‘Önlem alınmazsa İzmir de kendi müsilajını üretebilir’

  • 09:35 3 Temmuz 2021
  • Ekoloji

Melike Aydın

İZMİR - İzmir Körfezi'nin yakın süreçte müsilaj tehlikesinin bulunmadığını ancak özellikle çevre illerde gerekli önlemler alınmazsa İzmir’in de kendi müsilajını yaratacağı uyarısında bulunan İzmir Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Helil İnay Kınay merkezi yönetimlerin sorumluluklarını yerine getirmemesi gerektiğine dikkat çekti.
 
Marmara Denizi deniz salyası olarak bilinen Müsilajın etkisi altında. Ekosistemi tehdit eden müsilajın, temizlenmesi yönünde çalışmalar başlatılsa da yayılmasını önleyemediği görülüyor. Erdek, Yalova, Mudanya, Gemlik, Gebze, Gelibolu, Kocaeli, Tekirdağ, İstanbul ve Adalar sahillerinin yanı sıra Ege ve Karadeniz’de de müsilaj görüldü. Şimdilik müsilajın olmadığı ama çevre illerin temizlenmediği takdirde tehlikeyle yüz yüze olan alanlardan biride Ege Körfezi. 
 
İzmir Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Helil İnay Kınay,ajansımıza yaptığı değerlendirmede; yakın tarihte İzmir Körfezi’nde benzer bir tehlikenin görülmediğini ama körfeze dökülen Başta Gediz Nehri olmak üzere 29 nehir ve derenin çevre illerden arıtılmayan sanayi, tarım, evsel atık, jeotermal enerji gibi atıklarla İzmir’in de kendi müsilajını yaratma tehlikesi olduğu yönünde uyarıda bulundu.
 
‘Su kaynaklarının yüzde 70’i kullanılmayacak durumda’
 
Alınmayan önlemler, gerçekleştirilmeyen yatırımlar nedeniyle Marmara Denizi’nde müsilaj tehlikesine dönük uyarının yapıldığını belirten Helil, Marmara Denizi’nde, 25-30 milyonluk nüfusun ve sanayi atıklarının arıtma teknolojilerinin ve standartların uygulanmaması nedeniyle kirleticilerin yüzde 70’inin doğrudan denize verildiğini dile getirdi. 2006-2008 yıllarında konuya ilişkin çalışmaların olduğunu, bu sorunun her yerde hava, toprak ve su kirliliği olarak yaşandığını kaydeden Helil “Çevre Bakanlığı TÜİK istatistikleri su yönetimiyle ilgili çalışmalar değerlendirildiğinde kaynakların yüzde 70’inin kullanılamayacak kalitede olduğunu görüyoruz. Yeraltı su kaynaklarının da yüzde 40’tan fazlası kirlenmiş durumda. Bu yüzeysel sular yol aldıkları süreç boyunca geçtikleri yerlerde sanayi, tarım madencilik, turizm faaliyetleri, enerji tesislerinin yaptığı etkiler ve bütün kirleticileri de taşıyarak denize döküldüğü noktaya taşıyor” dedi.
 
‘Körfeze dökülen nehirler çevre illerden kirlilik taşıyor’
 
Büyük kanal projesinin devreye girdiği 2000’li yıllardan itibaren İzmir’in atık sularının arıtılarak denize deşarj edildiğini ifade eden Helil, son 20 yılda körfeze İzmir’den atık su girişinin yapılmamasına rağmen, Körfezin 40 yıl önceki gibi yüzülebilir durumda olmadığını ifade etti. Navigasyon kanalının açılması ile körfezdeki akıntı hızını artırma çalışmaları yapıldığını ancak çevre kirliliğinin oluşmasından sonra geriye dönmenin mümkün olmayacağını vurgulayan Helil, “Gediz ve Küçük Menderes’te Kuzey Ege havzasında Gördes’te yaşadığımız süreç bunun benzeri. Gediz nehriyle beraber Uşak, Manisa ve İzmir’in tüm atıkları tarım, sanayi madencilik faaliyetlerinden gelen atıklar var. 4 buçuk milyon nüfusa tekabül ediyor” diye belirtti.
 
‘Çevre sorunları bütünlüklü yönetilmeli’
 
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre İzmir’in atık sularının yüzde 97 oranında Avrupa standartlarında arıtıldığını belirten Helil, Manisa, Uşak Kütahya gibi henüz arıtma sistemi tam olmayan ve Gediz Nehrinden taşınan atıkların yarattığı kirlilik sorununu İzmirlilerin yaşadığını dile getirdi. Helil, “Çevre sorunları bütünsel bir şekilde yönetilmesi gereken tüm faaliyetleriyle planlanırken yük hesabının yapılması çevresel etkilerinin neler olacağı alınan kararların ne sonuç doğuracağı ortaya konması aynı zamanda denetimlerin çok doğru yapılması gerekiyor. Tüm bu süreçlerin eksik aksak olduğunu arıtmaların yetersiz olduğunu görüyoruz” şeklinde konuştu.
 
‘Standartlara uygun atık su arıtma oranı  yüzde 30’larda’
 
TÜİK 2018 rakamlarına göre atıkların işlemden geçirilme oranının yüzde 60’larda olduğunu söyleyen Helil, “Yani iki insandan birinin ürettiği atık arıtılmadan denizlere dökülüyor. Avrupa standartlarında arıtılan suyun yüzde 30-35’ini İzmir tek başına arıtıyor. Kentlerde, sanayide tarım alanlarında altyapının denetimi yetersiz. Bu tarım arazilerinde yetişen gıdayı, hayvanları yiyoruz. Havayı soluyoruz suyu tüketiyoruz” diyerek dikkat çekti.
 
‘Uygulamadaki aksaklıklar raporlarla ortaya konuyor’
 
Su yönetiminin parçalı olduğunu ve mevzuat ve uygulama süreçlerinde farklı birimlerin devrede olmasının büyük bir eksiklik olduğundan söz eden Helil şöyle devam etti: “Su yönetiminin planlanmasından Devlet Su İşleri sorumlu. Suyun arıtılması, tesislerin denetiminden ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sorumlu. Yerel yönetimler kanalizasyon, altyapı tesisleriyle ilgili süreçlerden, Tarım Bakanlığı ve ilgili yapıları tarımsal süreçlerden ve kirleticilerle ilgili süreçlerden sorumlu. Her sektörün kendi mevzuatları kapsamında da diğer mevzuatla bağlantılı olarak, diğer arıtmalarda deşarjla ilgili süreçlerden sorumlu. Bunla ilgili farklı denetimler var. Dolayısıyla suyun yönetimiyle ilgili çok fazla kurumun sürecin içerisinde olduğu, çok fazla kurumun raporlama yaptığını görüyoruz. Ama bunların koordinasyonu ortaya konulan raporları uygulama çalışmasındaki aksaklıkları da zaten ortaya çıkan su kalitesi verileri ortaya koyuyor.” 
 
‘Tedbirler uygulansa dahi su kalitesi 25-30 yıl sonra artabilir’
 
Su Yönetimi Genel Müdürlüğü ve havzaların yönetiminden sorumlu bir Genel Müdürlük bulunduğunu ve son yıllarda TÜBİTAK gibi kuruluşların da dahil olduğu 25 havzayla ilgili çalışmaların başlatıldığını belirten Helil, çalışmalarda yüzey sularının tamamının kirlendiğini evsel atık, sanayi, madencilik, jeotermal, tarım ve hayvancılık faaliyetlerinden kaynaklanan kirleticilerin etkisinin ortaya çıktığını söyledi.Helil, “Marmara Denizindeki müsilaj sürecine benzer çeşitli öneriler ortaya konmuş durumda. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün raporlarındaki öneriler uygulamaya konsa bile önümüzdeki 20-25 yılda çok belirgin iyileşme beklenmiyor. Ancak kararlı ve istikrarlı şekilde tedbirler alınırsa 25-30 yıl sonra su kalitesi artışını görebiliriz” dedi.
 
‘Suyun bittiği yerdeyiz’
 
Tablo bu kadar kötüyken ve yasalarda zorunlu olan tesislerin yapılmadığına, denetimin sağlanmadığına ve nüfus yükü ile planlanan faaliyetleri göz önünde bulundurarak içinde bulunduğumuz zamanı suyun bittiği yer olarak tarif eden Helil, “Çok daha kontrollü denetimli gitmemiz gerekirken bu faaliyetlerin kirletmesinin önünü açacak, yaşam kalitemizi düşürecek çalışmalara izin verildiğini, denetimlerin yetersiz olduğunu görüyoruz. Bunu denetim sayıları ve ortaya çıkan sonuçlarda görüyoruz. Kendi bölgemizde çevre durum raporlarımızda bahsediyoruz Gediz, Büyük ve Küçük Menderes, kuzey havzaları İzmir’in, Manisa’nın içme ve kullanma kaynakları büyük çevresel riskleri olan madencilik faaliyetleri nedeniyle kirlenme riski altında. Davalarda Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporları ve raporlardaki yetersizlikleri ortaya koyuyoruz. Buna rağmen kirletici riski yüksek faaliyetlere izinler veriliyor” diye ifade etti.
 
‘Acil önlemler alınmalı’
 
İzmir barajlarının doluluk oranları ve suyun niteliği konuşulurken, normal doğa olaylarının afete dönüştüğünü, İzmir’in su ihtiyacına ilişkin 15 ay sonrasını göremediklerini ifade eden Helil, buna rağmen Tahtalı Barajını tehdit eden Efem Çukuru’nda ÇED Raporları iptal kararlarına rağmen, maden işletmesinin üretime devam ettiğini, Gördes’te, Manisa’nın içme suyu olarak planlanan havzada Liken madeni işletmesinin, yıllık üretimi 1 milyon ton olacak olan bir sülfürik asit projesinin devam ettiğini vurgulayarak şunları kaydetti: “Gediz Nehrine kıyısı olan Turgutlu Çandar’da bir liken madeni projesi ile ilgili ÇED süreci yürütmüştü. Uşak Kışladağ’da iptal edilen altın madeni projesiyle ilgili iptal edilen ÇED sürecini yürütmüştük Bir an önce kirleticileri ortadan kaldırmak için acilen çalışmalar yapılması gerekiyor. İklim değişikliği etkiler de gelince tablo giderek daha da karanlık hale geliyor.”
 
‘Müsilaj son uyarıydı’
 
Marmara Denizindeki müsilajın son bir uyarı olduğunu, tek başına bir sanayi tesisinin ya da tarım bölgesinin çevresel riskleri yönetmesinin yeterli olmadığını hatırlatan Helil, merkezi ve yerel idarelerin, bileşenleriyle beraber sektörlerin ve tüketicilerin farkındalığını ortaya koyması gerektiğinin altını çizdi.Helil, “Bir bileşenin bile eksik olması halinde olumsuz sonuçları daha ağır yaşayacağız. En önemli parça yönetim politikası. Suyun adilce kullanıldığı, kaynakların korunduğu, ekoloji, doğa ve kamu yönetimi kapsamında bir su yönetimi ortaya konmalı” diyerek,  son olarak “Müsilajın Ege kıyılarına gelmesine ilişkin risklerin değerlendirilmesi gerekiyor. Körfezin kendi özel yapısı içinde bir iç körfez ve bu körfeze gelen kirlilik yükü ve dereler vasıtasıyla gelen kirlilik değerlendirilmesi gerekiyor. Temizlenmez ise İzmir de kendi müsilajını yaratacaktır” diye ekledi.