Evrim'siz 13 yıl geçti

  • 09:03 11 Nisan 2023
  • Portre
 
AMED - Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış, Ülkede Özgür Gündem gibi pek çok gazetede çalışan Gazeteci-Yazar Evrim Alataş 13 yıl önce yaşamını yitirdi. Evrim, hem haberleriyle, hem yazdığı kitaplarla hem de mücadelesiyle gazetecilikte ve yaşamda derin bir izler bıraktı.
 
Gazeteci-Yazar Evrim Alataş, yaşamını yitireli 13 yıl oldu. 15 Nisan 1976 tarihinde Meletî’nin (Malatya) Argan (Akçadağ) ilçesine bağlı Gölpınar köyünde dünyaya gelen Evrim, İlkokul ve ortaokulu doğduğu köyde okur, daha sonra eğitimini İstanbul'da sürdürür. 1994 yılında gazeteciliğe başlayan Evrim, Yeni Politika, Demokrasi, Özgür Bakış, Ülkede Özgür Gündem gibi gazetelerde muhabir ve sonrasında da editör olarak görev alırken, ardından Evrensel, BirGün ve Özgür Politika’da aralıklarla köşe yazarlığı yapar. Esmer, Birikim, Amargi, Siyahi ve Tiroj başta olmak üzere birçok dergide makaleleri yayınlanan Evrim’in, Radikal İki eki ve Taraf gazetesi köşelerinde de yazılarına yer verilir. Evrim’in 2003 yılında Aram Yayınları’ndan Mayoz Bölünme Hikâyeleri adlı kitabı çıkar. “Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer” adıyla kaleme aldığı çalışması da 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkar. Kitaplarında, Kurdistan’da yaşanan savaşın trajikomik öykülerini derleyen Evrim, aynı zamanda “Min Dît” (Gördüm) filminin de senaristi. Evrim, yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle 12 Nisan 2010’da Diyarbakır’da yaşamını yitirir.
 
Gazetenin Fincan Xanım’ı
 
Gazetecilik yaptığı dönemde pek çok kez gözaltına alınan Evrim, gazetenin "Fincan Xanım” köşesinde, Kürt halkının içinde bulunduğu durumu hicivli bir üslupla kaleme alır. Evrim, gazetedeki köşe yazılarının dışında hak ihlallerinin haberleştirilmesine de büyük bir önem gösterir.
 
Min Dît’in senaryosunu yazdı
 
Evrim’in ilk romanı “Mayoz Bölünme Hikâyeleri”, 2003 yılında Aram Yayınları'ndan çıkar. Bu kitabında Kurdistan’daki savaşın trajikomik hikâyelerini derleyen Evrim, kitabında bir kara mizah dili yaratır. İkinci ve son kitabı "Her Dağın Gölgesi Deniz'e Düşer" ise 2009 yılında İletişim Yayınları’nda basılır. Bu kitabında doğduğu köy olan Alevi Kürt köyü Gölpınar'ın hikâyesini anlatan Evrim, 12 Eylül sonrası Türkiye'nin de panoramasını çizer. İlk Kürtçe politik film olarak tanımlanan "Min Dît"in senaryosunu filmin yönetmeni Miraz Bezar ile beraber yazar. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde Behlül Dal Özel Ödülü'nün yanı sıra ulusal ve uluslararası alanda pek çok ödüle değer bulunan film, Amed’de aileleri katledilen iki çocuğun hayatını anlatır.
 
Faili meçhullerin, hak ihlallerinin arttığı, gazeteciliğin her geçen gün zorlaştığı bu süreçte Evrim, kanser hastalığına yakalanır. Evrim, kanserle savaşma sürecini yazarak, çekerek, kendini sorumlu hissettiği değerleri tarihe not düşerek geçirir.
 
Umut hep var!
 
Özgür Gündem gazetesinde birlikte çalıştığı arkadaşı Dilek Demiral, 2019 yılında ajansımıza verdiği röportajda Evrim’i şu sözlerle anlatır: “Evrim en kötü durumda bile o durumun içerisinden mutlu olunacak, esprili bir şey çıkarırdı. Şems’in ‘Hayatının alt üst olmasından korkma, hayatının altının üstünden güzel olduğunu nerden bilebilirsin’ diye bir lafı var. Evrim bize hep bunu gösteriyordu. Nefes aldığın, inandığın şeyler olduğu, hayata pozitif baktığın sürece her zaman bir umudun olduğunu söylerdi. En olmadık ortamlarda, söylemek istediği her şeyi pat diye söylerdi. İnsanlarda kendisine karşı güven duygusunu ortaya çıkarıyordu. Önceden de bir hastalık süreci geçirip atlattığı için belki hayatın önemini bizden çabuk kavramıştı. Hepimizden farklı olarak başardığı şey yüreklerimize dokunmasıydı. Hatalarıyla, gerçekleriyle, her yönüyle bir insandı ve onunla konuştuğunuzda bunu çok net hissediyordunuz.”
 
En fazla çocuklar taşır destanların sihrini…
 
12 Nisan 2010’da Amed’de yaşamını yitiren Evrim, daha önce yayınlanan bir yazısında şunları söyler: “Tarihin yüzünü çaldığı çocuklar gibi. Vakitsiz yaşlı. Oyunsuz ve çıplak. Meşe kökü ve topraktan tebdili kıyafeti. Ayrıştıramazsın artık, bedenle kökü. Ateşten birleşmiş vücutla kefiye… Ölçüsü çalınmış bir şiir gibi yatıyor toprağın üstünde. Bir eli havada… Öylece… Hangi çağı selamlıyorsun? Hangi ateşe eğilelim şimdi? Hangi ateş duayı alır üstüne? Bu yükü hangi kıvılcım tutar? Biri usul usul… Yazılardan, tozlu arşivlerden ve daktilo nüshalarından uzak, bir yaz gecesi damda, kulağımıza fısıldanan destan eşkiyası gibi… Ki en fazla çocuklar taşır destan eşkiyalarının kesedeki sihrini. En fazla çocukları üzer sihrin bozulması. Sihrini toprağa gömen eşkıya, elbet kırık kafalı, kara gözlü çocuklar büyüyecek, ay ışığında, kayıp bir eşkıyanın sihrini arayacaktır…
 
Tüm demlerin esiriyiz uyanın! Saçlarımız ayaklarımızı bağladı. Ateş gözümüzü dağlıyor, kirpiklerinizi aralayın. Ayaklarınıza dolanan kementlerle sürükleniyoruz medeniyetlerin ortasında. Bir ilkel arenadayız. Eğitimli oklar saplanıyor göğüs kafesimize. Kör oluyoruz, açın gözünüzü…”