin doğal bir parçası olarak görülüyordu. Sanayileşmenin sınırlı kaldığı bu süreçte, çocuklar özellikle zanaat ve lonca sistemleri içinde, usta-çırak ilişkileriyle çalışma yaşamına katılıyordu. 
 
Cumhuriyetin ilanından sonra eğitim ve çocuk haklarına dair çeşitli yasal düzenlemeler yapılsa da, kapsayıcı sosyal politika eksikliği nedeniyle çocuk yaşta çalıştırılma sorunu devam etti. Özellikle köy, kasaba gibi küçük yerleşim bölgelerinde çocuklar, hem ev içinde hem de tarlalarda çalıştırıldı. 
 
Çocuk emeği sömürüsü 
 
Ekonomik politikaların dönüşümüyle birlikte çocuk çalıştırma, sadece ailenin katkı gücü değil, piyasada ucuz ve güvencesiz iş gücünün bir biçimi haline geldi. 1980 askeri darbesi sonrasında uygulamaya konulan kapitalizmin de etkisiyle neoliberal politikalar, çocuk yaşta çalıştırılmanın seyrini köklü biçimde değiştirdi. Özelleştirme süreçleriyle birlikte kamu istihdamı daraldı, kırsal destek mekanizmaları zayıfladı ve sosyal devlet anlayışı terk edildi. Bu dönemde yaşanan kentleşme dalgası, çocuk sömürüsünü kırsaldan kent merkezlerine taşıdı. Artık çocuklar yalnızca tarlalarda değil, küçük atölyelerde, sanayi sitelerinde, sokakta ya da ev içi bakım hizmetlerinde çalıştırılmaya başlandı.
 
Özel savaş politikaları ve çocuk yaşta çalıştırılma
 
1990’lı yıllarda Kürdistan coğrafyasında yaşanan çatışmalı süreç ve zorunlu göç, çocuk yaşta çalıştırılmayı derinleştiren en kritik eşiklerden biri oldu. Köy boşaltmaları, yerinden edilmeler ve özel savaş politikaları nedeniyle yüz binlerce kişi kentlere yerleşmek zorunda kaldı. Bu durum, çocukların eğitimle bağını koparmasına, sokakla erken yaşta tanışmasına ve kayıt dışı işlerde çalışmaya başlamasına neden oldu. Zorla göç ettirilen ailelerin çocukları, hem ekonomik baskı hem de sosyal dışlanma nedeniyle okula devam edemedi; güvencesiz ve tehlikeli işlerde çalıştırıldı. 
 
Devletin bu süreçte koruyucu sosyal politika üretmemesi, aksine güvenlikçi yaklaşımları öne çıkarması ise çocuk emeğinin görmezden gelinmesine ve zamanla kurumsallaşmasına zemin hazırladı.
 
Bugünün gerçekliği
 
Çocuk yaşta çalıştırılma, Türkiye ve Kürdistan’da tarım, tekstil, ayakkabı ve mobilya üretimi, hizmet sektörü ve sokak satıcılığı gibi alanlarda yaygın biçimde karşımıza çıkıyor. Özellikle mevsimlik tarım işçiliği, bu sorunun en görünür olduğu alanlardan biri. Riha (Urfa), Mêrdîn (Mardin), Wan (Van) ve Amed (Diyarbakır) gibi illerden Adana, Mersin, Konya gibi batı ve güney bölgelerine göç eden ailelerin çocukları, tarlalarda uzun saatler boyunca çalışmak zorunda kalıyor. Pamuk, domates, fıstık, biber ve narenciye gibi ürünlerin toplandığı alanlarda, 6-17 yaş arası çocukların haftalarca çadır alanlarında yaşadığı ve eğitimden tamamen koptuğu bildiriliyor.
 
Kent merkezlerinde ise Suriyeli ve Afganistanlı mülteci çocuklar, çoğu zaman kayıt dışı, güvencesiz ve düşük ücretli biçimde tekstil atölyelerinde, ayakkabı ve konfeksiyon üretiminde çalıştırılıyor. Özellikle İstanbul, Ankara, Antep ve İzmir gibi büyükşehirlerde çocuk emeği, hem atölyelerin hem de üretim zincirlerinin görünmeyen parçası haline gelmiş durumda.
 
Sokakta ise çocuklar; mendil, su, simit satmak, araç camı silmek, karton ve plastik şişe toplamak, ayakkabı boyacılığı yapmak gibi işlerde yoğun şekilde yer alıyor. Bu alanlar, hem fiziksel emek sömürüsünün hem de psikolojik şiddetin en görünür olduğu mekânlara dönüşmüş durumda. Uzun saatler ayakta kalan, ağır yük taşıyan ya da yoğun trafik içinde çalıştırılan çocukların; trafik kazası, şiddet, taciz ve tecavüz gibi risklerle karşı karşıya olduğu sıklıkla dile getiriliyor.
 
Aile gelirine katkı sağlamak zorunda bırakılan bu çocuklar, aynı zamanda okula devam edemiyor; eğitim yaşamları sekteye uğruyor ya da tamamen kesiliyor. Bu durum, sadece bugünü değil, gelecek yılları da etkileyecek kalıcı bir yoksulluk ve dışlanma döngüsü yaratıyor.
 
Eğitime erişim yok, barınma ve beslenme sorunu yaygın
 
Çalıştırılan çocukların karşı karşıya kaldığı sorunlar, yalnızca ekonomik sömürüyle sınırlı değil. Mevsimlik tarım işçisi olarak çalıştırılan çocuklar çoğunlukla eğitimden kopuk, sağlıksız koşullarda, çadırlarda veya açık alanlarda barınıyor. Hijyenin sağlanamadığı, temiz suya erişimin kısıtlı olduğu bu yaşam alanlarında bulaşıcı hastalık riski artarken, düzenli ve dengeli beslenme de mümkün olamıyor. Uzun saatler güneş altında çalışan bu çocuklar, büyüme çağında olmalarına rağmen yetersiz beslenme ve fiziksel tükenmişlik gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor.
 
Okula devam eden çocuklar ise sezonluk göç nedeniyle yılın büyük bölümünde devamsız sayılıyor ya da hiç kayıt altına alınmıyor. Bu durum yalnızca bireysel eğitim kayıplarına değil, kalıcı bir bölgesel eşitsizlik döngüsüne yol açıyor.
 
Raporlara yansıyan gerçekler
 
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve UNICEF’in 2023 yılı sonunda yayımladığı raporlarda, Türkiye’de çocuk yaşta çalıştırılma oranlarında son beş yılda artış yaşandığı belirtiliyor. Mülteci çocuklar arasında bu durumun daha yaygın olduğu; kayıt dışı çalışmanın, çocukları istismara açık hale getirdiği ifade ediliyor.
 
Kayıtlar gerçeği yansıtmıyor
 
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG)  verilerine göre, 2024 yılında en az 54 çocuk çalıştırıldığı işlerde hayatını kaybetti. 2023 yılında bu sayı 62 olarak kaydedilmişti. Uzmanlar, bu ölümlerin çocuk yaşta çalıştırılmanın yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda yaşam hakkını tehdit eden bir boyutu olduğunu belirtiyor. Sağlık meslek örgütleri, “Çocuk İşçiliğine, Çocuk Yoksulluğuna Ve Çocuk İş Cinayetlerine Hayır” başlıklı açıklamasında son 12 yılda en az 764 çocuğun çalıştırıldıkları işlerde yaşamını yitirdiğini belirtti.  Açıklamada, “Kayıtlı çocuk işçi sayısı 1 milyon 372 bindir. 15-17 yaş grubundaki her dört çocuktan birinin aktif olarak çalıştığı, yaz aylarında ise bu sayının artarak 2 milyona yaklaştığı belirtiliyor” denildi. 
 
Bölgesel eşitsizlikler ve yapısal nedenler
 
Sosyo-Politik Saha Araştırmaları Merkezi (SAMER) tarafından 2024 ve 2025 yıllarında yapılan bölgesel araştırmalar ise özellikle Kürt illerinde çocuk yaşta çalıştırılmanın nedenlerine dikkat çekiyor. SAMER'in saha bulgularına göre zorunlu göç, kırsal yoksulluk, kadın işsizliği ve eğitim altyapısındaki eşitsizlikler çocukların çalıştırılmasını tetikleyen başlıca faktörler arasında yer alıyor. Raporda, Kürdistan kentlerinde çocukların sadece ekonomik değil, aynı zamanda kimliksel, kültürel ve dilsel dışlanmaya maruz kaldıkları, bu nedenle okul terk oranlarının arttığı vurgulanıyor. Araştırma, aynı zamanda bölgedeki çocukların hem ev içi hem de kamusal alandaki görünmeyen emeğinin giderek daha fazla sömürüldüğüne dikkat çekiyor.
 
Kız çocuklarının görünmeyen yükü
 
Uzmanlar, çocuk yaşta çalıştırılmanın toplumsal cinsiyet temelli bir boyut taşıdığını da vurguluyor. Kız çocuklarının emeği çoğu zaman ev içinde ya da görünmeyen hizmet alanlarında kullanılıyor. Tarımda çalışan kız çocuklarının aynı zamanda yemek, hasta bakımı ve kardeş sorumluluğu gibi çoklu iş yüküyle karşı karşıya kaldığı ifade ediliyor.
 
Yasa var, uygulama yok
 
Türkiye'de çocuk yaşta çalıştırılmayı önlemeye yönelik yasal düzenlemeler bulunsa da, denetim eksikliği ve sosyal hizmet kapasitesinin sınırlı olması nedeniyle uygulamada yeterli sonuç alınamıyor. Belediyelerin çocuk çalıştıran işletmelere yönelik denetim politikalarının zayıf olduğu, sosyal yardım mekanizmalarının ise yetersiz kaldığı belirtiliyor.
 
Sömürünün yeni biçimi: MESEM’ler
 
İktidarın son yıllarda teşvik ettiği meslek liseleri ve çıraklık programları, çocuk yaşta çalıştırılmanın kurumsal biçimlerinden biri haline gelmiş durumda. “Beceri eğitimi” adı altında öğrencilerin sanayi işletmelerine yönlendirilmesi, çocuk emeğinin işyerlerinde meşrulaştırılmış bir form kazanmasına neden oluyor.
 
Uzmanlar, bu sistemin özellikle yoksul ailelerin çocuklarını erken yaşta üretim sürecine dahil ettiğini, staj ve çıraklık gibi kavramlar üzerinden güvencesiz, düşük ücretli ve denetimsiz bir çalışma rejimini kalıcılaştırdığını belirtiyor. Meslek liselerinde okuyan çocuklar haftanın üç ya da dört günü atölyelerde çalışırken, çoğu zaman sigorta yapılmadan, meslek hastalıkları ve iş kazalarına karşı koruma olmadan çalıştırılıyor.
 
Çocuk yaşta çalıştırılmayı ortadan kaldırma iddiasıyla sunulan bu modellerin, özellikle denetim eksikliği ve eşitsiz dağılım nedeniyle çocukları daha da korumasız hale getirdiği ifade ediliyor.
 
Eleştiriler ve talepler
 
Uzmanlar, çocuk yaşta çalıştırılma sorununu yalnızca yoksullukla sınırlı gören yaklaşımların yetersiz olduğunu belirtiyor. Sorunun çözümü için yapısal nedenlere odaklanan, veri temelli, çocuk odaklı sosyal politika mekanizmalarının geliştirilmesi gerektiği vurgulanıyor. Ayrıca denetimlerin yaygınlaştırılması ve yerel dayanışma ağlarının güçlendirilmesi talepler arasında yer alıyor.
 
Çocukların hayatına dokunacak politikalara ihtiyaç var
 
12 Haziran vesilesiyle yeniden gündeme gelen çocuk yaşta çalıştırılma sorunu, sadece bir günün değil, yıllara yayılan eksikliklerin sonucu olarak değerlendiriliyor. Uzmanlar, çocukların okulda, parkta ve oyun alanlarında olması gerektiğini, yaşam hakkının korunmasının öncelik haline getirilmesi gerektiğini vurguluyor.