
Kadın Devrimi (9)
- 09:02 4 Mart 2025
- Dosya
Devrimin dayanacağı sosyal bilim
HABER MERKEZİ - Kadın devriminin geliştirilmesinde ideolojik çerçevenin yanında önemli yanlardan biri de devrimin dayanacağı sosyal bilimdir. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin sosyal bilimi yani “Jineolojî” günümüzde tüm kadınlar tarafından ilgiyle takip edilip tartışılıyor.
Kadın devrimini geliştirirken kadın özgürlük ideolojilerinin dayanacağı kadın sosyal bilimlerinin inşası bir ihtiyaçtır. Devrim koşulları olarak tanımlanan kaosu çözümlemek, kaostan özgürlük lehinde seçenekler açığa çıkarabilmek özgürlük sosyolojisi eksenindeki analizlerle mümkündür. Burada da Kadın devrimi için önemli olan sosyal bilim çerçevesine ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor.
Bu bölümde Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin değerlendirme ve tartışmalarından ortaya koyduğu ideolojik ihtiyacın yanında “Kadın devriminin dayanacağı sosyal bilim olarak Jineolojî” perspektifi ve “özsavunmayı” ele alacağız.
Kadın hakikatine dayalı toplum analizi
Jineoloji, din, felsefe, mitoloji ve bilimi kadın bakış açısı ile yeniden ele alıp yorumlayıp kadın hakikatini açığa çıkarma, kadın hakikatine dayalı toplum analizlerini geliştirmeyi hedefliyor. Bu açıdan genel sosyoloji, yapısal sosyoloji, olaysal sosyolojiye konu olacak hususları gündemine aldığı gibi en fazla da özgürlük sosyolojisine yoğunlaşıyor. Bu bakımdan jineoloji, kadın devriminin özgürlük sosyolojisi rolünü de oynuyor. İçinde bulunduğumuz çağın kaosunu tanımlamak, bu kaostan kadın özgürlüğünün nasıl çıkış yapabileceğine dair kuramsal, bilimsel tartışmalar jineoloji kapsamında geliştirilebiliyor.
Teori pratikleşmediğinde soyutlaşıyor
İdeolojilerin dogmatikleşmesi, dar bakış açısıyla toplumsal değişimin dinamiklerini yeterince fark edemez hale gelmeleri riskini taşıyor. Bunu önlemenin yolu, ideoloji ile sosyal bilimler arasında güçlü, dinamik bağlar kurabilmekten geçiyor. Sosyal bilimler, “ideolojik katılıktan kaynaklanabilecek gerçekleri görememe hastalığına karşı tedbir” nitelikleri ile değiştirilmek istenen topluma dair bilimsel verileri ve bunların pratikte açığa çıkan sonuçlarını karşılaştırmada temel oluşturuyor. Her ideoloji bir sosyolojik analize dayalı gelişiyor ancak kendini sürekli gözden geçirmediğinde dogmatikleşme riskiyle karşı karşıya kalıyor. İdeolojik bakmak, toplumsal gerçekliğe, olaylara dair bir kanıya sahip olmak anlamına geliyor. Bu kanı ne kadar bilimsel gerçekliklerle şekillenmişse o derecede doğru kabul ediliyor. Bu kanıya göre pratiğe ve eyleme geçildiğinde ise yeni sonuçlar açığa çıkıyor. Pratiğin dili, teorinin eylemleşmesi ya da deneyim, ideolojinin yaşamsallaşma düzeyini ve tıkanma noktalarına dair fikir ve kuramlar oluşturmaya katkı sunuyor. Ancak kimi zaman teori pratikleşmediği için toplumsal gerçekliğin anlaşılmasını önleyerek soyutlaşıyor, kimi zaman da pratik ve eylem teoriden koparak amaçlarına ters sonuçlar açığa çıkarıyor. Bu noktada sosyal bilimler, hem teorinin bilimsel yanını güçlendirerek doğru sonuçlar çıkarmayı hem de pratik ve eylemle teori arasındaki bağları analiz ederek ideolojinin sosyolojiye yaklaşmasını sağlıyor.
Pozitivist bakış
19’uncu ve 20’nci yüzyıl devrimlerinin sosyalizm anlayışlarını bilimsel sosyalizm olarak adlandırmalarının nedeni, devrimleri bilimsel dayanaklarla şekillendirme arayışıydı. Marx ve Engels, İngiliz ekonomi-politiği, Alman felsefesi, Fransız sosyolojisine dayalı olarak bilimsel sosyalizm adıyla esasta sosyal bilimi inşa etti. Bu açıdan sosyoloji biliminin kurucusu Auguste Comte olsa da sosyal bilimlerin kurucusunun Marx olduğu söylenebilir. Bu çaba yerindeydi, tüm eksik ve yetmezliklerine rağmen sosyalist toplumu inşada gerekli olan bilimsel çerçeveyi sunuyordu. Ancak bilimsel sosyalizmin başarısızlığına yol açan esas etmen, bu bilimlerdeki pozitivist bakış açısıydı. Dolayısıyla kapitalizmin kendisini dayandırdığı bilimsel zeminle sosyalizmin inşa edileceği bilimsel dayanaklar aynı kaldı. Bu nedenle toplumsal gerçekliği anlamlandırmada Avrupa merkezli, cinsiyetçi ve iktidarcı bilimin verilerine dayandılar. Bu da oldukça olumsuz sonuçlar açığa çıkardı. Emek sömürüsü, tarihsel toplum, kadın özgürlük sorunu, iktidar ve devlet gerçeği doğru tahlil edilemedi.
Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin deneyimi
21’inci yüzyıla girilirken pozitivist bilime dönük kapsamlı eleştiriler gelişti. Bu açıdan bilimsel paradigmada devrimin gerekli olduğunu birçok kesim dillendiriyor. Kadın eksenli araştırmalar ve ekoloji bilimi, paradigmasal devrimde belirleyici rolün sahibi oldu. Sosyal bilimlerde paradigmasal devrimde ve kadın devriminin dayanacağı sosyal bilim olarak Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin deneyiminden süzülen jineoloji, bu rolü oynamaya aday görünüyor. Kadın, yaşam ve eşyaşamın bilimi olarak tanımlanan jineoloji, demokratik modernite paradigması ekseninde esasta üç temel alanda üretilecek bilimsel tezlerle kadın devriminin dayanaklarını oluşturacak ve alternatif sistemin geliştirilmesine katkı sunacak.
Kadın gerçeğinin aydınlatılması
Birincisi; kadın gerçeğinin aydınlatılması, varlık-bilinç-form bağını kuracak temelde Xwebûn olabilmeyi sağlayacak bilimsel verilerin oluşturulması. Yeni araştırmalar yapmak kadar, yapılmış araştırmaları bu eksende ayrıştırmak, sentezlemek ve tezler oluşturmak hedefleniyor. Tarihten felsefeye, sosyolojiden antropoloji ve arkeolojiye, psikolojiden tıbba, teolojiden mitolojiye kadar kadın özneleşmesinin dayanakları ve çerçevesi bu araştırmalarla açığa çıkıyor.
Kadın erkek ilişkilerinin bilimsel felsefi temele dayanması
İkincisi; kadın-erkek ilişkisinin bilimsel-felsefi temele dayanmasını sağlayacak eş yaşam bilimi olarak işlev görmek. Kadın devriminin temel hedeflerinden biri de erkeği dönüştürmek. Köle kadını olduğu kadar egemen erkeği dönüştürmek, özgür kadını olduğu kadar özgür erkeği de açığa çıkarabilmek açısından bunun bilimsel dayanaklarının oluşumu elzem görünüyor. Hem Önderliğimizin başlattığı “erkeği öldürmek”, “erkeğin dönüşümü”, “eş yaşam” tartışmaları ve bu konudaki deneyimimiz hem de dünya genelinde kadınların öncülük ettiği, bir kesim erkeğin de içinde yer aldığı erkekliğin sorgulanması çalışmaları belli bir zemin oluşturuyor.
21’inci yüzyılda erkekliğin de bir kriz halinde olduğu üzerinde daha fazla tartışılan konular arasında yer alıyor. Hegemonik erkeklik, egemen erkeklik, zehirli erkeklik, krizdeki erkeklik, imkansız erkeklik tanımlamaları etrafında yürütülen bu tartışmaları, kuramsal olduğu kadar erkeğin dönüşümü için stratejilere, kurumlaşmalara kavuşturacak bilimsel çalışmalar kapsamında değerlendirmek mümkün. Aile, evlilik, aşk, devrimci yoldaşlık, iş arkadaşlığı, dostluk-arkadaşlık, baba-kız, anne-oğul, kız-erkek kardeş ve daha sayılabilecek tüm kadınlık-erkeklik ilişkilenmelerini felsefi-bilimsel temelde geliştirmek bu kapsamda ele alınabilir.
Bilimde cinsiyetçi ideolojinin kadın ve erkeğe dair oluşturduğu yanlış bilgileri deşifre etmek, görmezden gelinen konuları aydınlatmak bu çerçevede değerlendirilebilir. Eş yaşamın özgürlük ve ekolojik temeldeki inşasına katkı sunacak bilimsel altyapıyı örmek, kadın devriminin başarısında belirleyici bir rol oynuyor.
Kadın gerçeğine dayalı çözümler
Üçüncüsü; siyasetten demografyaya, etik-estetikten ekonomiye, sağlıktan eğitime kadar alternatif sistem inşasının dayanacağı alanlarda kadın gerçeğine dayalı çözümler üretebilmek. Kadınların siyasete katılımını sağlamak, kürtaj yasalarına ya da zorla kısırlaştırmalara itiraz etmek, kadın yoksulluğunun ortadan kalkmasını ve emeğinin görünür kılınmasını sağlamak, kadını aşağılayan ve metalaştıran kültür-sanat alanının eleştirisinin ötesine geçmek, bu alanlardaki bilimsel yaklaşımı dönüştürmekle gerçekleşiyor.
İktidar ve şiddete dayanan erkek egemen siyaset yerine demokrasi, barış, müzakere ve farklılıkların bir arada yaşamasına dayalı siyaset bilimini geliştirmek bu kapsamda ele alınabilir. Demografya bilimini, kadın cinselliğinin, bilinç ve iradesinin esas olduğu ekolojik yaklaşıma göre belirlenmiş çocuk doğurma kültürünü esas alacak temelde geliştirmek, nüfus sorununun çözümünü sağlıyor. Hırsızlık ve talanı örtbas etmenin teorilerini üreten ekonomi bilimine karşı, kadın emeğine dayanan değer ve ekonomi kuramları, finans kapitalin ekonomi düşmanlığına karşı bir çare sunuyor.
Kadın özgürlük ilkelerini esas alan etik-estetik ilkelere dayalı sanat anlayışı, kapitalist modernitenin yarattığı yozlaşma, çürüme ve toplumsal kırımların tahribatlarını önleyerek toplumda iyi ve güzel değerlerin inşasını sağlıyor. Tek tip, alık ve iradesiz birey açığa çıkarmaya odaklanan eğitim bilimi, kadın bakış açısına dayalı eğitim anlayışı ile eğitimi bir özgürleşme pratiğine dönüştürebiliyor. Sürekli hastalık üreten ve etik değerlerden yoksun hale gelerek toplum sağlığını ticarete dönüştüren sağlık alanı, kadın bakış açısına dayalı şifacılık, halk sağlığı ve koruyucu hekimlikle düzeltilebiliyor.
Daha birçok bilimsel alanda, bilimi iktidardan kopararak yaşamla bağını kurabilmek gerekiyor. Demokratik moderniteyi inşa edecek bilimsel araştırmalar ve bunların ortaya çıkarıldığı özerk ve özgür kadın akademileri, kadın devriminin besleneceği temel kaynak olarak değerlendiriliyor.
Kadın devriminde özsavunma
Erkek karşı devriminin kurumlaşması ve kadın statüsünün oluşumu, kadınlar üzerinde yürütülen bir dizi operasyonla gerçekleşti. PKK Lideri Abdullah Öcalan, esasta dört büyük operasyondan bahsediyor. Bunlar: “kadını ilk ev kölesi haline getirmek, seks aracı kılmak, ücretsiz, karşılıksız emekçi haline getirmek, en ince meta, metaların kraliçesi kılmak.”
Bu statünün inşasının yöntem ve araçları, günümüze kadar da yürürlükte olan kadına yönelik şiddet olarak varlığını sürdürüyor. Kadınların mücadelesi ile çeşitleri ve tanımları genişleyerek BM’nin belgelerine de giren bu şiddet biçimleri, süreklileşen tarzda kadınların mevcut statüde tutulmasının garantisi haline geliyor. Şiddet, sadece kadınların baskı altına alınmasını, bazı işlere zorlanmasını veya kısıtlanmasını ifade etmiyor. Her kadın, çocukluğundan itibaren, genç kadınlık döneminde ve yaşamının bir aşamasında mutlaka bu şiddet yöntemlerinden birkaçına maruz kalıyor.
Recm, tecavüz, hunharca öldürme, dövme biçiminde somutlaşan cinayet ve fiziki şiddet, esasta bir kadına ya da bir grup kadına uygulanarak tüm kadınların tehdit edilip korkutulması amacı taşıyor. Bu şiddet biçimlerinin bıraktığı izler, bedenen, ruhen, duygusal ve düşünsel olarak sakatlanmalara ve yaralanmalara yol açıyor. Özgürleşmeye adım atıldığında kadınların ayaklarına dolanan geri, geleneksel özellikler, bir yanıyla bu şiddetin şekillendirdiği kişiliğin yaşama yansıma biçimi olarak ortaya çıkıyor.
Kadın kırımına karşı kadınların tepkileri
Kadına yönelik her türlü şiddet, kadınların tepkilerine ve eylemlerine yol açıyor. Ancak bu gücü, örgütlenmeyi ve imkânı bulamayan milyonlarca kadın, şiddete katlanmaya devam ediyor. Şiddetin görünmeyen yüzü, daha yaygın ve daha derin. Çoğunlukla rakamlara yansıyanlar, polis ve devlet kayıtlarına geçen ya da kadın hareketlerinin çabalarıyla açığa çıkan vakalar oluyor. Dile gelmeyen, görünmeyenler ise intiharla, sessizlikle, delilikle, travmatik durumlarla ya da katlanmakla; şiddete uğramamak için kendinden tavizler vererek görünmez kılınıyor.
Kadın kırımını protesto eylemlerinde yankılanan “Bir kişi daha eksilmek istemiyoruz, ölmek istemiyoruz, katil sensin, tecavüzcü sensin” sloganları ve tecavüz suçlularını serbest bırakan mahkemeleri ateşe veren Meksikalı kadınların eyleminde olduğu gibi, dünyanın her yerinde kadın kırımı karşısında mahkemeler, polis ve siyasetçiler sorumluluğa, suçları engellemeye ve suçluları cezalandırmaya çağrılıyor. Erkeklerden, kadın ve çocuklardan ellerini çekmeleri isteniyor. Ancak sorun daha derin; şiddet örgütlü ve kurumsal, ordular ve silahlar büyük oranda devletlerin ve erkeklerin tekelindeyken bu eylemler ve çağrılar, katilin insafa gelmesini beklemenin ya da onu deşifre etmenin ötesine geçemiyor.
Şiddetin kaynağı olan kurumlardan, onu önlemeleri beklenemez. Bu nedenle kadın devriminin temel gündemlerinden birini, öz savunma oluşturmalı. Öz savunmasızlık, en küçük özgürlük adımlarından hukuksal alandaki haklara, devrim değerindeki başarılara kadar elde edilen her kazanımı risk altında bırakıyor.
Özsavunmamın tarihsel dayanakları
Toplumsallığın kurucusu olmaları düşünüldüğünde, kadınların savunma sistemlerinin bilgisinden yoksun olmaları mümkün değil. En eski tanrıça heykellerinden biri olan Çatalhöyük’ün Pontia’sının elinin altındaki iki kaplan, aynı zamanda savaş tanrıçası olarak bilinen İştar’ın aslanın sırtındaki heykelleri ve savaş baltasının sahibi olması, bunun arkeolojik ve mitolojik kanıtlarını oluşturuyor.
Dahiyane savaş stratejisi ile düşmanlarını yenen Semiramis, Roma’ya karşı savaşında esir düşen Zennube, savaşçı kraliçeler arasında yer alıyor. Savaşçı Amazonlar ise en fazla bilinen örneklerden biri. Kadın tarihi araştırmalarında her geçen gün haklarında yeni bulgu ve belgelere ulaşılan birçok kadın kahraman ve örgütlü kadın savaşçının varlığı, kadınların öz savunma sistemlerinin tarihsel dayanaklarını oluşturuyor.
Kabile ve aşiretlerin direnişlerine önderlik eden kadın komutanların izlerine, başta Kürdistan ve Orta Doğu olmak üzere, Afrika’da, Latin Amerika’da ve daha birçok kültürde rastlanıyor. Bu tarihsel hafızayı koruyan Êzidi kadınlar, kendilerini DAİŞ zulmünden kurtaran gerillaları, kendi savaş tanrıçaları Sitiya Nisra’nın ordusu ile özdeşleştiriyor.
Geleneği sürdüren kadınlar
Kadınların, topraklarını ve halklarını savunmak için ulusal kurtuluş hareketlerinde, faşizme karşı cephelerde, sömürgeciliğe karşı savaşlarda ve gerilla hareketlerindeki katılımlarıyla gösterdikleri kahramanlıklar, bu geleneğin sürdüğünü gösteriyor. Avrupa ve Kuzey Amerika’da 1970’lerde ortaya çıkan ve bir kısmı gizli örgütlenen feminist öz savunma örgütleri Wen-Do, Rote (Kızıl) Zora, fuhuş ve porno sektörlerine yönelmiş, tacizci ve tecavüzcü erkekleri cezalandırmış, kadınlara bireysel öz savunma teknikleri öğretmişti.
Afganistan’da RAWA, Taliban’a karşı; Hindistan’da “Gulabiler Çetesi” ise şiddet uygulayan erkeklere karşı öz savunma temelinde örgütlendi. Tarihsel deneyimler ve bu örgütlenmelerdeki roller ile potansiyeller, kadınların aslında savunmasız kurbanlar olmayı kabul etmediğini gösteriyor. Ancak öz savunma sistemleri kırılmış, bunun bilgisinden, araç ve yöntemlerinden, örgütlenmesinden yoksun bırakılmış durumdalar. Erkekler ve devletlerin ortaklaştığı militarizm yükseldikçe bu alandaki boşluk derinleşmiş ve kadınlar daha fazla şiddete maruz kalmış durumda.
Herkes için hayati ihtiyaç
21’inci yüzyılda öz savunma, başta kadınlar olmak üzere, kapitalist kudurganlığın hedefindeki her kesim için hayati bir ihtiyaca dönüştü. On yıl kadar önce, kadınların silahlanıp savaşmasını militarizm ile özdeşleştirip eleştirenler dahi artık bireysel ve örgütlü öz savunmanın gerekliliğini dile getiriyor.
Kendi değerlerini onurunu savunmak için
Öz savunma, geniş anlamda kendini, değerlerini, onurunu ve kazanımlarını savunmaya dayanıyor. Bu yönüyle kadın devrimi açısından varoluşsal bir konu. Devletler ve erkekler, kullandıkları fiziki, psikolojik, cinsel, ekonomik ve sözlü şiddet yöntemleriyle kadınları savunmasız yakalamaya ve savunmasız bırakmaya odaklanıyor. Kadınlara erkek egemenliğini ve faşizmi kavratırken, onlara karşı kendini savunabilme stratejilerinin öğretilmesi, kelimenin gerçek anlamıyla hayati önem taşıyor.
Bireysel savunmadan örgütlü savunmaya, legal olabileceği gibi illegal olanına, ordulaşma temelinde olabileceği gibi küçük öz savunma birimlerine kadar geniş bir yelpazede düşünmeye, örgütlenmeye ve eyleme geçmeye ihtiyaç duyuluyor.
Doğru noktadan başlamak
Şiddete karşı koyacak iradenin ve örgütlenmenin geliştirilmesi, kadın kimliğinin özgürlük temelinde inşasının temellerini oluşturuyor. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi deneyiminde, özgür düşünce, eylem ve özgün örgütlenmenin ilk adımının kadın ordulaşması ile atılması, bu yüzyılın öncü kadın partisi haline gelmede doğru noktadan başlangıç yapmayı sağladı.
Kadının öz savunma gücünü açığa çıkarmada, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin dayandığı miras ve deneyim, dünyadaki tüm kadınlar adına önemli bir kazanım ortaya çıkarmış durumda.
Yarın: Dünya demokratik kadın konfederalizmi