Acı ve güç kombinasyonunu değiştirebilmek için empati

  • 09:04 12 Mayıs 2023
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
 
“Cins kimliği üzerinde hasar yaratan bu erkeklik kültürünün farkında olmak çok önemlidir. Bu özelliklerin farkında olan, bu konuda kendini ikna eden ve bununla yüzleşen erkek hemcinsiyle ve kadınla daha fazla empati kurabilir. Bu onun kolektifleşmesini olumlu yönden etkiler. Böylesi bir erkek kendiyle buluşmada daha çabuk yol alır. Doğayla bir bağ kurar. Mutlu olur. Yaşamı anlamlı bulur. Belki şiddetin ve sömürünün önüne geçemez ama ondan kendini korur. Vicdanlı olur. Korkularını bir tarafa bırakır. Paylaşıma açık hale gelir.”
 
Nagihan Akarsel
 
Erkek doğasını anlama arayışına girdiğimizde karşımıza çıkan yalnızlaşma, yabancılaşma ve acının hem kadın hem de erkeğin doğasını ne kadar yaraladığını görebiliyoruz. Erkeğin kurduğu güç dünyasının kadına ve erkeğe acı ve yabancılaşma olarak geri döndüğünü, kadın zulmüne neden olduğunu derinden hissedebiliyoruz. Bu güç ve acı kombinasyonu erkek yaşamının çelişkilerini ve saklı hikayesini anlatıyor adeta. Vicdanın yerini görevin, kimliğin yerini de iktidarla özdeşleşmenin aldığı bürokratik kişiliğin tehlike oluşturduğunu belirten Arno Gruen, “Çünkü bu noktada şiddet ve cinayet üst düzeyde organize gerçekleşir ve sadece teknolojik olarak uygulanabilirliğe dayandırılır. Aslında bu tür davranış biçimleri sadece merhametten kopuşu maskelerler. Empati, içimizdeki insaniyetsizlikle aramıza duvar ören bir engeldir. Uygarlığımızın tarihi, acıma duygusunun bastırılması ve parçalanmasıyla sadece iç içe geçmekle kalmaz, aynı zamanda bunun temelini de oluşturur. Uygarlığın tarihi aynı zamanda, empatinin; empatinin gelişiminin ve kaderinin de tarihidir” diye tanımlar. 
 
Empatiyi ne kadar uyguluyoruz?
 
Bu eksende kötülük ile aramıza duvar ören empatiyi hayatımızda ne kadar uyguluyoruz? Empatiyi hayatımızdan çıkardığımız anda kötülüğe karşı savunmasız mı kalıyoruz? Kadınlar olarak hem birbirimizi hem de karşı cinsimizi anlamak için bu yöntemi ne kadar işletiyoruz? Sosyal gücün ve birçok ayrıcalığın tadını çıkaran erkeklere dışarıdan baktığımızda hiçbir sorunun olmadığını düşünürüz. Erkeğin her zaman güçlü, dayanaklı, eğilmez-bükülmez olduğunu koşullayan verili kültür bunun nedeni olabilir mi? Böylesi bir kültür erkeğin kendi gerçeğini sürekli ötelemesine neden olmaz mı? Ya da bunun açığa çıkmasından korkan bir erkek karşımıza çıkmaz mı? Böylesi bir erkeği empatinin gücüne nasıl inandırabiliriz? Zira erkek olmanın ne anlama geldiğinin mesajları çok küçük yaşlarda başlar. Gerçek erkeklerin güçlü, bağımsız, bedensel, korkutucu, kuvvetli, kontrollü, dayanıklı olduğu ve insanları ürküttüğü anlatılır. Yine saygın, katı, atletik, kaslı ve sert olmak erkeğin özellikleri arasında sıralanır. Kriterlere uymayan erkek çocukları ya kız gibi olmakla nitelendirilir ya da güçsüz bireyler denilerek dışlanır. Erkek bir kapalı kutu olarak tanımlanır. “Gizemlidir keşfedilmesi gerekir” vs. denilir. Yine erkeklerin duygularından bahsetmemesi sert olmanın en temel ölçülerinden biri olarak ele alınır. Duygusunu belli eden erkek ki bu ağlamak, aşk, hüzün, sevinç vb. olabilir, zayıf erkek olarak tanımlanır. Duygularını aşırı derecede kontrol etmek erkek için bir başarı sayılır. Erkek olmanın ölçüsü duygusunu belli etmemek, her zaman güçlü durmak olur.  Bu nedenle erkekler genel olarak sessizdirler ve arkadaşlıklarında ne düşündüklerini ya da hissettiklerini konuşmazlar. 
 
Erkeklerin erkek olma yolunda sosyalleştirilme tarzlarıyla doğrudan bağlantılı olan bu özellikler erkek çocuklarının doğuştan getirdikleri özellikler değildir. Chicago Tıp Okulu Nörobilim Dalı’nda çalışan Doçent Lise Eliot, Pembe Beyin, Mavi Beyin kitabında şuna dikkat çeker: “Bebek beyinleri öyle çabuk şekillenir ki doğumdaki küçük farklılıklar zamanla güçlenir, ebeveynler, öğretmenler, akranlar ve kültür gibi etkenler farkında olmadan cinsiyet rollerini pekiştirdikçe...  Kız çocuklarının erkek çocuklarından daha empatik olmaları doğuştan gelen bir şey değildir; yalnızca kendilerini ifade etme konusunda kızlara daha fazla izin verilir.” Der ve şöyle devam eder: “Eğer klişeleri büyütmezsek ve atletik ve akademik becerileri kadar duygusal gelişmeleri üzerine yoğunlaşmaya çalışırsak, erkekler de empatiklerdir ve daha fazlası olmayı da öğrenebilirler.”
 
İnsan psikolojisi 
 
Erkeğin duygusal gelişimini zayıflık olarak nitelendiren sistemin bu kodlarını değiştirmek de ortak bir mücadele ile mümkündür. Zira erkek özgürlüğe attığı her adımda erkeklik kültürünün kodları ile karşılaşır. Ve bunlar bir engel yaratır. Ne kadar gelişkin olduğunu iddia ederse etsin erkek olma durumunun herhangi bir yönüyle tartışılabileceği kaygısı bile erkeği özgürlük yolunda atacağı adımlardan alıkoyabilir. Kadın haklarını savunmaktan dahi imtina eder. Kadını savunan bir erkeğin zayıf olduğuna koşullanmıştır çünkü. Dış baskı ile böylesi bir erkeği frenlemek de en makbule geçer anlayış olarak kabul edilir. Elbette bu baskı, en kaba deyimle cinsin kendi türünün içinden dışlanması baskısı şeklinde vuku bulur. Ve insanın psikolojisi, yaşamı üzerinde çok büyük bir etki yaratır. Bu konuda S. Zizek’in verdiği bir örnek çarpıcıdır: “Adamın biri kendisini darı sanıyormuş. Çevresindekiler ne yapmış etmişlerse adamı darı olmadığına ikna edememişler. Bunun üzerine adam hastaneye yatırılmış. Bu kez doktorlar uğraşmış, yok… Sonra nasıl olmuşsa bir gün adam darı olmadığına ikna olmuş. Doktorları da rahatlamış çünkü bu adam kendisini darı sanmak dışında normal zekâ ve yetenekte biriymiş ve sırf o nedenle hastanede olması doktorlara da ağır geliyormuş. Adam darı değil de insan olduğuna kanaat getirince doktorları da sevinçle onu taburcu etmiş. Adam çıkıp gittikten beş on dakika sonra doktorlar bakmış ki bizim darı-adam koşa koşa hastaneye geliyor. Doktorlar önünü kesmiş; ‘Hayırdır, sen darı olmadığını, insan olduğunu bilmiyor musun?’ diye panikle sormuşlar. Adam nefes nefese; ‘Efendim, efendim ben darı olmadığımı biliyorum. Biliyorum ama ya tavuk! Peki, tavuk da benim darı olmadığımı biliyor mu bakalım!’ diye soruya soruyla karşılık vermiş. Cinsiyet özgürlüğü mücadelesinde erkeklik kimliğini sorunsallaştırıp aşmaya çalışan erkek de darı olmadığını bilir ama iki yönlü bir kaygı taşımaya potansiyel olarak müsaittir. Birincisi acaba diğer erkekler de onun darı olmadığını biliyorlar mıdır? Ve acaba kadınlar onun erkekliği sorunsallaştırmasını nasıl görüyordur? Her iki sorunun gerisinde de erkeğin kendi cinsel kimliğinin dışarıdan nasıl algılandığı kaygısı vardır.
 
Daha fazla empati 
 
Cins kimliği üzerinde hasar yaratan bu erkeklik kültürünün farkında olmak çok önemlidir. Erkeğin doğası gibi gösterilen olumsuz özelliklerin deşifre edilmesi ve bunların kader olmadığının kabul edilmesi bir diğer adımdır. Bu özelliklerin farkında olan, bu konuda kendini ikna eden ve bununla yüzleşen erkek hemcinsiyle ve kadınla daha fazla empati kurabilir. Bu onun kolektifleşmesini olumlu yönden etkiler. Böylesi bir erkek kendiyle buluşmada daha çabuk yol alır. Doğayla bir bağ kurar. Mutlu olur. Yaşamı anlamlı bulur. Belki şiddetin ve sömürünün önüne geçemez ama ondan kendini korur. Vicdanlı olur. Korkularını bir tarafa bırakır. Paylaşıma açık hale gelir. Tüm bunlar erkeğin kapalı bir kutu olma özelliğinden kurtulması anlamına gelir. Böylesi bir erkek karşıdakinde itaat değil saygı yaratır. Mihenk noktasının bu olduğunu düşünüyorum. Erkekler karşıdaki bireyde saygı mı yoksa bağımlılık mı veyahut itaat duygusu mu yaratmak istiyor? Bunu samimi yanıtlayan bir erkeğin kendisini daha rahat tanıyacağı ve tanımlayacağı bir gerçektir. Böylesi bir erkek hem kendisiyle hem hemcinsiyle hem de doğayla ve kadınla daha rahat ilişkilenir. Bu özellik erkeği özgürlüğe daha çok yakınlaştırır. 
 
Bir tortu da olsa 
 
Bu temelde empati yöntemini yaşamında doğal bir ilke olarak ele alan ve insanın kendine, doğaya, topluma, geçmişine yabancılaşmasının erkeğin doğası olmadığını anlatan örnekler de var. Bayramda geçmişine bir saygı duruşunda bulunmak için yanımıza gelen yaşlı amca mesela… Elinden tutan torunu ile zorlu patikaları, coşkun suları, tepesinde tüm yakıcılığıyla parlayan güneşi aşan amca bu konuda çarpıcı bir örnek sunuyor. Gözleri çok az gören, kulakları duymayan tahminen yaşı yüzün üzerinde olan amcanın ismini öğrenemedik. Bütün varlığıyla ceviz ağacına odaklanmıştı. Çocukluğunu bu ağacın dibinde geçirdiği, dallarından ceviz topladığı, buz gibi suyundan doyasıya içmiş olduğu belliydi. Derin bir sessizliğin ve ışığı az kalmış gözlerinin ışıltısında kâh gözleri yaşararak kâh gülümseyerek ağaca odaklanmıştı amca. Bayram şekeri ikram ettiğimizde almadı. Çay getirdiğimizde içmedi. Hemen bahçemizin köşesinde olan erik ağacından erikleri toplayıp uzattığımızda gözleri parlayarak ve gözünden bir yaşın düşmesine engel olmayarak aldı. Erikleri bir elinden diğerine, etli olup olmadıklarını anlamak istercesine bıraktı. Sonra bir poşet istedi. Erikleri onların içine koydu. Henüz olmamış cevizlerden birkaç tane almasını istedik. Elini kaldırdı, “Hayır” dedi. “Henüz olgunlaşmamış meyveyi dalından koparmak ona saygısızlıktır” dedi. Şaşırarak baktık amcaya. Derin bilgeliğini doğaya aşkla olan bağlılığından aldığı belliydi. Öyle iki saatten fazla ceviz ağacının dibinde oturdu, ona baktı, dokundu, suyundan içti, dalından düşen cevizlerin çürüdüğüne içerlendi. Birçok duyguyu bir arada yaşadı amca. Veda eder gibiydi. Çocukluğunu geçirdiği ceviz ağacı ile vedalaşıyordu. Gençliğinin sırlarını paylaştığı, ilk dokunuşlarına tanıklık eden bir ağaçtı belki de. Amcanın mutluluğu, hüznü, özlemi, hayat ile olan bağı, her şey ama her şey çok anlamlıydı. 
 
Doğa ile empati kurmak 
 
Ağaçla empati kuran adeta sessiz bir dil ile ağaçla konuşan amcayı anlamak istedim. Yanı başında oturdum. Onun yerine kendimi koydum. Empati kurmak, onun hislerini yaşamak istedim. Baktığı yerlere baktım. Dokunduğu dallara dokundum. Daldan dala konan sincaba bakarken attığı hınzır bakışına takıldım. Hüzün ile sarmalanmış gülüşüne sürdüm gülüşümü. O anda dünyanın en mutlu insanlarından biri oluverdim sanki. Doğanın dilinden anlayan amca bana dünyanın en güzel hediyesini vermişti bu bayramda. Umut… Doğal erkeğin de mümkün olduğunun umudu. Doğayla son sözleşmesini yapıyordu amca. Ve belki de “Bir kuş, bir ağaç, bir su olarak geri dönerim” diyerek bunu yapıyordu. Kim bilir… Büyüleyici bir gerçekti ifşa olan. Doğayla birlik olan insanın, doğayla sözleşmesine tanık olmaktı. Ağacın, suyun, cevizin, börtü böceğin, sincabın yerine kendini koyarak onu anlamaya çalışan adeta onunla konuşan amca derin bir bilgeliğin ipuçlarını veriyordu. En sevdiklerimizden dahi esirgediğimiz sözcüklerin nasıl anlam bulduğuna tanık oluyorduk. O sözcüklerin doğaya ait olduğuna ikna oluyorduk. Bu sözcükleri birbirinden esirgeyen insanların artık bırakın doğayla kendileriyle bile bağlarının kalmadığına hayıflanıyorduk. Şimdi yaşamla son valsini yapan amcanın bir ağaca ki eminim çoğumuz altı üstü bir ağaç diyoruz içimizden veda etmek için nice yolları aşmasına, ona bakarken duygulanmasına, ceviz ağacının yakınında olan erik ağacından erikleri getirdiğimizde heyecanlanmasına nasıl bir anlam verecektik? Doğadan bu kadar uzaklaşan insanlığa bu amcanın duygularını ne kadar anlatabiliriz? Amcanın ağaç ile kurduğu empati, bizim amca ile kurduğumuz empatinin anlamı neydi? Doğayı, kendimizi, sevdiklerimizi, hemcinsimizi, erkeği anlamak için ne yapıyorduk? Sevmek bir bakıma anlamak değil mi? O zaman biz anlamak için en çok hangi yöntemleri kullanıyoruz? Ya da anlamak için bir çabamız var mı? Ne anlatabiliyoruz ne anlaşılabiliyoruz ne de anlıyoruz… Bir kördüğüme dönüşen bu gerçeğin nedenlerini analiz etmek ise başlı başına bir eylem oluyor. Oysaki aşkla, tutkuyla doğaya, özgürlüğe, hayata bağlı olanlar için anlamak hayatın olağan akışıdır. Onlar için “Anlayabilmek, yaşamaktır.”  
 
Bu yazı Jineolojî dergisinin “Erkek Doğasına Bakış ve Erkeklik” dosya konulu 7. sayısından kısaltılarak
alınmıştır.