Termik santral kıskacı: Muğla’da ölüm oranı yüzde 23 arttı
- 09:02 6 Aralık 2025
- Ekoloji
Melike Aydın
MUĞLA - Kömür madenciliği, Akbelen Ormanlarının yok edilmesi nedeniyle iklim, gıda ve su krizinin ayak sesleri daha yakından duyulmaya başlarken; Toraks Derneği Başkanı Sebahat Genç hava kirliliğinin en çok hissedildiği Yatağan’da Bodrum’a göre 2015-2020 arsında ölüm oranının yüzde 23 fazla arttığını ortaya koyduklarını söyledi.
Muğla’da iklim krizinin etkileri su kıtlığı ve ekolojik yıkım olarak derinleşirken, Yeniköy-Kemerköy Termik Santralleri için Akbelen Ormanları’nın tahribatı sürüyor. Akbelen’de yaşayan yurttaşlar, yağış rejimindeki bozulmaya, büyüyen su ve gıda krizine dikkat çekiyor; evlerin içine kadar dolan kömür tozu nedeniyle ölümcül akciğer hastalıklarına yakalanmaktan endişe ediyor.
İnsanca yaşam talebini dile getiren bölge halkı, yaşam alanlarının sistematik biçimde yok edildiğini vurgularken Türk Toraks Derneği Başkanı Sebahat Genç, yürüttükleri çalışma ile termik santrallerin Muğla’daki yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürdüğünü ortaya koyduklarını belirtiyor.
Çamların sökülmesi nedeniyle kuraklığın başladığını, kuraklığın da kıtlığa yol açacağını dile getiren Ataç Yakar, her yıl ekim ayında yağan yağmurun bu yıl kasım ayında yağmaması nedeniyle sarımsağı da geç ektiğini ifade etti. Aytaç Yakar, “Böyle olursa açlıktan öleceğiz. İklim değişti. Biz iklim nedir bilmezdik ama öğrendik. Kömür ocağı evlerimize kadar geldi. Sabah dinamit attılar. Yedi kat yerin altına giriyorlar. Milas, Bodrum susuz kaldı. Barajlarda su yokmuş. Susuz, topraksız, havasız yaşanmaz. Kirli elbiseler giyeceksiniz, havasız kalacaksınız, para da bulunmayacak zamanla cebinizde. Millete şaka gibi geliyor ama değil; her şey çok ciddi. 151 tane zeytin dikeceğiz dediler. 5-6 tane zeytin dikmişler. Bir de üç günde 5 santimetre uzadı dediler. Dalga geçiyorlar bizimle. İkizköy Deresini kuruttular. Su, dinamit patlata patlata yerin altına gitti” şeklinde belirtti.
Akbelen Köyü’nde oturan İlkay Demir de evinin hemen karşısında kömür çıkarıldığını, dinamit patlatılması nedeniyle evlerinin sarsıldığını belirterek yoğun toza maruz kaldıklarını ifade etti. İlkay Demir, “Dinamit atılacak diye korkuyla yaşıyoruz, taşlar eve gelebilir. Zeytin ağaçlarımız tozun içinde. Biz kömür değil toprak istiyoruz. Zeytinlerimiz, eski hayatımız geri dönsün istiyoruz. Doğa zarar görmeyecek diyorlar. Oysa önceden buralar yeşil ormandı. Eskisi gibi verim yok. Hapşırmaktan, öğürmekten boğazımız doldu. Bir gün akciğer hastası olabilirim, kanser olabilirim. Köylerde KOAH, kanser hastası var. Geçenlerde bir kızı kaybettik. Arkada çıkarılan tozu sulamazlarsa daha çok insanı kaybederiz” şeklinde ifade etti.
‘Şirket kamu sağlığını tehlikeye sokan kasıtlı çalışmalar yürütüyor’
Akbelen'de 2023 yılındaki büyük kesimin ardından şirketin hızla faaliyetlere başladığını ifade eden yaşam savunucusu Esra Işık, 2025’te çıkan zeytinlik kanunu sonrasında zeytinliklerin söküldüğünü kaydetti. Şirketin kamu sağlığını tanımadığını ifade eden Esra Işık, “Şirket, madeni sulamak, yerleşim yerlerine yakın faaliyet göstermemek gibi yapılması gereken kuralları çiğniyor. Bizi buradan göndermek için özellikle
bir işkence hâline getirdikleri yöntemler var. Sabahları özellikle çok ciddi kömür kokuları yayılıyor. Dışarı ne çamaşır asabiliyorduk, ne hayvanlarımızı otlatabiliyorduk, ne dışarı çıkabiliyorduk. Köylülerin evlerin içine hapsedildiği bir yaşama zorlandık. Buraya bir hava ölçüm cihazı getirildi; olması gereken seviyenin çok üzerinde bir hava kirliliği tespit edildi” diye belirtti.
‘Köy halkı insanca yaşamak istiyor’
Özellikle son 5 yıldır kanser ve akciğer hastalıklarından çokça yurttaşın hayatını kaybettiğini belirten Esra Işık, “Onlardan biri Zehra nenemizdi. Canımızın bir kıymeti yok. Tek istediğimiz insanca yaşamak. Yeniköy–Kemerköy Termik Santralinin 40 senelik bir hükümdarlığı var. Onlarca köy yok edildi. Ellerindeki bütün güce rağmen kaymakam, vali, jandarma, para bütün yasal baskılarına rağmen vazgeçmeyen köylü topluluğu var. Bizden sonra yok olacak daha onlarca köy ve binlerce insan var. Yatağan’da da benzer bir durum söz konusu. Yurdun dört bir tarafında bunun yaşandığını, insanların madenlerden neler çektiğini biliyoruz. Hepsiyle kader ortağıyız ama bu bizim kaderimiz değil. O yüzden de mücadelemize devam ediyoruz” şeklinde konuştu.
‘Muğla’daki santrallerin yaşama etkisi araştırıldı’
Termik santrallerin Muğla’daki yaşam kalitesini nasıl etkilediğine dair Türk Toraks Derneği Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu lokal bir çalışma gerçekleştirdi. Yatağan’daki kömürlü termik santralin sağlık etkilerine dair ölüm oranlarını ve nedenlerini araştırdıkları proje ile Yatağan ve termik santrallerden hava hareketleri nedeniyle en az etkilenen ilçe olan Bodrum kıyaslandı.
‘2015–2020 arasında ölüm oranı yüzde 23 fazla’
Çalışmada bulunan dernek başkanı Sebahat Genç, proje için Bodrum’la Yatağan’daki devlet hastanesindeki hasta başvuruları ve hastalık nedenlerini ortaya çıkarmak adına kayıtlara bakmak istediklerini; ancak kişisel verilerin saklanması kanunu gerekçesiyle Sağlık Bakanlığı, SGK ve TÜİK’in bu verileri vermediğini kaydetti. Sebahat Genç, “Biz de Muğla Belediyesi'nden 2018–2020 arası Bodrum ve Yatağan'ın defin kayıtlarını, oradan da sözel olarak otopsi yoluyla ölüm nedenlerini araştırmaya çalıştık. Yatağan'da Bodrum'a göre ölüm oranları 2015–2020 arasında yüzde 23 daha fazla bulundu. Ölüm nedenlerinde ise kalp-damar hastalıklarından ölüm oranlarının anlamlı olarak Yatağan’da daha yüksek olduğunu bulduk. Akciğer kanseri nedeniyle ölümler biraz daha yüksekti ama istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. Onun dışında bu ölümler arasında 8 kişi santralde çalışanlardı. Yanlış hatırlamıyorsam ikisi akciğer kanserinden ölmüştü; diğer nedenler de kalp krizi, KOAH ya da akciğer embolisi gibi. Yatağan Devlet Hastanesindeki akciğer kanseri oranları Bodrum Devlet Hastanesi'nden 8 kat daha fazla; 5 kat da şeker hastalığı, ritim bozuklukları daha fazla” şeklinde konuştu.
‘Verilen ruhsatlar, maden arama izinleri sağlık sorunlarını artıracak’
İklim krizinin temel nedeninin hava kirliliği olmasına rağmen çok sayıda maden ruhsatı verildiğini, ormanlık alanların maden aramalarına açıldığını ifade eden Sebahat Genç, tamamen para kazanılmasına odaklanıldığını ifade etti. Ormanların aynı zamanda karbondioksiti emerek iklim krizinin ilerlemesini, yani sera gazı etkisini azalttığını kaydeden Sebahat Genç, “Toprak yapısı bozuluyor. Yine tarım alanları, zeytinlikler madenlere veriliyor. Oysa ki bizi gelecekte bekleyen en büyük tehditler susuzluk ve gıda krizi, birçok sağlık sorunu, aşırı hava olayları.
Bunlar yapıldığında bu riskler daha da artıyor. Bodrum'da büyük bir su sıkıntısı var. Ülkemizde birçok ilde bu sıkıntı var ve artacak; sağlık sorunları artacak. Bir yandan da yangınlarla ormanlık alanlarımızı kaybediyoruz. Muğla'nın turizmi de bundan etkilenecek” diye belirtti.
Bunlar yapıldığında bu riskler daha da artıyor. Bodrum'da büyük bir su sıkıntısı var. Ülkemizde birçok ilde bu sıkıntı var ve artacak; sağlık sorunları artacak. Bir yandan da yangınlarla ormanlık alanlarımızı kaybediyoruz. Muğla'nın turizmi de bundan etkilenecek” diye belirtti.
‘Yaşam kalitemiz düşüyor’
İklim krizi ve hava kirliliğinin sorumlusunun gelir düzeyi yüksek kesimler ve güçlü gelişmiş ülkeler olmasına rağmen bundan en çok düşük gelirli kesimlerin etkilendiğini belirten Sebahat Genç, en fazla da kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanların etkilendiğini kaydetti. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) Türkiye’nin hava kalitesinin sınır değerlerinin üzerinde olduğuna vurgu yapan Sebahat Genç, “Her zaman sağlık hizmetlerine ulaşım sorunlarından, hastanelerin dolduğundan bahsediyoruz. Bir nedeni de bu. Hastalıklar da artıyor. Çünkü sağlıksız bir çevrede yaşıyoruz, kötü hava soluyoruz. Bu kirleticiler toprağı da kirletiyor. Oradan suyu ve besinlerimizi kirletiyor. Bu, gıda sağlığından temiz suya ulaşıma kadar hayatımızı etkiliyor” sözlerini kullandı.
‘İklim krizi tropik hastalıkların görülmesine neden oluyor’
İklim krizinin seller, aşırı sıcaklar gibi etkilerinin de toplum sağlığını olumsuz etkileyeceğini kaydeden Sebahat Genç, “Covid salgını da aslında iklim kriziyle ilişkili bir durum. Çünkü habitatlarının kaybolmasıyla hayvanlar doğal ortamlarından uzaklaşıyorlar ve bu, Çin'deki yabani hayvanların insanlarla temasından bu virüsün ortaya çıktığını biliyorsunuz. Böyle giderse yeni salgınlar da bizi bekliyor. Havalar ısındıkça Akdeniz iklim kuşağındaki Türkiye’de, burada olmayan tropikal hastalıklar sıtma, Batı Nil virüsü, Zika virüsü gibi ülkemizde görülmeye başlandı. Aslında tüm Türkiye’de çok kapsamlı bir sorun yaşıyoruz” dedi.
‘İlk iş fosil yakıtlardan çıkılmalı’
Toraks Derneği olarak sürdürülebilir bir sağlık ve yaşamdan yana tavır koyduklarını ifade eden Sebahat Genç, öncelikle insanın doğanın hâkimi değil, doğayla bir bütün olduğunu bilmesi ve buna göre politikalar üretmesi gerektiğini savunduklarını söyledi. Paris İklim Anlaşması imzalandıktan sonra her yıl tarafların COP konferanslarında ne yapılabileceğini konuştuklarını belirten Sebahat Genç, “İlk en önemli şey fosil yakıtlardan çıkılması. Muğla’da üç termik santral var ve üçü de ömrünü tamamlamış. Türkiye'nin elektrik gücüne katkısı yüzde 2 ve bu yüzde 2'lik kısım olmasa da olur; bizim zaten kurulu güç fazlamız var. Enerji üretimini özel şirketlere verdiğinizde kâr amacı güdüyorlar. İhtiyaç fazlası üretip devletten bunun parasını alıyorlar. Gerçekten enerjiye ihtiyacımız nedir, bölgesel olarak bunların planlanması lazım ve bunun da fosil yakıtlardan değil, temiz enerji dediğimiz yenilenebilir kaynaklardan sağlanması lazım” şeklinde ifade etti.
‘Sağlıklı çevrede yaşamak insan hakkıdır’
Tüm dünyada paradigmaların ve yaşam tarzlarının değiştirilmesi gerektiğini sözlerinin ekleyen Sebahat Genç, “Gıda krizi çok önemli ve ülkemiz açısından stratejik. Tarımın ülke ihtiyaçlarına yetecek seviyeye gelmesi lazım. Çevresel etki değerlendirmesi, sağlık etki değerlendirmesi yapılmadan maden izinlerinin verilmemesi gerçekten kritik. Sürdürülebilir yaşam, torunlarımızın sağlıklı yaşaması için karar vericilere büyük görevler düşüyor. Halkın bilinçlenmesi, talep etmesi gerekiyor. Çünkü sağlıklı bir çevrede yaşamak bir insan hakkıdır” dile getirdi.







