Anlamın sessiz çöküşü

  • 09:03 27 Kasım 2024
  • Kadının Kaleminden
 
"Kaoslu zamanlardan geçiyoruz. Evet zorlu, çoğu durumda yaşamın aleyhinde gibi görünebilir, öyledir de. Kuşku yok ki insan ve doğa adeta yeniden vahşice fethedilmeye çalışılıyor. Pandemiler, yangınlar, seller, savaşlar, derin yoksulluk, açlık, soykırım savaşları; mültecileştirilen, yurtsuzlaştırılan, köksüzleştirilmeye, kimliksizleştirilmeye ve anlamsızlaştırılmaya çalışılan yaşamlar…"
 
Zeynep Karaman 
 
İstedikleri kadar uzay çağı, akıllı teknolojileri ‘İnsanın ve evrenin genetiğini çözdük, çözüyoruz’ böbürlenmeleri olsun, hiçbir şey bizim neon ışıkları altında yaşanan vahşet ve barbarlıkları görmemizi engelleyemez. Sistemin kendisi, aldığımız her nefeste ve attığımız her adımda görmek istemesek de parıltılı ışıkların yanı sıra barbar yüzün en bayağı halleri ile teşhir ediyor. Bir süredir Mahşerin Dört Atlısı bile hayretler içinde bırakılan biz zamandayız. Normalde beş atlı olan mahşerin dört atlısının yarattığı yıkımı bir kefeye, beşincisinin yıkımını diğer kefeye koyduğumuzda yıkımının yarattığı tahribatın yanından bile geçilemez; kötülerin en kötüsü, toplumsal ve manevi, doğasal yıkımların babası, kralı: Cinsiyetçilik. Ben diyeyim kadın soykırımının siz deyin özgür toplumsallığın en eski ve sürekli diri tutulan kırım mekanizması ve daimi failidir.
 
Sizler dışarda bir 25 Kasım’da daha, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nü sözümüzle, eylemlerimizle, tilililerimizle isyanımızı kuşanarak meydanlarda asla yalnız yürümeyeceğimizi bir kez daha haykıracaksınız. Yaşama ve kadına yönelik çok boyutlu, katmerli, şiddetler ister devlet eliyle ister patrondan, babadan, kardeşten, sevgiliden gelsin, karşı örgütlü mücadele ile öz savunmamızı ortaya koyacaksınız. ‘Bir kadın daha eksilmeyeceğiz’ diyeceksiniz. Öfkemiz kadar direnişin bize bayram olduğu sloganlarımız, tilililerimiz ve şarkılarımızla, bizlerinde kısılmak istenen sesi, sözü ve eylemi olacaksınız.  Eylemsiz, sokaksız ve tililisiz bir özgür kadın var oluşunu düşünemiyorum. Kadın mücadelesi artık 25 Kasım ve 8 Mart’a sığdırılamıyor; Erkek egemenin kadına ve topluma dönük çok yönlü saldırıları ve örgütlü kadın mücadelesinin ortaya koyduğu koşullar her günü 8 Mart ve 25 Kasım ruhu, eylemi ve direnişi ile karşılamamızı gerektiriyor. Sizleri harıl harıl çabalarken hayal etmek hep coşku ve umutlu kılıyor. Bu vesileyle devlet ve erkek şiddetine karşı direnen Mirabel Kardeşler, Saralar, Arin Mirxanlar şahsında tüm mücadeleci, direnişçi kadın yoldaşları saygıyla selamlıyoruz.
 
Kobanê Davası….
 
Biliyorsunuz Kobanê Kumpas Davası'nda yargılanan, siyasi soykırım operasyonundan nasibini alan arkadaşlardan biriyim. Biliniyor zaten kamuoyuna da mal olmuş bir dava. Fakat bu yargılanmamızın en önemli özelliği açık bir soykırıma karşı bırakalım politik sorumluluğun gereğini, insan olmanın asgari değerini ortaya koyduğumuz içindi. DAİŞ gibi cehennem zebanisi bir yapının başta Şengal’de Êzidî ve Kürtlere, kadınlara uyguladıkları soykırım; DAİŞ’li ve Sunni olmayan kadınların-kız çocuklarının tecavüzle alınıp köle pazarlarında satılması. Yaşlı kadınların toplu olarak katledilmesi, küçük erkek çocuklarının ailelerini katledip kendilerinin DAİŞ’e devşirilmesi, erkeklerin toplu olarak katledilmesi.. Kobanê’ de de benzer bir soykırım başarıya ulaşmasın diye direndiğimiz, hep birlikte soykırıma karşı harekete geçtiğimiz ve başardığımız için çağın engizisyon mahkemeleri diyebileceğimiz bir mahkemede yargılandık. O yargılanmada örgütlü kadın kimliğimiz de yargılama konusu oldu. Elbette ki tarih şahittir, yargılayanları yargıladık. Çünkü bizi insanlık onuruna, insanlığımıza, kadınlığımıza sahip çıktığımız için yargıladılar. Tarihsel yargılamaya cevabımızda, tarihsel bir savunma oldu. Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü, eşit ve özgür farklılık içinde birlikte yaşam mücadelesinin yargılanamayacağını ortaya koyduk. 
 
Soykırım saldırıların hedefi kadınlar 
 
Savunmam da, özelde son 200 yıllık süreç içinde homojenliğe, tekçiliğe, cinsiyetçiliğe dayalı ulus-devlet inşalarının soykırımlar üzerinden kendini nasıl inşa ettiğini ifade etmiştim. Kapitalist sistem, homojen ulus-devletler tarzında erkek egemenliğini modern tarzda yeniden inşaya yönelirken, bu soykırım saldırılarının en birinci hedefi yine kadınlar olmuştu: cadı avları, engizisyon mahkemeleriyle yakılmalar… Ardından dinsel ve etnik farklılıklara, kültürlere, yaşam tarzlarına dönük soykırımlarla vahşi kapitalizmi inşa etme yoluna girmişlerdi. Homojen ulus-devletçilik son iki yüzyılda bilindik bilinmedik öylesine çok yönlü soykırımlar gerçekleştirmiştir ki, başlı başına bu hakikatleri ortaya çıkarılmasını sağlayacak çalışmalara ihtiyaç vardır. Bildiklerimiz; Yahudiler, Çingeneler, Ermeniler, Kürtler, Bosnalı Müslümanlar, Filistinliler, Êzidî Kürtler, Aleviler ve Ruanda’da gerçekleşen soykırımlar.. Sanırım hiçbiri DAİŞ’in gerçekleştirdiği soykırım saldırıları kadar şok edici olmamıştır. Elbette her soykırım uygulanan toplumda şok edici, derinden sarsan, korkunç yıkıcı özellikleriyle, insanlık dışı uygulamalarıyla insanlığımızdan büyük şeyler alıp götürür.
 
Kadın bedenine dönük saldırılar 
 
Her soykırım birinci elden planlı- programlı en çok da kadın varlığına dönük tecavüz saldırılarıyla teslim alma, çökertme odaklı zaferini istisnasız tarih bize bunu söyler: Militarizm ister ırkçı ister milliyetçi olsun o garantilemek ister. Cinsiyet bir ideoloji olarak tecavüzü, cinsel saldırıyı, şiddeti nükleer silahlardan daha etkili bir silah olarak kullanmaktan asla vazgeçmemesine rağmen 1998’e kadar savaşta kadın bedenine dönük tecavüz bir savaş suçu olarak tanımlanmayıp yargılama konusu olmamıştır. Ruanda’da yaşanan soykırımla tecavüzün savaş suçu olarak ele alınması kadın mücadelesinin sonuçlarıdır. Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadeleye dair düşünüyor ve diyorum ki kadın bedeni ve varlığı sadece soykırım saldırıları ve ulus-devletlerin savaşlarından mı saldırıya uğruyor? Kadın bedeni ve varlığı sadece (savaş zamanlarının dışında, göreceli uzlaşma durumlarında) erkeklerin bireysel cinsel saldırılarının, sonucunda mı tecavüze uğruyor? Siz buna her türlü cinsel şiddeti ekleyebilir, kadın katliamlarına dahil edebilirsiniz.
 
Bir çırpıda saraylı, devletli erkek egemen uygarlığı gözümün önünden geçirdiğimde, kadının bedensel ve toplumsal varlığına dönük saldırıları sadece şiddet (cinsel şiddet, tecavüz dahil) kavramı ile tanımlamak çok hafif kalır. Mahkum edilip soykırıma alınmış bu yaşamın faili cinsiyetçi ideolojidir; saraylı, iktidarlı, devletli erkekliğin son temsilcisi ultra finans kapitalin (?) kadın ve toplum düşmanı güçleridir. Hiçbir soykırım, kadın bedeni ve toplumsal varlığına dönük soykırım ortadan kaldırılmadan kökü kurutulamaz. Çünkü tarihin ilk ve sürekli diri tutulan, en uzun, sürekli soykırım saldırısı kadın cinsine ve onun özgür toplumsallığına karşı örgütlendirilmiştir. Bu soykırım tanımlanmadan, tarihsel süreçler boyu sürekli nasıl örgütlendirildiği ortaya konulmadan bırakalım kadına dönük şiddetin ortadan kaldırılmasını, kadın mücadelemizin sadece kadının yaşam hakkını savunma çerçevesinin ötesine taşıyamayacağımız anlamına geliyor. Devasa bir mücadele birikimine sahip olan bizler, neden ona ataerkillik çözümlemeye rağmen pratik hayatta ‘yaşam hakkı’mızı savunma sınırlarına sistem tarafından mahkum edilmiş bulunuyoruz? Kadın olarak bedensel ve zihinsel varlığımızı, toplumsallığımızı özgürce inşa hareketi iddiasındayken neredeyse biyolojik olarak hayatta kalma uğraşını vermek durumunda kalıyoruz. Jin ve Jiyan ‘kadın soykırımı’ gerçeği tanımlanmadan nasıl azad kılınacak? Feminizm jineolojinin literatürüne bir de jinosid*(kadın soykırımı) kavramını almak gerekecek diye düşünüyorum.
 
Kadın soykırımına karşı Jin jiyan azadî diyerek hepinizi yürekten sımsıcak duygularla ve dirençle kucaklıyorum.               
 
Sincan Kadın Kapalı Cezaevi