Gülistan Kılıç Koçyiğit: Adım attık hükümetin samimiyetini göreceğiz
- 09:04 28 Kasım 2024
- Siyaset
Melek Avcı
ANKARA - DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, İmralı’yla görüşme başvurusunun iktidar için bir samimiyet testi olduğunu vurgulayarak, “2013-2015 deneyimlerinden dersler çıkarmak gerekiyor. Temel tespitlerimizden birisi, barış mücadelesini toplumsallaştıramamızdı. Kürt sorunun demokratik çözümü gibi çok çetrefilli bir meseleyi de iktidarın insafına terk etmemek gibi bir görevimiz var” dedi.
1 Ekim’den bu yana “iç cepheyi sağlamlaştırmak” adı altında Kürt sorununa ilişkin yapılan “süreç” çıkışları AKP-MHP tarafından sürdürülürken bir yandan ise PKK Lideri Abdullah Öcalan ve yeğeni Ömer Öcalan arasında yapılan görüşmenin hemen ardından 6 aylık yeni disiplin cezaları verilmeye devam etti. Tüm bu açıklamalara karşılık Abdullah Öcalan “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” diyerek tartışmaya somut noktayı koyarak, pozisyonu net biçimde ifade etti.
Geçtiğimiz Salı günü DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan ise İmralı ile görüşmek için Adalet Bakanlığına başvuruda bulundu, aynı gün ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “DEM Parti İmralı ile görüşsün” çıkışı yaptı. Tüm bu tartışmaları DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit ile konuştuk.
“Bahçeli’nin konuşmasında üç temel tespit var; birincisi Kürt sorununun kabulü, iki tecrittin kabulü üç muhatabın Sayın Öcalan olduğu. Tabi bunları bir ‘süreç’ olarak ifade etmiyoruz, bunları bir ‘tartışma süreci’ olarak ifade ettik çünkü henüz bir diyaloğa dönüşmüş değil, bir masa etrafında bir araya gelmeye evrilmemiştir.”
*1 Ekim tarihinden bu yana yoğun bir hareketlilik yaşanıyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tokalaşmasına ve ardından gelen açıklamalara kimileri “süreç” kimileri “barış mı” değerlendirmesi yapıyor. DEM Parti bu hareketliliği nasıl ele alıyor?
Meclis açılışında, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin grubumuza gelerek bizimle tokalaşmasıyla başlayan bir dizi tartışma yaşandı. Ancak bu sadece tokalaşmayla sınırlı kalmadı. Tokalaşmanın akşamında yapılan resepsiyonda Bahçeli’nin “Dünyada barış istiyoruz, ülkede niye barış olmasın” ifadesi ve ardından gerçekleşen grup konuşmaları, gündemi tamamen değiştirdi. Türkiye’de uzun bir aradan sonra ilk defa Kürt sorunu tartışılmaya, bu sorun üzerine görüş ve düşünceler ifade edilmeye başlandı. Bu anlamda ortaya çıkan yeni iklimi olumlu görmek gerekir. Parti olarak da bu durumu olumlu değerlendirdik.
Burada çokça söz söyleniyor. Bir taraftan barış, kardeşlik ve Türk-Kürt ittifakı üzerine olumlu söylemler kurulurken, diğer taraftan bir eksen çizilmeye çalışıldığını da görüyoruz. İkili bir durum söz konusu. Bizim açımızdan önemli olan, 100 yıllık Kürt sorunu gibi kadim ve 40 yılı çatışmalı geçmiş bir meselenin, uzun bir aradan sonra çözümüne dair düşüncelerin ifade edilmeye başlanmasıdır. Çözümün artık gerekli ve kaçınılmaz olduğunu vurgulayan yaklaşımlar görülüyor. Bu yaklaşımlar, farklı görüşlere sahip partilerden gelse de ki bu noktada MHP en uçta duran bir parti ,MHP’nin bile Kürt sorununun çözümüne dair kendi ideolojik bakış açısıyla bazı ifadeler kullanması ve özellikle İmralı’yı muhatap olarak işaret etmesi dikkat çekicidir.
Bahçeli’nin konuşmasında üç temel tespit öne çıkıyor. İlki, Kürt sorununun varlığının kabul edilmesidir. Çok uzun süredir inkar edilen bir gerçek bu şekilde ortaya konmuş oldu. Özellikle AKP’nin, “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” yaklaşımı ve “Benim Kürt kardeşlerimin sorunu yok, biz o sorunu çözdük” söylemi mevcuttu. Bu bağlamda, MHP’nin “Bin yıllık kardeşliği tesis etmeliyiz, kardeşlerimizle barışmalıyız” şeklindeki söylemi, Kürt sorununun varlığını ve gerçekliğini açıkça kabul ettiğini gösteriyor. Bu önemli bir dönüşüm, çünkü topluma dayatılan gerçek dışı ve manipülatif söylemleri ters yüz ediyor.
İkinci olarak, İmralı’da mutlak tecrit gerçeğinin kabul edilmesi dikkat çekicidir. 1999’da Sayın Öcalan Türkiye’ye getirildiğinden beri İmralı Cezaevi’nde tutuluyor. O tarihten bu yana dönem dönem tecrit altındaydı, ancak özellikle 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren mutlak bir tecrit söz konusu oldu. Bu tecridin kapısı, açlık grevleri ve toplumsal mücadelelerle dönem dönem aralansa da genel anlamda ağır bir tecrit olarak devam ediyor. Son dönemde, 44 aydır Sayın Öcalan’dan hiçbir haber alınamaması ve iletişim kurulamaması, bu durumu daha da ağırlaştırdı. Biz bunu defalarca dile getirdik. Artık tecridi de aşan, insanlık suçu boyutuna varan bir durum söz konusu. Türkiye kendi hukukunu çiğniyor. Bahçeli’nin son dönemde tecridin varlığını kabul etmesi ve “Tecrit kalkarsa...” ifadesini kullanması da bu bağlamda önemlidir. Çünkü daha önce Adalet Bakanlığı, “Tecrit yok” diyerek bu meseleyi inkar etmiş ve Barış Anneleri’ne dahi üst perdeden konuşmuştu.
Üçüncü olarak, Kürt sorununun muhataplık meselesi netleşmeye başlamıştır. Kürt sorununun çözümünde kimin muhatap olduğu konusu sürekli tartışılıyor ve bu tartışma, kafa karışıklığı yaratmak için kullanılıyor. Ancak Bahçeli’nin, Sayın Öcalan için “Gelsin Meclis’te DEM grubunda konuşsun” demesi ve grup konuşmasında, “DEM Parti bir an önce İmralı’ya gitmeli” minvalinde açıklamalar yapması, İmralı’nın Kürt sorununun demokratik çözümünde birinci derece muhatap olduğunu ifade etmesi anlamına geliyor. Üstelik bunu, bu konuda en aykırı ve en uçta duran MHP dile getirmiş oldu.
Bir süreç yok ‘tartışmalar başlıkları’ var
Bizim açımızdan ve Kürt kamuoyu açısından tartışmasız olan ancak bir şekilde bulandırılmaya ve karıştırılmaya çalışılan muhataplık meselesi de netliğe kavuşmuştur. Kürt sorununun demokratik çözümünde Sayın Öcalan temel muhataptır, baş müzakerecidir ve onunla görüşülmelidir. Ancak bütün bunları bir ‘süreç’ olarak ifade etmiyoruz; bunları bir ‘tartışma süreci’ olarak dile getiriyoruz çünkü henüz bir diyaloğa dönüşmüş değildir. Şu an herkes fikrini söylüyor, durduğu yeri tarif ediyor, kendi bakış açısını ortaya koyuyor. Ancak bu bakış açıları henüz bir masa etrafında bir araya gelmiş, birbirleriyle çarpışarak karşılıklı bir etkileşim sonucunda yeni bir şeye evrilmiş değildir. Bu anlamıyla bunu bir ‘süreç’ olarak değerlendirmiyor; daha ziyade Kürt sorununun demokratik çözümüne dair tartışma başlıkları olarak ifade ediyoruz.
DEM Parti olarak nerede durduğumuzu, barışa nasıl baktığımızı ve Kürt sorununun demokratik çözümünde nelerin olması gerektiğini açık ve net şekilde belirttik. Elbette pozitif başlayan ve birçok partinin geçmiş dönemlere kıyasla olumlu katkı sunduğu bu tartışmaları gölgeleyen bazı gelişmeler de oluyor. Tartışmaların altını doldurmak yerine aksine boşaltan, samimiyet konusunda soru işaretlerini artıran birçok pratiğe tanıklık ettik. Kayyımlar bu pratiklerden birisidir. Yine, 23 Ekim’de Sayın Öcalan’ın yeğeni, milletvekilimiz Ömer Öcalan ile yapılan görüşme sonrasında verilen yeni disiplin cezası da bu örneklerden biridir. Ayrıca yaygın gözaltılar, tutuklamalar ve kayyım protestolarındaki işkence görüntüleri gibi gelişmeler, bu tartışmaları negatif yönde etkileyen, olumlu ilerlemesi gereken süreci geriye çeken ve ortamı zehirleyen unsurlar olarak öne çıkmaktadır.
“Bizler, Kürt sorunun demokratik çözümü gibi çok önemli bir başlıkta değil bu meseleyi elimizin tersiyle itmek aksine bütün sürece gövdemizi koyduğumuzu çok açık ve net biçimde belirttik. Ne söylersek spekülatif olur ama en nihayetinde sorumluluk hükümete düşüyor. Cumhurbaşkanı çıkıp ilk elden kendi ittifak ortağının söylediği bu sözlere bir açıklık getirmelidir.”
*Bahçeli’den açıklamalar gelirken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki tutumuna ilişkin net bir ifade gelmiş değil, yanı sıra gözler ve mikrofonlar sürekli DEM Parti’ye çevirilerek “istemiyorlar” izlenimi veriliyor bu konuda mikrofonlar ve gözler hep size çeviriliyor, partinizin bu “istemiyorlara” karşı düşüncesi nedir?
Biz, Kürt sorununun demokratik çözümü için pozisyonumuzu kararlılıkla koruyoruz. Bugüne kadar bu, zaten temel mücadele başlıklarımızdan biriydi ve bu konuda herhangi bir sorun yok. İlk günden bugüne kadar Kürt sorununun demokratik çözümü için hem sahada mücadele eden hem Meclis’te sözünü söyleyen hem de bunun bedelini ödeyen bir siyasi partiyiz. Bu nedenle, bu konudan geri durmamız ya da imtina etmemiz asla söz konusu değildir. Ancak bazı çevreler özel bir manipülasyon yaparak “Barış çağrıları oluyor, DEM Parti bunu elinin tersiyle itti” gibi söylemler dile getiriyor. Bunlar kesinlikle hakikati yansıtmıyor. Bizler, onurlu bir barış ve Kürt sorununun demokratik çözümü gibi önemli bir başlıkta bu meseleyi elimizin tersiyle itmek bir yana, aksine tüm sürece gövdemizi koyduğumuzu açık ve net bir şekilde, en üst perdeden ifade etmiş bir partiyiz.
Öte yandan, başkalarına soru sorulamayan bir ortamda doğal olarak bu sorular bize yöneltiliyor. Ülkede özgür basının büyük ölçüde baskı altında olduğu, bağımsız medya organlarının kırpıldığı ve iktidar güdümündeki medyanın talimatla çalıştığı bir ortamdayız. Bu nedenle gazeteciler, gerçek soruları soramıyor; kurgulanmış sorular ve röportajlarla süreç yürütülmeye çalışılıyor. Ancak burada asıl mesele şudur: MHP ve AKP, nihayetinde ittifak ortaklarıdır. Bu ittifak ortaklarından biri, en üst perdeden kendi bakış açısını dile getiriyor. Ancak diğer ittifak ortağının bu kadar uzun süre sessiz kalması, gerçekten anlaşılır bir durum değildir. Biz de anlamıyoruz; acaba AKP bu sözleri onaylamadığı için ama bir şey diyemediğinden mi sessiz kalıyor, yoksa bu bir iş ve rol bölümü mü? Biri konuşup diğeri mi susacak, yoksa aralarında bir fikir ayrılığı mı var? Çünkü daha önce “Tam mutabakat halindeyiz” demişlerdi. Tüm bunları bilmemiz mümkün değil. Ne söylersek spekülatif olur. Ancak en nihayetinde bu konuda sorumluluk hükümete düşmektedir.
Cumhurbaşkanı, ilk elden bu çağrılara ve ittifak ortağının söylediği sözlere açıklık getirmelidir. Onaylıyor mu, onaylamıyor mu? Ne kadarını onaylıyor, ne kadarını onaylamıyor? Gereğini yapacak mı, yapmayacak mı? Nerede durduğunu net bir şekilde tarif etmesi gerekiyor. Eğer bu tartışmalar, yeni bir çözüm sürecine ya da diyaloğa evrilecekse, hükümet muhataplardan biri olarak mutlaka bu süreçte yer almalıdır. Hükümetin içinde olmadığı bir çözüm ve formülasyonun sonuç vermeyeceği açıktır. Sonsuza kadar Bahçeli’nin grup toplantısında bir şey söyleyip, ardından hiçbir somut adım atılmadan tartışmaların sürdürülmesi de mümkün değildir. Dolayısıyla, hükümetin bir şeyler söylemesi ve tutumunu açık bir şekilde ortaya koyması gerekmektedir.
Bizler ise yalnızca sizlerin, basın emekçilerinin takip ettiklerinden haberdar olabiliyoruz ve bunun üzerinden yorum geliştiriyoruz. Ancak herhangi bir bilgimiz veya görüşme trafiğimiz olmadığı için daha fazlasını değerlendiremiyoruz. Bu nedenle hep birlikte izlemeye devam edeceğiz.
“2013-2015 sürecinde yük İmralı’nın sırtına bırakıldı ve oranın deyim yerinde ise her şeyi yürütmesi beklendi. Oysa ki demokratik siyaset alanına, bizlere çok iş düşüyordu, biz de bu konuda özeleştirel pozisyondayız. Gerçek anlamda rolümüzü tam ve istenilen düzeyde oynayamadık.”
*Partiniz bu tartışmalardan sonra hem kayyım gündemli hem de barış gündemli muhalefetle ve kurumlarla görüş trafiği de başlattı. Bu görüşmelerin ana ekseni nedir “çözüm için atılan adımlar ve görüşmeler” olarak bakılabilir mi?
Kürt sorunun demokratik çözümü çok başlıklı bir mesele ve belki de 2013-2015 deneyimlerinden dersler çıkarmak gerekiyor. Bunu sık sık kurullarımızda tartışıyoruz. 2013-2015’in başarısızlığa ve akamete uğramasının çok farklı nedenleri olmakla beraber temel tespitlerimizden birisi, aslında barışın toplumsallaşmamasıydı. Daha doğrusu barış mücadelesini toplumsallaştıramamızdı. Toplumun çok büyük kesimi tarafından barışı talep edilen ve istenilen bir duruma çevirememiş olmamızdı. Genel şu oldu; İmralı ile yapılan görüşmeler, her seferinde İmralı ne diyecek diye herkes bekledi ve herkes İmralı’dan bir şey yapmasını bekleyerek bir yönüyle çok büyük bir haksızlık yapıldı. Bütün yük İmralı’nın sırtına bırakıldı ve oranın deyim yerinde ise her şeyi yürütmesi beklendi. Oysa ki demokratik siyaset alanına, bizlere çok iş düşüyordu, biz de bu konuda özeleştirel pozisyondayız. Gerçek anlamda rolümüzü tam ve istenilen düzeyde oynayamadık. Örneğin barışın toplumsallaşması için çok daha etkin rol oynayabilirdik. Buradan geriye dönüp bakınca, milyonlar sokağa çıkıp barış talebini haykırsaydı, milyonlar çözüm sürecinin yeniden çatışmaya evrilmemesi için irade ortaya koysaydı belki de akamete uğramayacaktı ya da en azından daha farklı olabilirdi süreç. Bütün bunlar yapılabilirdi, yapmadık, yapamadık ve koşullarda elverişli olmadı belki. Ama bugün için en azından böyle bir tespitimiz var ve bunun gereğini yapmak istiyoruz. Barış meselesi sadece DEM Parti’yi ilgilendiren bir mesele değil, toplumun çok geniş bir kesimini, ülkede yaşayan 85 milyonu ilgilendiriyor. Kürtlerin sorunu değil yalnızca, bu ülkede yaşayan her yurttaşın sorunudur.
*Görüşmelerin devamı gelecek diyebilir miyiz?
Kürtlerin bu meselede daha çok canı yanıyor, daha büyük bedelleri var ve mücadele yürütüyor ama en nihayetinde bu ülkedeki her insanın hayatına öyle veya böyle değen bir meseleden bahsediyoruz. O anlamıyla barışın taraflarını çoğaltmak gerekiyor, barış mücadelesini toplumun bağrında örgütlemek, görünür kılmak gerekiyor. Bunun çalışmasını yürütmek lazım. Bunun çoklu ayakları var, biri siyasi partilerdir, Meclis’te grubu olsun olmasın ilk elden eşbaşkanlarımız ve heyetimiz bu partileri ziyaret etmeye başladılar ve devam edecekler. Bazıları ertelendi ve yeni randevular oluşturulacak, görüşmeler tekrar devam edecek. İkincisi tabi ki demokratik kitle örgütleri; barolar ziyaret edildi ama KESK, DİSK, TMOB gibi kurumların ziyaretiyle, sivil toplumun bu sürecin paydaşı olması için görüşmeler yapılması ve tabi ki bu ülkedeki aydınların, yazarların, sanatçıların gerçek anlamda söz kuracakları, barış için çaba harcayacakları bir zemini de açığa çıkarmamız gerekiyor. Bunun çalışmalarını yürütüyoruz. Çoklu bir süreç yürüttüğümüzü ifade edelim. Şunu söyleyeyim, barış gibi kutsal bir kavramı ve Kürt sorunun demokratik çözümü gibi çok çetrefilli bir meseleyi de iktidarın insafına terk etmemek gibi bir görevimiz var. Bu sadece AKP-MHP’nin belirleyeceği bir sürece dönmemelidir. O anlamıyla paydaşı ne kadar çoğalırsa, o kadarda ilerletici ve geliştirici olacaktır. Çokça içi boşaltılmış, çok kullanıldığı için yıpratılmış bir kavram barış kavramı, hak ettiği değeri görmesi, hak ettiği anlamın tekrar yüklenmesi ve bunun için her birimizin de mücadele etmesi gerekiyor. Bunu da örgütlememiz gerekiyor.
“Bu kadar çok tartışma var, Sayın Öcalan’a dair ‘gelsin konuşsun’ deniliyor bir taraftan tecrit sürüyor, bu meselenin samimiyetini ortaya koymak için o zaman bir hamle de bir adım da biz atmalıyız dedik.”
*Son olarak şunu sormak istiyorum, Bahçeli son grup toplantısında “DEM Parti İmralı ile görüşsün” dedi ve aynı gün eşbaşkanların Adalet Bakanlığı’na bir görüş başvurusu oldu. Bu bir tesadüf mü gibi bir tartışma yürütülerek, partinizin bilgisi olduğu vurgusu yapılıyor, bu tartışmalara ilişkin ne söylersiniz?
Biz hem 26’ıncı dönemde de 27’inci dönemde de milletvekilleri, eşbaşkanlarımız da dahil olmak üzere İmralı Ada hapishanesine gitmek ve Sayın Öcalan’la görüşmek için başvurular yaptık, hali hazırda önceki yasama dönemlerinde de bu başvurularımız var. O anlamıyla bu yaptığımız yeni bir şey değil. İkincisi, grup toplantısından önce istişare ettik ve şunu konuştuk; bu kadar çok tartışma var, Sayın Öcalan’a dair ‘gelsin konuşsun’ deniliyor bir taraftan tecrit sürüyor, bu meselenin samimiyetini ortaya koymak için o zaman bir hamle de bir adım da biz atmalıyız. Ve eşbaşkanlarımız bir başvuru yapsınlar bu başvuru üzerinden de gerçekten göndermek gibi bir niyetleri varsa, gerçekten bu sorunu çözmek gibi bir niyet varsa o zaman gereğini yapmak da hükümete düşer. Onlarda gereğini yapsınlar üzerinden tartıştık ve bunun üzerine bu başvuru hazırlanmıştı ve duyurusunu da grup toplantısında yapmak için karara varılmıştı. O anlamıyla bizim açımızdan Bahçeli’nin konuşması sürpriz oldu ama Bahçeli’nin konuşmasının ardından bizim bu duyuruyu yapmamız sanki bir görüşme var, karşılıklı bir istişare var da onun üzerinden bir yere çekilmeye çalışıldı. Ama kesinlik öyle bir şey yok tamamen tesadüf olduğunu belirtmek isterim.