
Yürüyen kadınların sesi
- 09:04 19 Ekim 2025
- Kadının Kaleminden
“Kadınlar, yürüyüşle başlayan dayanışmayı yaşamın diğer alanlarına taşımak istiyor: üretimden eğitime, yerel yönetimlerden toplumsal barış süreçlerine kadar her yerde kadın iradesinin belirleyici olması gerektiğini vurguluyorlar.”
Celile Dündar Babaoğlu
Ekim ayının başında Amed’den başlayıp Ankara’ya doğru ilerleyen kadın yürüyüşü, kilometrelerle sınırlı bir eylem veya protesto değildi. Bu hareket, yıllardır bastırılmış taleplerin, inkâr edilmiş ve yok sayılmış kimliklerin bir araya gelerek ses bulduğu bir hafıza ve hakikat pratiğiydi. Amed’den Ankara’ya yürüyen kadınlar, toplumsal hafızayı, barış iradesini ve demokratik toplum inşa vizyonunu görünür kıldılar. Atılan her adım, yalnızca bugünü değil, yarının toplumsal hafızasını da şekillendirerek hem geçmişin direnişine hem de geleceğin umuduna dokundu.
Kadınların gözlerindeki kararlılık ve dayanışma, birlikte hareket etmenin yarattığı güçle bütünleşti. Sokak aralarından katılanlar, pencere önlerinde durup alkışlayanlar ve yürüyüş boyunca yanlarına gelenler, bu yürüyüşü toplumsal bir ritüel hâline getirdi. Sahada görülen manzara ise hem duygusal hem de direngen bir tabloydu: rengârenk elbiseleriyle yaşlı kadınlar, gençlerin omuz omuza yürüyüşü ve sloganların arkasında yankılanan çocuk gülüşleri… Yürüyüş bir dayanışma zinciri gibiydi; herkes birbirinin yorgunluğunu taşıyor, kimse geride kalmıyordu. Kadınlar, “birlikte olma hâli”nin anlamını adımlarıyla anlatıyordu.
Söz kurma iradesi
Bu hareket, Kürt kadın hareketinin yalnızca siyasal değil, toplumsal bir söz kurma iradesine sahip olduğunu bir kez daha gösterdi. Kadınlar, yıllardır süren çatışmaların, yasların ve kayıpların gölgesinde barışı yeniden tarif ederken politik bir özne ve toplumsal dönüşümün taşıyıcıları olduklarını ortaya koydular. Esas olarak, kadınlar Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep ederken bu çağrıyı barışın ve toplumsal entegrasyonun koşullarıyla iç içe ifade ettiler. Bu bağlamda, kadının özgürlüğü ve demokratik toplum için taşıdığı düşüncenin altını yeniden çizdiler. Bugün bu talepler, yaşamın içinde; toprağın, suyun, annelerin ve kız kardeşlerin hikâyelerinde vücut buluyor.
Hareketin merkezinde, kadın komünlerinin güçlenmesi fikri yer alıyor. Kadınlar, yürüyüşle başlayan dayanışmayı yaşamın diğer alanlarına taşımak istiyor: üretimden eğitime, yerel yönetimlerden toplumsal barış süreçlerine kadar her yerde kadın iradesinin belirleyici olması gerektiğini vurguluyorlar. Bu, yalnızca eşitlik değil, başka bir yaşamın mümkün olduğuna dair kolektif bir inançtır. Kadınların barış çağrısı, demokratik toplumu yeniden inşa sürecinin omurgasını oluşturuyor. Çünkü onlar, yıkımın tanıkları olduğu kadar yeniden kurmanın da öncüleridir.
Ortak yaşam kültürü vurgusu
Yürüyüşün en kritik noktası ise “Bundan sonra ne yapılmalı?” sorusudur. Kadınların gösterdiği cesaret, yerel örgütlenmelere, kadın dayanışma ağlarına ve demokratik inisiyatiflere taşınmalıdır. Atılan her adım, günlük yaşamda somutlaşan bir barış ve demokrasi pratiğinin öncüsüdür. Toplumun her bireyi, bu sürece katılarak barışı ve eşitliği savunmalı; ortak yaşam kültürünü güçlendirmelidir.
Yürüyüşün ardından kadınlara yönelik saldırılar, kadınların umut hakkını, sözlerinin nasıl yankılandığını ve kimi rahatsız ettiğini açıkça gösterdi; buna rağmen atılan sloganlar, yükselen sesler ve kararlılıkla yürüyen kadınlar, meşruiyetin asıl kaynağının halkın ve kadınların iradesinde olduğunu hatırlattı.
Sonuç olarak, yürüyen kadınların sesi artık sadece sokakları değil, toplumun vicdanını da harekete geçiriyor. Onların attığı her adım, demokratik toplumun, barışın ve özgürlüğün yollarını açıyor. Bugün bu metni okuyan herkesin görebileceği şey şudur: Bu yol hâlâ açık; her bireyin katkısıyla daha da güçlenecek. Kadınlar yürüyor ve biz de bu yürüyüşün bir parçası olabiliriz, ister adımlarımızla, ister dayanışmamızla, ister kendi yaşam alanlarımızda barışı inşa ederek.