Tüm canlılar büyük bir tehlike altında

  • 09:02 5 Haziran 2023
  • Ekoloji
 
AMED - Devletlerin doğaya ve ekolojiye yaklaşımlarındaki çelişkilere işaret eden Ekoloji Derneği aktivisti Leyla Çit, bu dengenin bozulmasıyla tüm canlıların büyük bir tehlike altında olduğunu kaydetti, “İnsan-doğa ilişkisi düzelmedikçe ne ekolojik denge ne de ekolojik barış sağlanabilir” diye ekledi.
 
Dünya Çevre Günü, İsveç'in Stockholm kentinde 1972 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Konferansı’ndan günümüze, her yıl 5 Haziran'da çevrenin korunması konusunda dünya çapında farkındalık yaratılması amacıyla çeşitli etkinliklerle karşılanıyor. Ancak devletlerin  bir yanda küresel talanı  sürdürürken, diğer yanda çevresel farkındalık yaratma iddiasında bulunması, ekoloji hareketleri ve yaşam savunucuları tarafından tepki ile karşılanıyor. Günümüzde doğal kaynakların gün geçtikçe tükendiği, çevre kirliliğinin had safhaya ulaştığı görülüyor.  Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre her yıl hava kirliliği nedeniyle 7 milyon insan hayatını kaybediyor. Tüm dünyada yaşam yok olma tehdidi ile karşı karşıya olurken, bu Türkiye için de geçerli. Kurdistan ve Türkiye coğrafyasında ağaç katliamından orman yangınlarına, barajlardan enerji santrallerine kadar rant politikaları ile doğada kalıcı tahribatlar oluşturuluyor. 
 
Amed’de Ekoloji Derneği aktivisti Leyla Çit de dünyada ve ülkede doğaya yönelik politikalara değinerek, neler yapılması gerektiğine dair önerilerde bulundu.
 
Krizin gerçek nedeni gizleniyor
 
İklim krizinin nedenlerinin söylenilenin ötesinde başka nedenleri olduğunu vurgulayan Leyla, “Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen Dünya Çevre Günü bizler açısından, yani ekolojiye toplumsal ekoloji perspektifiyle yaklaşan; buna çevreci hareket gibi değil, daha çok toplum, özgürlük, kadın doğası bakışlı bir paradigma olarak yaklaşan kitle açısından, gerçek sorumluları gizleyen bir yerde duruyor. İklim krizinin nedenlerinde bu yıl plastik madde kullanımına odaklanıldı. Oysaki bizler biliyoruz ki iklim krizinin bireysel nedenlerden ziyade sermaye, hiyerarşik yapılar, kapitalist devlet modeli, yönetim biçimleri gibi derin ve büyük yıkımlara yol açan nedenleri vardır. Esas nedenler konuşulmayıp bu gibi sebeplere odaklanıldıkça ekolojik inşanın mümkün olabileceğini düşünmüyoruz” dedi.
 
Ülkelerin çevreye yaklaşımda ikircikli tutumu
 
Leyla, kayyımlardan sonra belediyecilik anlayışıyla doğa alanlarına müdahale edildiğinin altını çizdi. Kayyımın doğayı daha çok işgal ettiğini belirten Leyla, “İnsanlar için doğanın önemi ve faydasından ziyade kendileri için önemli olan daha çok rant politikasıdır. Kayyım politikalarından sonra olayın bir de Kürt politikaları adına yürütülen savaş politikaları var. Dünya Çevre Günü kutlanırken ülkeler yeşil devlet projeleriyle, yeşilcilik anlayışını duyururken hiçbir zaman kimyasala karşı sert bir tutum izlemiyor. Çünkü bunun sorumluları onlardır. Bunun yürütücüleri olarak göstermelik bir çevrecilik anlayışıyla halktan gerçek sorumluları gizlenerek bu tablonun günden güne felakete yol açmasına neden oluyor” ifadelerini kullandı.
 
‘Kürt bölgeleri insansızlaştırılmak isteniyor’
 
Doğa talanı politikalarının Türkiye’nin her yerinde aktif olduğunu kaydeden Leyla, sermaye, şirket ve egemen aklın doğayı her yerde hedef aldığını söyledi.  Toplumların, bu benzerliği ve politikayı fark etmesi gerektiğine işaret eden Leyla, “Karadeniz’de köyünün mücadelesini veren kadınla Rojava’da özgürlük mücadelesi veren kadının bir anlamda varlık mücadelesi aynıdır. Bu fark edildiğinde toplumlar büyük gerçeği görmüş olacak. Köyü için mücadele eden Karadenizli, Egeli ve Kürdistanlıların aslında doğayla bütünlüklü ilişkisi mevcut iken; devletli kapitalist yapılar bu noktada öteki gruplar oluşturarak gündemi farklı alanlara taşıyor. Bu da büyük gerçeğin görünmesini engelliyor. Ayrıca rant politikası Kürdistan’da daha özel bir politika ile yürütülüyor. Bu anlamda Cudi ile Şırnak örneği verilebilir. Cudi’de Türkiye’nin her yerinden büyük bir ekoloji yürüyüşü gerçekleştirilmişti. Aslında bu toplumsal ekoloji eğilimiydi. Şırnak’ta aylar boyunca bir kentin ağaçlarının hiçbir gerekçe gösterilmeden kesildi. Görüyoruz ki önceden ormanları yakan zihniyet bu defa ‘Neden yakalım? Keselim, biz tekrar bu odunları satıp bundan da para kazanalım’ düşüncesini bunu sermaye ile birleştirdi. Türkiye’nin her yerinde talan politikaları devreye konulmuş durumdadır. Bu ormansızlaştırılmak istenen, insansızlaştırılmak istenen Kürt bölgelerinde maalesef ki daha çok yapılıyor” şeklinde konuştu.
 
‘İnsan ve doğa ilişkisi düzeltilmeli’
 
Leyla, ekolojik dengenin korunması ve talanın engellenmesi için neler yapılması gerektiğine dikkat çekerek, şunları söyledi: “Şu an var olan yanlış yönetim biçimlerinin, doğa ve insan ilişkisinin birbirinden ayrıştırılıp tekrar dengeye ulaşması gerekiyor. İnsanın insana tahakkümüyle doğaya tahakkümü de başladı. Bu ilişkiler düzelmedikçe ne ekolojik denge ne de ekolojik barış sağlanabilir. Bizler yaşam alanlarımızda tekrar doğayla bütünlüklü bir ilişki içinde olmadığımız sürece diğer türler de tehlike altında ve yok olmayla karşı karşıya kalacak. Buna bir örnek vermek gerekirse Gezi direnişi toplumsal ekolojinin bir örneğidir. Bir ağaçtan başlayan ve bir ağaç için verilen mücadele topluma yapılan baskılara karşı bir direnişe dönüştü. Aslında doğanın özgürlüğü, toplumun özgürlüğüyle iç içedir ya da bir kadının özgürlüğü, bir ağacın, bir hayvanın özgürlüğü bir bütünen ekolojinin bir parçasıdır. Gezi’deki ruh gibi bütünlüklü ve birlikte mücadele ile ekoloji mücadelesi toplumsallaşarak, halkla birlikte bu bilgi su yüzüne çıkartılarak daha da büyütülmelidir.”