Sınırların ötesinde yükselen mücadele (4)

  • 09:03 4 Mart 2025
  • Dosya

  

Kırmızı elbiseler ve kayıp hayatlar için adalet arayışı
 
Derya Ceylan 
 
HABER MERKEZİ – Kanada'da kadın mücadelesi, yerli toplulukların kadim liderlik geleneklerinden modern hak arayışlarına uzanıyor. Molly Brant'in izinden giden kadınlar, bugün de eşitlik, adalet ve yaşam hakları için seslerini yükseltmeye devam ediyor.
 
Kadınların direnişi, Amerika kıtasında yerli kadın liderlerden günümüz kadın hareketlerine uzanan köklü bir tarihe sahiptir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bu uzun soluklu mücadelenin sembolüdür ve 1857’deki tekstil işçisi kadınların grevlerinden, 20. yüzyılın oy hakkı ve eşitlik taleplerine kadar uzanan bir hak arayışının mirasını taşır.
 
Ancak bu direnişin kökleri çok daha eskiye, Amerika'nın yerli halklarının toplumsal yapılarındaki kadın liderliğine dayanır. Kıtanın dört bir yanında kadınlar, hem sömürgeciliğe hem de ataerkil yapılara karşı direndi. Yerli kadınlar, köleliğe karşı savaşan Afro-Amerikan kadınlar, sanayileşme döneminde insanca çalışma koşulları isteyen işçi kadınlar ve 20. yüzyılın kadın hareketleri bu mücadelenin kilometre taşlarını oluşturdu.
 
Brezilya'daki Zumbi dos Palmares’in kadın direnişçileri, Meksika'daki Adelitalar, ABD'de Sojourner Truth ve Harriet Tubman gibi isimler, yalnızca kendi halklarının değil, kıtanın tamamındaki kadınların özgürlük mücadelesine ışık tuttu. Güney Amerika’daki kadın hareketleri diktatörlüklere karşı insan haklarını savunurken, Kuzey Amerika’daki kadınlar oy hakkı, eğitim, iş gücüne katılım ve toplumsal cinsiyet eşitliği için örgütlendi.
 
Ancak bu hareket içinde Kanada, hem yerli kadınların tarihi rolü hem de kadın mücadelesi açısından ayrı bir önem taşıyor.
Dosyamızın bu bölümünde, Kanada’daki kadın mücadelesine odaklanıyor; bu topraklardaki direnişin nasıl şekillendiğini ve günümüzde hangi sorunlara dikkat çekildiğini inceliyoruz.
 
Yerli toplumlarda kadının gücü
 
Kanada’daki kadın mücadelesinin temelleri, Avrupa kökenli kadın hareketlerinden çok daha önceye, yerli toplulukların toplumsal yapısına dayanır. Haudenosaunee (Iroquois) Konfederasyonu, Algonquin, Métis ve Inuit halkları gibi topluluklarda kadınlar, yalnızca aile içinde değil, topluluk yaşamında da söz sahibiydi. Özellikle Mohawk kabilesinde kadınlar, "klan anneleri" olarak bilinen önemli bir role sahipti. Klan anneleri, kabile şeflerini seçme, gerektiğinde görevden alma ve topluluğun refahını koruma yetkisine sahipti. Toprak ve tarım ürünlerinin mülkiyeti kadınlara aitti; soy takibi anne üzerinden ilerliyordu.
 
Haudenosaunee kadınları yalnızca ev içinde değil, savaş ve barış kararlarında da etkiliydi. Klan anneleri, savaş ilan edilip edilmeyeceğine dair son sözü söyleyen kişilerdi. Ayrıca çocukların eğitiminden ve topluluğun genel refahından sorumlu olarak, kadınların liderliği toplumsal dengenin temelini oluşturuyordu.
 
Yerli kadınlar aynı zamanda ekonomik hayatın da bel kemiğiydi. Tarım, avcılık ve toplayıcılık gibi temel geçim kaynaklarında etkin rol oynuyor, ticaret ağlarında söz sahibi oluyorlardı. Topluluk içinde şifacı, eğitimci ve barış elçisi rollerini de üstlenen kadınlar, bilgi aktarımında ve kültürel mirasın korunmasında merkezi bir konumdaydı. Ancak bu güçlü yapı, Avrupalı sömürgecilerin gelişiyle köklü bir sarsıntı geçirdi. Sömürgeciler, kadınların siyasi ve ekonomik gücünü tehdit olarak görerek ataerkil sistemlerini dayattılar.
 
1763 Kraliyet Bildirgesi ve ardından gelen sömürge yasaları, yerli kadınların toprak haklarını ellerinden aldı.
Özellikle "Indian Act" (1876), yerli kadınların haklarını kökten kısıtlayan düzenlemeler getirdi. Bu yasa, bir yerli kadının yerli olmayan biriyle evlenmesi durumunda topluluğa ait statüsünü kaybetmesine yol açtı. Ayrıca kadınların mülkiyet haklarını elinden aldı ve siyasi temsillerini sınırlandırdı. Ancak kadınlar, bu baskılara boyun eğmedi. Topraklarını, kültürlerini ve haklarını koruma mücadelesinde ön saflarda yer aldılar. Onların direnişi, yalnızca kendi toplumları için değil, Amerika kıtasındaki tüm kadınlar için ilham kaynağı oldu.
 
Molly Brant (Konwatsi’tsiaienni): Diplomasi ve direnişin kadın yüzü
 
Molly Brant, 1736 yılında Mohawk Vadisi, New York'ta doğdu. Mohawk dilindeki ismi "Konwatsi’tsiaienni", "Gökkuşağının altından geçen kadın" anlamına geliyordu. Daha çocuk yaşta, yerli kültürünün güçlü kadın liderlerini gözlemleyerek büyüdü. Genç yaşta Sir William Johnson ile tanıştı. William Johnson, İngiliz sömürge yönetiminin yerli halklarla ilişkilerini yöneten önemli bir subaydı. Ancak Molly Brant’in etkisi, yalnızca bu ilişkisiyle sınırlı değildi. Onun asıl gücü, topluluğu ve halkı adına cesurca söz alabilmesinde, diplomasiyle direnişi birleştirebilmesindeydi. Amerikan Devrimi (1775-1783) sırasında Molly Brant, yalnızca bir gözlemci değil, aktif bir liderdi. Mohawk savaşçılarının İngilizlerle ittifak kurmasını sağladı. Bu, onun için yalnızca siyasi bir hamle değil, halkının hayatta kalması adına zorunlu bir mücadeleydi. Molly Brant’in liderliğinde, Mohawk kadınları hem cephe gerisinde hem de topluluk içindeki sosyal düzenin korunmasında önemli roller üstlendi.
 
Savaşın sonunda İngilizlerin yenilgisiyle birlikte, Molly Brant ve Mohawk topluluğu topraklarını kaybetti. Kanada'nın Kingston bölgesine göç etmek zorunda kaldı. Burada da liderlik vasfını kaybetmedi. Kingston’da, yerli halkların haklarını savunmaya devam etti ve Mohawk kültürünün korunması için çalıştı. Molly Brant, 1796 yılında hayata gözlerini yumdu. Ancak ardında bıraktığı miras, yerli kadınların hak mücadelesine ilham veren bir ışık olarak parlamaya devam etti.
 
Sessizliği bozan sesler
 
19.yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Kanada’daki kadın hakları hareketi daha örgütlü ve sesini yükselten bir yapıya büründü. Ancak bu mücadele yalnızca beyaz, Avrupa kökenli kadınların öncülüğünde şekillenmedi. Yerli kadınlar, Afro-Kanadalı kadınlar ve göçmen kadınlar, kendi özgün bağlamlarında hak arayışlarını sürdürdüler. Emily Stowe, Kanada’da tıp eğitimi alan ve doktor olarak çalışan ilk kadınlardan biri olarak bu mücadelenin simge isimlerinden biri haline geldi. Ancak Stowe’un öncülük ettiği mücadele yalnızca tıp alanıyla sınırlı değildi. Kadınların oy hakkı, eğitim hakkı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi taleplerle örgütlenen hareketlerde de aktif bir rol üstlendi.
 
Kadınların oy hakkı mücadelesi, 1916 yılında Manitoba’da kadınlara oy hakkı tanınmasıyla önemli bir zafer kazandı. Bu başarıyı kısa süre sonra Saskatchewan ve Alberta takip etti. Nihayetinde, 1918'de Kanada’daki kadınlar federal seçimlerde oy kullanma hakkını elde etti. Ancak bu hak, tüm kadınları kapsamıyordu. Yerli kadınlar, Kanada vatandaşlık sisteminin dışında bırakıldıkları için 1960 yılına kadar oy kullanma hakkından mahrum bırakıldılar. Benzer şekilde, Asyalı göçmen kadınlar ve diğer etnik gruplara mensup kadınlar da uzun yıllar boyunca bu haklardan yoksun bırakıldı.
 
Yerli kadınların çifte mücadelesi
 
20'nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Kanada’daki kadın hakları mücadelesi yalnızca siyasi haklarla sınırlı kalmadı. Ekonomik eşitlik, iş yerinde adil ücret, üreme hakları, cinsel şiddete karşı korunma ve eğitimde fırsat eşitliği gibi talepler, kadın hareketinin temelini oluşturdu. Ancak yerli kadınlar, bu süreçte çifte ayrımcılıkla mücadele etmek zorunda kaldılar. Hem kadın oldukları hem de yerli kimlikleri nedeniyle sistematik hak ihlallerine maruz bırakıldılar.
 
Yerli kadınları en fazla etkileyen yasal düzenlemelerden biri, "Indian Act" (Kızılderili Yasası) oldu. Bu yasa, bir yerli kadının yerli olmayan biriyle evlendiğinde topluluğuna ait statüsünü kaybetmesine yol açan ayrımcı maddeler içeriyordu. Bu yasa, ancak 1985 yılında değiştirildi. Ancak yerli kadınlar yalnızca yasal statüyle ilgili değil, aynı zamanda sağlık hizmetlerine erişim, eğitim fırsatları, adil istihdam koşulları ve barınma hakları gibi temel konularda da ciddi engellerle karşılaştılar.
 
Kayıp ve katledilen yerli kadınlar: MMIWG Hareketi
 
21'inci yüzyılda Kanada’daki kadın hakları mücadelesi yeni bir boyut kazandı. Yerli kadınlar, yalnızca ekonomik ve sosyal haklar için değil, hayatta kalma hakları için de mücadele etmek zorunda kaldılar.
 
Kayıp ve Katledilen Yerli Kadın ve Kız Çocukları Hareketi (Missing and Murdered Indigenous Women and Girls – MMIWG), Kanada genelinde kaybolan ve öldürülen yerli kadınların durumuna dikkat çekti. Kanada genelinde kaybolan ve öldürülen yerli kadınların çoğu, "Gözyaşı Otoyolu" (Highway of Tears) olarak bilinen Britanya Kolumbiyası’ndaki Otoyol 16 civarında kayboldu.
 
Birleşmiş Milletler’in 2023 raporuna göre, yerli kadınlar Kanada’daki kadın nüfusunun yalnızca %4’ünü oluşturmalarına rağmen, kadın cinayetlerinin %16’sında hedef oldular. Sanatçı Jaime Black tarafından başlatılan "Red Dress Project" (Kırmızı Elbise Projesi), kaybolan yerli kadınları temsil eden kırmızı elbiselerin kamusal alanlara asılmasıyla farkındalık yaratmayı amaçladı. Kanada hükümeti, MMIWG raporunun ardından 2019 yılında bir Ulusal Eylem Planı başlattı. Ancak yerli topluluklar, bu planın yeterince hızlı ve kapsamlı uygulanmadığını belirtiyor.
 
Geçmişten geleceğe kadınların gücü
 
Kanada’daki kadın hakları mücadelesi, yerli toplulukların kadim liderlik geleneklerinden günümüz kadın hareketlerine kadar zengin, çeşitli ve direniş dolu bir tarihe sahiptir. Molly Brant, bu tarihin yalnızca bir figürü değil; kadınların sesini yükseltme, haklarını savunma ve asla pes etmeme kararlılığının bir simgesidir. Bugün Kanada’da kadınlar birçok alanda ilerleme kaydetmiş olsa da, özellikle yerli kadınlar, göçmen kadınlar ve marjinalleştirilmiş topluluklara mensup kadınlar için mücadele hâlâ devam ediyor.
 
Kanada’da her kayıp ses, yeni bir çığlığa dönüşürken; her suskunluk direnişle bozuluyor ve her kadın kendi tarihini yazıyor.
 
Yarın: Fransa’da kadın mücadelesi: Jeanne d'Arc’tan günümüze