Kübra Özyurt: İhmaller yıkıyor, biz dayanışmayla ayağa kalkıyoruz!
- 09:02 27 Kasım 2024
- Güncel
Arjin Yüksekbağ
ANKARA – BERABERİZ Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kübra Özyurt, “Deprem değil, ihmaller öldürüyor bizi” diyerek, deprem sonrası yaşanan ihmal, rant ve yetersizliklerle mücadele etmek için başlattıkları çalışmaları sürdürüyor. Kübra Özyurt, “Yaptığımız çalışmalar çölde bir kum tanesi, okyanusa bir damla olsa da mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz” dedi.
Asrın felaketi olarak ifade edilen 6 Şubat Mereş depremlerinin üzerinden 21 ay geçti. Bu süreçte, bölgedeki 11 ili etkileyen ve büyük bir yıkıma yol açan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin ardından, yaraların hâlâ sarılamadığı ve sorunların giderek derinleştiği görülüyor. Depremzedelerin yaşadığı sorunlar ile yerine getirilmeyen sözler dikkat çekiyor.
“Yeterli saha araştırmaları yapılmadığı için bizler ölüyoruz. Deprem değil, ihmaller öldürüyor bizi” diyen BERABERİZ Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kübra Özyurt, bu ihmaller sonucunda annesini, sevdiklerini ve akrabalarını kaybetti. Yaşadığı acıların ardından BERABERİZ Derneği’ni kuran ve derneğin yönetim kurulu başkanlığını yürüten Kübra Özyurt ile hem o süreçte yaşadıklarını ve depremde şahit olduklarını hem de derneğin çalışmalarını konuştuk.
“Dünya tersine dönmüş gibiydi aslında. Başta annemi, sevdiklerimi, yakınlarımı, dostlarımı, büyüyüp yaşadığım şehri kaybettim.”
*Öncelikle bize kendinizden bahseder misiniz?
Öncelikle beni, depremi ve BERABERİZ Derneği’ni konu aldığınız için teşekkür ediyorum. Antakyalıyım, orada doğdum, büyüdüm. Üniversite okumak için İzmir'e gittim ve 9 Eylül Üniversitesi’nde okul öncesi öğretmenliği okudum. Okuduğum dönemlerde sivil toplum alanlarıyla tanışarak, anaokuluna gidemeyen çocukların olduğu bölgelerde öğretmenlik yaptım. Bu aşamaya kadar gayet normal süregelen hayatımız, 6 Şubat 2023 Pazar gecesi, yani Pazartesi’ye bağlayan o gece tamamen değişti. Bundan sonrası artık bizim için başka bir dünyaydı. Dünya tersine dönmüş gibiydi aslında. Başta annemi, sevdiklerimi, yakınlarımı, dostlarımı, büyüyüp yaşadığım şehri kaybettim. Ben bunu Antakya özelinden anlatsam da siz lütfen, özellikle izleyenler, bu söylediklerimi 11 ili kapsayacak şekilde anlayın. Hatta bunu Bingöl, Van, Elazığ, hatta 1999 depremi olarak da algılayın. Çünkü 1999 depreminden bu yana depremin kayıp insanları gibi bir gerçek var. Hâlâ evlerine kavuşamayan insanlar var.
Sevdiklerini kaybeden insanlar var
Bütün bunların ötesinde, ne yazık ki sevdikleriyle bir daha bir araya gelemeyecek, beton yığınları arasında sevdiklerini kaybeden insanlar var. Dolayısıyla tüm bu anlattıklarım ve anlatacaklarım genel olarak sadece bir jeoloji olayından ibaret değil. Bir binanın yıkılışıyla ifade edilemeyecek bir süreç. Deprem denilen olgu, bir doğal afet, evet, ama tüm dünyada doğalında ve normalinde yaşansa da bizde büyük bir yıkıma, felakete, tabiri caizse katliama dönüşüyor. Çünkü ilk üç gün enkaz altından insan sesi duymak, çaresizce koşturmak, insan ölümlerine şahit olmak bir katliamdan farklı değildi açıkçası bizler için.
“Yağmacılar, enkazın altında seslerini duydukları insanlara, “Sizi kurtarmaya geldik” diyorlardı. Ancak, evler yıkıldığında ortalığa saçılan değerli eşyaları toplayıp kaybolduklarını fark etmişlerdi. Bu çok ilginçti ve korkutucuydu.”
*Ülke genelinde büyük bir yıkıma neden olan 6 Şubat depreminde, 11 il, 124 ilçe, 6 bin 929 köy ve mahalle ağır yıkım ve hasar gördü. Resmi verilere göre 53 bin 537 can kaybettik, 107 bin 213 vatandaşımız yaralandı. Ne yazık ki bu rakamların, gerçekte çok daha fazla olduğunu hepimiz biliyoruz. Siz de en yakınınızı, annenizi bu felakette kaybettiniz ve o süreci ‘katliam’ olarak nitelendirdiniz. Bize, o dönemde yaşadıklarınızı ve şahit olduklarınızı anlatabilir misiniz?
Ben, 04.30’da teyzemin aramasıyla uyandım. Ardından, bir saat geçmeden Belçika'da yaşayan halam bana WhatsApp üzerinden ulaştı. Antakya'da telefonlar çekiyor mu, çekmiyor mu belli değildi; sabah saat 10.00’a kadar net bir bilgi alamamıştık. Kimseye ulaşamıyorduk. Bir şekilde Antakya'ya vardığımızda, kardeşlerim enkazdan kendilerini son anda dışarı atabilen ya da gönüllü insanların desteğiyle kurtarılmışlardı. Ancak enkazdan çıktıklarında söyledikleri ilk şeylerden biri, arama kurtarma ekiplerinden önce yağmacıların geldiği yönündeydi. Yağmacılar, enkazın altında seslerini duydukları insanlara, “Sizi kurtarmaya geldik” diyorlardı. Ancak, evler yıkıldığında ortalığa saçılan değerli eşyaları toplayıp kaybolduklarını fark etmişlerdi. Bu çok ilginçti ve korkutucuydu. Destek olmaya çalışan insanların giremediği şehirlere, yağmacılar, organ mafyaları ve istismarcılar nasıl girebiliyordu? İlk onların orada olması, başlı başına bir güvenlik sorunu yaratıyordu.
Bu durum, deprem sırasında kaybolan ve kaybettirilen insanlarla ilgili kafamızda ciddi soru işaretleri doğurdu. Ne yazık ki annem enkazdan çıkamamıştı. Annem için yardım istediğimizde, ikinci gün yalnızca bir AFAD koordinatörüyle karşılaşabildik. AFAD görevlisi enkaza baktıktan sonra, “Bu en az dört saatlik bir iş” dedi. Annem için böyle bir ifade kullandı. Oysa annemin ya da herhangi bir insanın hayatı bir “iş” değildi. Kaldı ki bu ülkede 365 gün 6 saat boyunca deprem olmuyor. Yüzyılın felaketinin yaşandığı bir anda ve böyle bir bölgede, daha hızlı ve etkili bir müdahale beklerdik. Ancak, “Bu en az dört saatlik bir iş. Biz şu an canlı kurtarmak için daha kısa vadeli işlere odaklanmalıyız” diyerek anneme yardım etmeyi reddettiler.
Üçüncü gün olduğunda, başka bir afet görevlisiyle karşılaştık. Ancak elinde ne yazık ki sadece bir tane beton kesici vardı ve bu aleti bekleyen yüzlerce, hatta binlerce insan vardı. O kadar kritik durumlar vardı ki biz, “Anneme gelmeyin, başka birine gidin. Hayati tehlikesi vardır” diyerek görevlileri başka enkazlara yönlendiriyorduk. O süreçte en çok madencilere ihtiyaç vardı. Çünkü AFAD ekiplerinin bu konuda madenciler kadar tecrübesi ve eğitimi yoktu. Ya enkazın altından bir kazıma yapılmalıydı ya da yukarıdan vinç desteği sağlanmalıydı.
Biz, kendi imkânlarımızla bir operatör ve makine getirtmek istedik. Ancak şehrin girişinde durduruldular ve girişlerine izin verilmedi. Ne yazık ki AFAD o makineleri aldı ve başka yerlerde kullandı. Annemin bulunduğu alana ulaşmamız, ancak 9-10’uncu günde mümkün oldu. Bizim getirdiğimiz operatör annemi enkazdan çıkarabildi, ancak annem yaklaşık üç gün boyunca enkazda kalmıştı. Bu süre zarfında hayattaydı, fakat üçüncü günün sonunda hayatını kaybetti.
Anneme enkazdayken ulaşan sınırlı sayıda görevlinin yanında hiçbir ekipman yoktu. Annem, yaşadığı şok ve yoğun acı içinde sürekli şunu sordu: “Neden kimse yok? Hâlâ gelmediler mi? Nerede bu insanlar? Lütfen bir şey yapın!” Annemin ölümüne sebep olan şey, yalnızca enkazın altında kalması değil, aynı zamanda yaşadığımız çaresizlikti. Oraya gelen arama kurtarma görevlileri, bizden kazma, kürek ve el feneri istiyorlardı. Her yeri yıkılmış insanların bu malzemeleri temin etmesi mümkün değildi. Kaldı ki bu ekipmanlar bizden ya da gönüllülerden değil, doğrudan devlet tarafından sağlanmalıydı.
Yaşadığımız bu süreç, başka bir dünyanın ve başka bir hayatın var olduğunu gösterdi bize. Tüm ezberimiz bozulmuştu.
“Görevli, annemin sağ mı ölü mü olduğunu sordu. Yaşamadığını söylediğimde ise verdiği cevap şu oldu: “Yaşayanlara gidiyoruz, ölüye değil.” Ama annem canlıyken de gelmemişlerdi.”
*Deprem sürecinde büyük bir ihmalkârlığın yaşandığı açık ve bu ihmaller ne yazık ki binlerce cana mal oldu. Arama kurtarma çalışmalarındaki yetersizlikler, devletin bu süreçteki rolü ve mağdurlara uygun yaşam koşullarının sağlanamaması gibi pek çok sorun yaşandı. Siz bu süreci birebir yaşadığınız için durumun detaylarını en iyi bilenlerdensiniz. Kendi yaşadığınız mağduriyetleri ve karşılaştığınız muameleyi bizimle paylaşır mısınız?
Annemi kaybettiğimizi fark ettiğimizde, bu benim için tabii ki büyük bir şok olmuştu ve annem öldü diye çığlık attığımı hatırlıyorum. Etraftaki bir beyefendi, “Lütfen öldü deme, öldü dersen kimse gelmez” demişti. Hâlbuki bir ölüye gidilmesi gerekirdi. Bizim için en acil ve elzem olan da oydu.
Sonra 4 ya da 5’inci günde, AFAD görevlisine annemin enkazdan çıkarılması gerektiğini söyledim. Görevli, annemin sağ mı ölü mü olduğunu sordu. Yaşamadığını söylediğimde ise verdiği cevap şu oldu: “Yaşayanlara gidiyoruz, ölüye değil.” Ama annem canlıyken de gelmemişlerdi. Başka bir görevli ise, “En az 15 gün sonra gelebiliriz ve şayet anneniz çıkarılabilecek durumdaysa çıkarırız, yoksa yapacak bir şey yok” dedi. Yani enkazla birlikte çürüyüp gideceklerdi. Enkazdan ölmüş yakınlarını çıkaramayanlar da aynı şeyi yaşadı. Enkazların içerisinden ölü bedenler çıktı. Annemin de muhtemelen terk edildiği kader bu olacaktı, ancak biz buna izin vermedik.
AFAD’ın arama kurtarma yaparken, demek ki belirli kriterleri varmış. Şayet o kriterlere uygun değilseniz (tırnak içinde söylüyorum) o “İŞİ” yapmıyorlardı. Bu nedenle, ben de hukuki mücadele başlattım. İlk hukuki mücadelem bu yönde oldu.
Annemi kendimiz çıkardık ve kendimiz taşıdık. Biz bir battaniye, ceset torbası ya da başka bir şey istediğimizde, “Yok” dediler. Kendi imkânlarımızla bulduğumuz bir battaniye ile taşıdık annemi. Ancak o alana araç gelmediği için, görevlilerden en azından araçların girebildiği yere kadar götürecek bir araç talep ettik. Fakat, “Devletin aracı bu” denerek reddedildi. Oysaki devlet bendim, o araçlar benim, bizimdi.
Hakkımızı helal etmiyoruz
Sonra gelip bizden helallik istediler. Bu duruma karşı Antakya halkı ilk tepki verenlerden biri oldu. Sokaklara döküldü ve “Biz hakkımızı helal etmiyoruz” dedi. Geldiğimiz noktada, ne yazık ki hiçbir iyileştirme ya da telafi çalışması yapılmadığı için ben de, bizler de hâlâ hakkımızı helal etmiyoruz.
“Dosyayı henüz savcı incelemeye dahi almadı. Ben, AFAD’a, o dönemdeki bazı ifadelerinden ve tutumlarından ötürü yerel yöneticilere ve acil servis görevlisine dava açtım.”
* Hukuki bir mücadele başlattığınızı belirttiniz. Bu süreçte şu an bir ilerleme kaydedildi mi? Hukuki süreç nasıl işliyor?
Başlattığım hukuki mücadele bir adım dahi ilerlemedi. Yaptığımız suç duyurusuyla dosya hâlâ beklemede. Çünkü öyle bir deprem oldu ki, bu depremde o kadar dayanıksız ve hazırlıksızdık ki AFAD binasından hastanelere, adliyelerden valilik binalarına kadar her yer yıkılmıştı. Dosyayı henüz savcı incelemeye dahi almadı. Ben, AFAD’a, o dönemdeki bazı ifadelerinden ve tutumlarından ötürü yerel yöneticilere ve acil servis görevlisine dava açtım.
Enkaz altında kalan ve sonrasında kurtarılan ablamın hastaneye yatırılması gerekiyordu. Fakat bütün hastaneler dolu olduğundan ve bağlanması gereken cihaz sadece özel hastanelerde bulunduğundan dolayı oraya gittik. Ancak böylesi bir durumda dahi yüklü miktarda bir ücret talebiyle karşılaştık. Ve o an, daha birçok şey yaşandı.
Kayıp ve yoksullukla birlikte, yoksun bırakılmanın yanı sıra ayrıştırıldık da. Bununla da yüzleştik. Ben de bunlara yönelik bir dava açtım. Ancak henüz hiçbir girişimde bulunulmadı.
“Gündem ne kadar değişirse değişsin, afete ve depreme dayalı duyarlılığımız ya da acı eşiğimiz değişse de var olan gerçeklik değişmez. Bizim için esas olan doğru buydu.”
*Yaşadığınız o zorlu süreçlerden sonra aslında daha anlamlı bir toparlanma süreci yaşadığınızı kurmuş olduğunuz BERABERİZ Derneği ile anlayabiliyoruz. Bize neden bu derneği açma ihtiyacı duyduğunuzu, derneğinizi, kuruluş sürecini, çalışmalarınızı, gelinen aşamayı ve asıl olarak yapılması gerekenlerin neler olduğunu anlatır mısınız?
23 Aralık 2023 yılında, doğrudan ihtiyaç sahiplerine ulaşmak ve ihtiyaçları onlara iletmek adına bir arada olmayı ifade eden BERABERİZ Derneği’ni resmi olarak kurduk. Alanında uzman arkadaşlarımızla bir araya gelerek, doğrudan iyileştirme ve yapılabilir faaliyetleri yerine ulaştırmayı temel alıyoruz. En nihayetinde, bu felaketi Türkiye olarak ilk defa yaşamıyoruz. Marmara, Bingöl, Düzce, Van, Elazığ, Diyarbakır ve 6 Şubat depremleri bizlere artık bir şeyi öğrenmemiz ve kabul etmemiz gerektiğinin en büyük kanıtıydı. Daha ne kadar ölecektik? Japonya'da yıkılmayan bina, orada olmayan kader neden bizde oluyordu? “Coğrafya kaderdir” klişesine sığınmak istemiyorum ama acaba başka bir ülkede yaşamış olsaydık yine de böyle sahipsiz kalır mıydık?
Muhtemelen, enkazda kalsak bile bir şekilde kurtarılırdık. Ama maalesef, bu coğrafyada kaderimize terk edilmiştik.
‘Bizim Eller’ projesini başlattık
İlk olarak bu yaşadıklarımızı unutturmamak ve unutmamak adına bu gerçeklikle yüzleşmemiz lazım. Gündem ne kadar değişirse değişsin, afete ve depreme dayalı duyarlılığımız ya da acı eşiğimiz değişse de var olan gerçeklik değişmez. Bizim için esas olan doğru buydu. Bu sebeple ilk projemiz olan bir bellek hazırladık. “Bizim Eller” projesini başlattık. “Bizim Eller” projesi kapsamında üç kez fotoğraf sergisi ve panel gerçekleştirdik. Bellek kitabımız hazırlanıyor. Özellikle bu bellek kitabı, yaz sürecine ve ana akım medyada söylenmeyen gerçeklere, belki de gösterilemeyenlere işaret edecek dokümantasyonlarla dolu. Bununla ilgili tüm hazırlıklarımız hâlâ devam ediyor. En son, üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz fotoğraf sergisi ve paneli, Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin ev sahipliğinde, Çankaya Belediyesi’nin kurumsal desteğiyle gerçekleştirdik. Ancak bu kadar hazırlanmış ve önemli, kritik bir konuda katılımcı sayısına bir türlü ulaşamadık. Çünkü yaptığımız çalışmalar şöyle bir risk barındırıyor: O kadar çok acımız var ki insanlar bu gerçekle yüzleşmekten ve bu farkındalığı kabullenmekten kısmen kaçıyor. Dolayısıyla, bunu tam anlamıyla kamusal olarak da içselleştiremediklerini fark ettik.
Yıkımların altından ihmal ve rant çıktı
Ülkemiz 1. derece deprem bölgesi ve en acilinden bir Afet Bakanlığı’na, bir afet yasasına, yapılması çok mümkün olan raylı sistem evlere ve buna ayrılacak bir bütçeye ihtiyaç var. Bu konuda kaynak yok değil. Çünkü bir artı bir eve üç milyona satılan sitelerden canlı çıkmadı. Yani, bu ev üç milyona mal oluyorsa demek ki buraya raylı sistem ev de inşa edilebilir. Neden bu kadar çok yıkılıp öldüğümüzü hep konuşmak istedik. Ve bu yıkımların altında hep ihmal ve rant çıktı. Bataklık alanlara yasa çıkmış, kurutulmuş, tarım arazisi yapılmış ve yine bir şekilde izinler çıkıp inşaatlar yapılmış. Tarım arazisine inşaat yapmak insan, hayvan ve doğa katliamıdır. Bu bir suç. Ve tek bir binanın yapılması için 47 imza gerekli. Ancak bu imzaları atanlar şimdi ortada yok. Suçlu zincirinin tek halkası müteahhitler mi? Eğer müteahhitler suçluysa, onlara bunu yaptıran kim? Şimdi yüzlerce insanın kaybolduğu ve hayatını kaybettiği bir site, Hatay’da “cennetten bir köşe” sloganıyla büyük rakamlarla evler satıyordu. Ama oradan canlı çıkmadı. Çünkü tarım arazisine yapılmıştı.
Zeytinlik alanlar katlediliyor
Her şeyini kaybetmiş insanlar kendi arazilerinde, zeytinlik bahçelerinde çadır kurmuş fakat kolluk kuvvetleri tarafından oradan çıkarılmıştı. Zeytinlik alanlar katlediliyor, kesiliyor ve yeniden bu kez TOKİ konutları için kullanılıyor. Tarım arazisine yapılan bu evler yüzünden öldük. Aynı şekilde yine mi ölelim? Bunun önüne geçilmesi lazım diye düşünüyorum. Bugün Hatay, Adana, Malatya, Adıyaman; yarın İstanbul, İzmir ya da Muğla olabilir ya da başka bir yer. Bu süreç fark etmeyecektir. Dolayısıyla, biz BERABERİZ Derneği olarak bunları söylemeye devam edeceğiz. Her deprem bölgesinin ihtiyacı kendine özgü ve elzemdir. Bununla birlikte, kadınların temel problemleri şu şekilde öne çıkıyor: Özel tuvalet alanları olmadığından kaynaklı olarak kadınlar tacize maruz kalıyor. Temel gereksinimlere ihtiyaç duyuluyor ve bu ihtiyaçlar tek seferlik çözümlerle karşılanamaz; süreklilik arz etmesi gerekiyor. Ayrıca iş yükü iki katına çıkmış bir şekilde kadınların üzerine biniyor. Hamilelik, ölüm ve doğum oranlarında ciddi bir artış olduğu gibi, geçen yaz haşere ve yılan ısırmalarından kaynaklı, ağırlıklı olarak kadın ve çocuk ölümlerinde de yine ciddi bir artış söz konusu oldu. Kendini yetersiz hisseden yetişkin erkeklerin intihar ettiği durumlarla da karşılaştık. Gurbete çalışmaya giden erkekler nedeniyle, bütün bir sorumlulukla yalnız başına kalan yorgun kadınlar, “Açız” diye ağlayan çocuklar ve bebekleri için mama, bez isteyen anneler gördük. Zaten Orta Doğu coğrafyasında bir olay ya da felaket yaşandığında, bunun ilk bedelini ödeyen kadınlar, çocuklar ve hayvanlar oluyor.
Eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarını destekliyoruz
O süreçlerde yaşanan şiddet, taciz, yoksulluk ve yoksunluğun, normalde yaşananın iki katına çıktığını gözlemlemek mümkün. Bu sebeplerden dolayı dernek olarak, deprem bölgesinde bir kadın kooperatifini destekleme girişiminde bulunduk. Akdenizli kadınlar, deprem bölgesinde üretim yaparak, pazar alanlarında ürünlerini satmaları için destekleniyor; aynı zamanda eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarıyla da desteklerimizi sunuyoruz. Buna yönelik bir projemiz daha var ve bunun hayata geçirilmesi için sürdürülebilir bir politika izlenmesi gerekiyor. Bu politikanın toplumsal cinsiyet eşitliğinden uzak olmaması gerektiğini düşünüyoruz.
“Yaptığımız çalışmalar çölde bir kum tanesi, okyanusa bir damla dahi olsa, sürdürülebilir ve istikrarlı bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz. Bu konudaki mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz.”
*Son olarak eklemek veya vurgulamak istediğiniz bir şey var mı?
Deprem bizim gerçekliğimiz ve bir sonraki depreme ne kadar hazır olduğumuz açıkçası bir muamma. Kalınamayacak kadar dayanıksız evlerde kalmak zorunda bırakılan insanlar var. Evsiz kalacaklarını düşünüyorlar ama aslında yarın da evsiz kalacaklar. Çünkü o ev sürdürülebilir ve kalıcı değil zaten. Bu yönde yapılmış bir çalışma da yok. Deprem bölgesine dair yeterli alan araştırmasının, özellikle de haberlerin yapılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü bizler, bugün bir sergi ve panel düzenlediğimizde, sergiyi gezen insanların “Burası gerçekten Türkiye’de bir deprem bölgesi mi? Hâlâ orada dikey bir mimari yapılmadı mı?” gibi sorularıyla karşılaşıyoruz. Oysa kentlerimizin insana ve doğaya uygun şekilde yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Bu yönde atılması gereken her adımda bizler, dernek olarak orada olacağız. Yaptığımız çalışmalar çölde bir kum tanesi, okyanusa bir damla dahi olsa, sürdürülebilir ve istikrarlı bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz. Bu konudaki mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Toplumsal ve hukuksal anlamda ne yapmamız gerekiyorsa bunu yapmaya kararlıyız.
Kamuoyunun yanımızda durması bize güç katacak
Ancak özellikle göç eden depremzedelerin ve hâlâ deprem bölgesinde yaşayan insanların, yine deprem riskiyle karşı karşıya olan tüm kamuoyunun bizimle beraber olması, bize destek vermesi, çalışmalarımızı incelemesi ve yanımızda durması bize güç katacaktır. Esas sorumlulara bu durumu göstermek ve onları harekete geçirmek adına, bu destek itici bir kamusal güç oluşturacaktır.
Topyekûn hareket etmenin önemine bir kez daha vurgu yapmak istiyorum.